YORUM | AHMET KURUCAN
Amerika’ya ilk geliş yılım olan 1997 tanışmış ve çayını içmiştim.
Ama onunla asıl tanışmamız 2000 yılının Nisan ayının birinci günü oldu.
Her fani gibi O da bu dünyadan göçtü.
Mekânı cennet, makamı Firdevs ve Adn cennetleri olsun.
Kimden mi bahis ediyorum?
Anlatayım.
Cüsseliydi
Dağ gibi bir adamdı.
Klasik tabirle “2,80’lik kapılara sığmayan” devâsâ bir yapısı vardı.
Pehlivan cüsseliydi.
Bir zamanların Kurtdereli Mehmet, Çolak Mü’min, Kel Ali, Koca Yusuf’lara rakip olacak bir cüsseye sahipti hem de.
Sağlığına dikkat ederdi.
Dengeli beslenirdi.
Sabah veya akşam uzun yürüyüşlere çıkardı.
Ama bir kanser mikrobu bu koca adamı bir yıl içerisinde küçücük bir çocuğa döndürdü.
Narin kalpliydi
Cüsseli insanlar katı kalpli, haşin, sert, otoriter olur derler.
Bir mittir bu bana göre.
Öyle cüsseli insanlar tanıdım ki güvercin kalbi gibi bir kalbe sahiptiler.
O da bunlardan, bu da onlardan biriydi.
20 yıllık Amerika hayatımda tanıdığım insanların en sıcak, en samimi, en candan, en içten ve en mütebessim yüzlüsü olanıydı.
Kalbi kendisine kırık, onun kalbinin kırık olduğu bir tek Allah’ın kulu yoktur zannediyorum.
Herkese, kelimenin zahiri manasını kast ediyorum-herkese karşı edepli, nezaketli, nezahetliydi.
“Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş” mısrasını sanki onu tasvir için yazmış Lale devri şairi Nedim.
Yaşı 80’e gelmiş ihtiyara da 6 yaşındaki çocuğa da böyle güzel davranırdı.
Çocukla çocuk, gençle genç, ihtiyarla ihtiyardı.
Küçücük çocukken yanında çıraklık yapan oğlum Ekrem’in “best friend” yani en yakın arkadaşıydı mesela.
Vefat edinceye kadar da böyle devam etti.
“Adamım” derdi ona
Hiç kimse hakkında kötü düşünmezdi.
İnsanî münasebetlerde Peygamber ahlakının tecessüm etmiş şekliydi.
Dert babasıydı
Türklerin başkentimiz dediği Paterson’ın Main Street’inde küçücük bir dergâhı vardı.
Dergâh diyorum ben oraya.
Aslında Türkçe kitaplar ve buram buram vatan kokan Türkiye’ye ait küçük-büyük hediyelik eşyalar satan küçücük bir dükkandı orası.
Koku, tesbih, Kur’an, seccade, çini, porselen, nazar boncuğu aklınıza ne gelirse hepsi vardı.
Semaverinde çay hiç eksik olmazdı.
Her zaman kapısını çalabileceğiniz, içine sığınabileceğiniz küçücük dergâh, işte orasıydı.
O da o dergâhın postnişin’iydi.
O dergâha uğrayan herkes; kadın, erkek, genç, yaşlı, çoluk çocuk mutlaka bir surûr, tebessüm ve güzellikle ayrılırdı ordan.
Güvenilir bir sığınaktı.
Yüzü de hiçbir zaman turşu satmazdı.
İçinde belki nice kalaklar dönüyordu, belki ailevi sıkıntıları vardı, belki maddi müzayaka içindeydi ama O dükkanına gelen hiç kimseye bunu hissettirmezdi.
Hoşâmedî eder, “sabah 8’de demlemiştim, bayat değil!” esprileri içinde çayını ikram ederdi önce.
Ardından derdinizi dinler, çare olmaya çalışır, olamasa da “üzüntüler paylaşıldıkça azalır” sözünü ispatlayan bir duruş sergilerdi.
Dert sahibi onun yanından ayrılırken sırtından büyük bir yükün kalktığını adeta iliklerine kadar hissederdi.
Ben şahidim buna
Şahit olanlara da şahidim.
Okyanusta boğulmaktan son anda kurtulmuş bir insan misali derin bir nefes alarak ayrılırdı dertliler onun dergahından.
