DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM
Bugün Türkiye’de artık sıradan bir hale gelen rüşvet hadiselerine Osmanlı döneminde de rastlanmaktaydı. Sadece devlet adamları değil adalet dağıtmakla görevli kadılar da toplumsal yozlaşmaya paralel bir şekilde rüşvete bulaşmışlardı. Rüşvetle mücadele ise bazen çok sert tedbirler alınmasına rağmen bir türlü başarıya ulaşamadı ve cumhuriyet devrinde de devam etti.
Osmanlılarda rüşvet
“Rüşvet” TDK Sözlük’te “yaptırılmak istenen bir işte yasa dışı kolaylık ve çabukluk sağlanması için bir kimseye para veya mal olarak sağlanan çıkar” şeklinde tarif edilmektedir.
Kur’an’ın Bakara Suresi’ndeki, “Bir de birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin. Halkın mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, rüşvetlerle hâkimlere koşmayın (Suat Yıldırım Meali)” mealindeki ayetle rüşveti kesin olarak yasakladığı belirtilmektedir.
Rüşvet hadislerde de yasaklanarak “alan ve veren lanetlenmiştir”. Bunun yanında, peygamberimiz vergi memurlarına ve genelde de devlet görevlilerine verilen hediyeleri “devlet malına hıyanet ve çalma” olarak değerlendirerek nüfuzundan dolayı menfaat temininin bütün çeşitlerini yasaklamıştır.
İslamiyetin bu kesin yasağına rağmen “kamu görevlisinin yetki ya da nüfuzunu kullanarak menfaat elde etmesi” denebilecek rüşvete dair örneklere Osmanlıların ilk döneminden itibaren rastlanmaktadır.
Neşri’nin Kitab-ı Cihannüması’nda Orhan Bey devrinde Bursa kadısı Çandarlı Hayreddin Paşa’nın Osmanlı askeri teşkilatının ilk nüvesi sayılan “yaya” ordusunun kurulması sırasında rüşvet aldığı şöyle aktarılmaktadır: “… Padişah hizmetinde olalum deyü çok kişiler kadıya rüşvetler virüb yalvardılar: beni yaz didiler”.
Bu olay gerçek olmasa bile Neşri’nin bu anlatımı, o yıllardan itibaren Osmanlı toplumunda rüşvetin varlığının bir delilidir. Ayrıca Yıldırım Bayezid devrine dair diğer bir olay da rüşvetin kadılar arasında yaygın olduğunu göstermektedir.
Neşri, Bayezid devrinde “… kadılar da azdı. İlimleriyle amel etmeyerek rüşvet almaya başladılar.” demekte ve bunun üzerine hükümdarın yaptırdığı teftiş sonunda kadıların “her birinde bin dürlü fesad” bulununca hepsinin Yenişehir’de bir eve toplanıp yakılmalarını istediğini belirtmektedir.
Vezir-i Azam Çandarlı Ali Paşa bu meseleyi hükümdarın maskarasına “kadıların yerine İstanbul’dan papaz getirmeyi” teklif ettirmekle çözmeye çalışmış ve Sultan Bayezid’e kadıların rüşvet almalarının nedeninin maaşlarının azlığı olduğunu söylemiştir.
Rüşvetçi kadılar
Neşri’deki bu örnekler sonraki dönemlerin diğer kaynaklarında da yer almaktadır. Fuzuli’nin, Kanuni’nin kendisine bağladığı maaşı vermeyen vakıf memurları için “selam virdüm, rüşvet degildür diyü almadılar” demesi, rüşvetin devlet görevlileri arasında da yaygın olduğunu göstermektedir.
Fuzuli ayrıca herhalde canına tak etmenin etkisiyle şöyle diyecektir:
“Cenneti almak olmaz akça ile
Girmek olmaz bihişte (cennete) rüşvet ile”
Gelibolulu Mustafa Âli daha acı bir örneği III. Murat için vermektedir. Buna göre; mensubu bulunduğu Candaroğulları’nın intikamını almak isteyen Kızıl Ahmet hanedanından Şemsi Paşa, dönemin Padişahı III. Murat’a 40.000 altın rüşvet vermiş ve böylece devletin en üst katına kadar rüşveti bulaştırmıştı.
Âli’ye göre Şemsi Paşa bundan sonra da Padişaha verilen dilekçeleri yüklü miktarda rüşvetler karşılığında almış hatta aldığı rüşvetlerin bir bölümünü padişahla paylaşmıştı.
Bu icraatlarını Âli’ye anlatan Paşa’nın, “Allah’a şükür Osmanoğulları Devleti’nden intikamımı aldım. Zira bundan sonra bu devlet nizam kabul etmez, günden güne çökecektir.” dediği iddia edilmektedir. Afyoncu ise kendi soyunu Halid b. Velid’e bağlayan Şemsi Paşa hakkındaki iddiaların siyasi çekişmelerden kaynaklandığını ve ihtiyatla karşılanması gerektiğini belirtir.
Selanikî de III. Murat devrinde rüşvetin açıktan alınıp verilmeye başladığını, “hediye” adı altında rüşvet verildiğini ve ülkenin bu nedenle harap bir duruma düştüğünü belirtmektedir.