Hayat doluydu
Girdiği her ortamın hakkını veren nadir insanlardandı.
Manevi ortamlarda olabildiğince derin, çocuklarla diyaloğunda tatlı bir dede, gençlerle de son derece barışıktı.
Düğün ve kutlamalarda neşesi ve güler yüzüyle etrafında hemen tatlı bir muhabbet halkası oluşturuverirdi etrafında.
Kanaatkardı
Dünyaya zerre kadar tamah etmeyen çok az insan az görmüşümdür hayatımda.
Liste yap deseniz bana böyle insanları, O listenin ikinci sırasında yer alır, birincisi ile de yarışır.
Paraya mı sıkıştınız, onun kapısı ve kasası açıktı her daim.
Bir tek şartla, aldığınızı söz verdiğiniz zaman geri iade edeceksiniz.
Kasası açıktı çünkü ‘git al, ne kadar lazımsa’ derdi.
İnanın doğru söylüyorum.
Sen söylerdin ne kadar aldığını.
Yetmediyse cebinden takviye ederdi.
Sadece borç verme değil, cömertliği de zirvedeydi.
Maddi imkanları nispetinde bir Hz. Ebu Bekir’e eş değer cömertliğe sahipti.
Yarım asra yakın ömür geçirdiği ülkede ne evi vardı ne de barkı.
Kirada oturuyordu.
Dedim ya, ikbal ve istikbal sevdası hiç olmamıştı.
Veren’in O olduğunun bilincinde dağıttıkça dağıtıyordu.
Yeter ki insanların işi görülsün.
Yeter ki insanlığa faydalı olacak insanlar yetişsin.
İmamdı
“17 yaşında iken geldim bu ülkeye” demişti bana bir defasında, hatırımda yanlış kalmadıysa.
Konya İmam-Hatip’i bitirdikten hemen sonra.
Downtown Paterson’da o zamanlar sadece Cuma günleri açılan Chesnut camisinde imamlık yaptığını anlatırdı.
Camiinin haftanın her günü ve beş vakit namaza açılması onun buraya gelişinden sonra olmuş.
Öncesini de anlatırdı.
Şimdi çeşitliği hastalıkları ile boğuşan eniştesi Ezher mezunu Orhan Hoca zamanlarından dem vururdu.
Cuma namazlarının Pazar günü kılındığı dönemler olmuş 60’lı yıllarda.
Hayretle, şaşkınlıkla anlatır ve ardından yüzünden eksik olmayan o tebessümünün içine zevk ve haz da katan bir tonla “nereden nereye” derdi.
Dinin gülen yüzüydü
Kur’an Hocası ve okuyucusu idi
Keşke bir kenara kayıt etseydi ya da bir çalışma yapılabilse.
Mübalağa etmiyorum 17 yaşından bu yana yaşadığı bu topraklarda yüzlerce insana Kur’an hocalığı yapmıştı.
‘Baba şefkati ile hocalık disiplini bir arada olmuyor’ düşüncesinde olduğum için benim 3 çocuğuma da Kur’an okumayı o öğretti mesela.
Sabah-akşam, hafta sonu-hafta içi, gece-gündüz zaman mefhumu gözetmeden, randevusu varmış, bir yere gidecekmiş hiç dinlemeden Kur’an öğretmeye sıra gelince her şeyi bir kenara bırakırdı.
Cenaze-düğün-sünnet kimin olursa olsun elinde hediyesi ile mutlaka orada olurdu.
Yasin, Mülk, Amme, Fetih artık neyi okuması gerekiyorsa bir kenara ilişir, cebinden beyaz takkesini çıkartır ve huşu içinde Kur’an okurdu.
Sesi çok güzel değildi, makamı kulaktan dolmaydı ama dikkatinizi toplarsanız şayet, kalbinizde bir şeylerin akıp gittiğini hissederdiniz onun okuyuşunda.
Samimiyetine, Kur’an ile olan münasebetine veriyorum ben bunu.
Ümitliydi ve minnetdardı
Bir yıl oldu kanser teşhisi konulalı.
İlk ziyaretimde ayakta dimdik duruyordu ve kemoterapi tedavisine başlanacağını kendisi söyledi bana.
Ümitliydi.
Son ziyaretimde yatağa bağlanmış kalmış ve üç cümle konuşacak kadar takatı vardı.
“Yeni bir tedaviye başladılar. Immunotherapy imiş adı” diyordu.
Ardından “iyi olacağım inşallah” cümlesini ilave ediyordu.
O halinde iken bile espri yapmaktan geri durmadı.
Adı gibi Saliha eşini, yine adı gibi Hanife kız kardeşini göstererek “ama bunlardan çok çekiyorum” dedi gülerek.
Hastalığının başından sonuna kadar evlatları gibi hatta evlattan öte sahip çıkan başta Selman ve Serhan olmak üzere bütün yeğenlerine, akrabalarına medyun-u şükrandı.
Onun etrafında deli divane olan herkes sebepler planında yapılacak hiçbir şeyin kalmadığının bilincinde iken, o Allah’a ve Allah’ın kendisine şifa vereceğini ümidini hiç ama hiç kaybetmedi.
Doktor kendisine yapılacak bir şeyin olmadığını söyleyince doktora “Nereden biliyorsu! Belki sen benden önce öleceksin!” diyecek kadar ümitliydi.
Fakat Allah’ın kâinata koyduğu tekvini kurallar onun için de çalıştı ve 70 yıllık hayatına veda etti.
Şahidim
Ben iyiliğine, güzelliğine, samimiyetine, sadakatına şahidim.
Eşim de şahit.
Çocuklarım da.Mezarlıkta ona son vazifesini yapan yüzlerce insan da şahit.
Son yaptığımız ziyaret dönüşü Paterson’dan geçerken göz yaşlarına “Onsuz Paterson’un da Main street’in de tadı tuzu yok” cümleleri eşlik ediyordu eşimin.
Yürekten katılıyorum bu cümleye.
Ailemizin bir ferdiydi sanki o.
Kızım Semra’nın nikah şahidiydi.
Oğlum Etka’nın “büyümüş de küçülmüş” dediği arkadaşıydı.
Ekrem’imin kankasıydı.
Aynı şeyleri hissediyorum.
Her köşesinde bin-bir hatıranın zihnimde tüllendiği o sokakların, o caddelerin, o odaların onsuz tadı tuzu yok.
Ruhu şâd olsun.
Hayatını hizmetine adadığı Kur’an, onun yoldaşı, adını andığı an tüylerinin diken diken olduğu Hz. Peygamber (sas) cennette komşusu ve arkadaşı olsun.
Kimden bahsettiğimi söylemedim değil mi?
Zinnur Ağabey’den.
Nam-ı diğer, Zinnur Hoca’dan.
Zinnur Tabakçı’dan
Evet, bu dünyadan adının ifade ettiği manada olduğu gibi serapa nurla dolu bir insan geçti.
Mekânı cennet olsun.
Ahh Ahmet hocam ahh, benimde yuregim yandi bugun duydugumda. Kalemine saglik.
Ruhu sad olsun, makami cennet olsun.
NJ Pioneer School a Zinnur Tabakci adinin verilmesini arzu ederim. Yani onemli bir muessesde adi yasatilsin.
Yasananlarin sahidiyim..Yazilanlarin sahidiyim.Yapilanlarin sahidiyim..Sahit eyle Mevlam..Sahit eyle..
Kendinize yakışan bir vefa örneği verdiniz yine kıymetli hocam. Allah razı olsun. Fatihalara vesile oldunuz. Kendisi benim dayım, daha doğrusu annemin öz amcaoğlu idi. Anne tarafından olunca biz dayı derdik. Çok uzun yıllardır, çok uzaklarda olmasına rağmen çocukluğumdan kalan hatıralarla çok severdim onu. Tıpkı anlattığınız gibi bir insandı. ABD’de kimsenin olmadığı zamanlarda olanlardandı. Annemden kasetleri alıp çoğaltıp o minik dükkanında dağıttığını bilirim. Rabbim Cennet ehlinden eylesin inşallah.
Kendisi ile 2001 yilinda tanistim. Bir dostum beni magazasina goturup “Bu soruyu ona soralim” diye gitmistik yanina. Daha sonra benim yanima kim misafir gelirse muhakkak yanina ugradim selam verdim. 2012 yilina kadar bu boyle devam etti. Daha sonra her sene pater son a ugradigimda yanina ugradim. 2015 senesindenden sonrada malum olaylardan dolayi kendisini gorememeye basladim. Cok dogru durust hos sohbet abimizdi. Az once yaziyi okuyunca acayip duygusallastim. Allah rahmet eylesin. Mekani cennet olsun