Rüşvetin en yaygın olduğu gruplar arasında kadıların olması da ilginç bir durum oluşturmaktadır. Osmanlı Devleti’nin en görkemli devri XVI. yüzyılda bile kadıların kendilerine emanet edilen miri mal ve paraları zimmetlerine geçirdikleri, kazaların avarız vergilerine ve çeşitli nedenlerle kendi üzerlerinde bulunan paralara el koydukları görülmektedir.
Kadılar o dönemde “devre çıkmak” denilen keşif uygulamasını suistimal etmişler, normalde davacının talebi ya da fermanla çıkılması gereken keşiflerde birçok irtikaplara karışmışlar hatta bu yüzden bazı kadılara “harami” denilmiştir.
Kadılar ayrıca yeni tımar tevcih edilen kişilere tımarlarını vermemekte, eşkıya korkusuyla köyünü terk eden halkın topraklarına el koymaktaydılar. Diğer suistimalleri ise mahkemede işi olanlardan fazla harç almalarıydı.
Kadı ve naipler bu yöntemlerle birçok “görev suçu” işlemekteydiler. Bu durum Osmanlı ülkesinde adaletin “satın alınabilir” görülmesine neden olmuştur. Özellikle Sokullu Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra birçok önemli merkezdeki kadıların rüşvet töhmeti altında kaldıkları mühimme defterlerindeki kayıtlardan tespit edilmektedir.
Bu problemler devlet otoritesinin azaldığı XVII. Yüzyılda daha da artmıştır. Nitekim I. Ahmet (1603-1617) çıkardığı adaletnamelerde kadıların yolsuzluk ve rüşvetçiliklerini çok acı bir şekilde ifade etmiştir.
Yabancı gözlemciler de benzer rüşvet olaylarını bazen de yüz kızartıcı örneklerle aktarmakta hatta nüfuzlu elçilerin davaları istedikleri gibi sonuçlandırdıklarını belirtmektedirler. XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti hizmetinde görev yapan Baron de Tott da Osmanlı ülkesinde adalet mekanizmasının “rüşvetçi” olduğunu belirtmiştir.
Aynı yüzyılın devlet adamlarından Sarı Mehmet Paşa da kadılar arasında rüşvetin yaygınlığından ve hangi taraf daha fazla rüşvet verirse onun lehine hüküm verildiğinden şikâyet etmektedir.
Çözüm var mı?
Devlet yöneticileri ise başta padişahlar olmak üzere rüşvetle mücadele etmişler ve bir virüs gibi devleti perişan eden bu hastalığa karşı çok sert tedbirler almaya çalışmışlardır. Nitekim III. Selim bir hattı hümayununda rüşvet alanlar için “Evladım dahi olsa kıyarım ve siyaset ederim.” diyecektir. Buna rağmen rüşvetin önü alınamadığından Tanzimat reformcuları, rüşvetle mücadeleyi sistemli hale getirmek için birtakım düzenlemeler yapmışlardır.
1840 yılında çıkarılan Ceza Kanunu’nda yer alan düzenlemelerle rüşvet ve sirkat (hırsızlık) yoluyla devletin zarara uğratılmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Kanuna göre; vezirlikten katipliğe kadar devlet memuriyetinde bulunan kişiler devletten maaş aldıklarından “hediye” adı altında rüşvet kabul etmeyeceklerdir.
Rüşvet alan memurun aldığı para hazineye iade edilecek, bütün makam ve mansıpları geri alınarak üç yıl küreğe mahkûm edilecektir. Rüşvet veren kişi de eğer bunu bir zorunluluktan vermişse en kısa zamanda devleti haberdar edecek aksi takdirde sürgünle cezalandırılacaktı.
Yine diğer bir düzenlemeye göre de “tahsilat, masarif ve imalatla” ilgili memurlar her ay verecekleri hesap dışında yılda bir defa da görevlendirilen bir memura hesap vereceklerdi.
İlginç bir şekilde, Tanzimat Fermanı’nın ilanı sırasında Sadrazam olan Hüsrev Paşa; rüşvet aldığı duyulunca parayı iade etse de Ceza Kanunnamesi’ne göre yargılandı. Ceza Kanunnamesi’ndeki “hatır gönül, rütbe makam ve itibara bakılmayıp umumen ve mütesaviyen muamele olunacağı” ifadesi, Paşa’nın yargılanmasının önünü açmıştı.
Yargılama sonunda bir daha devlet görevine dönmemek üzere emekli edilmesine, maaşının kesilmesine, cezasının üçte biri olan sekiz ayı karakolda geçirmesine ve cezanın bitimi sonrasında Tekfurdağı’na (Tekirdağ) sürülmesine karar verildi.
Bir eski sadrazama bile ceza verilse de özellikle vergi toplanmasında rüşvet ve yolsuzlukların önüne geçilemediği görülmektedir. Bu nedenle 1849’da yapılan bir düzenlemeye; yine rüşvet ve yolsuzluklarla devlet malının zimmete geçirilmesinin önlenmesine dair hükümler konulmuştur.
Alınan tedbirler yeterli olmadığından daha sonra padişah dahil olmak üzere ricalin ”rüşvet almayacaklarına dair Kur’an’a el basarak yemin etmeleri”, taşrada da memurların halkın gözü önünde yemin etmeleri kararlaştırılmıştır. 1850 yılında çıkarılan bir nizamname ile de “hediye” ile “rüşvetin” ayrımı yapılmış, memurların neleri hediye olarak kabul edebileceği hükme bağlanmıştır.
Cumhuriyete miras
Osmanlı döneminde bir türlü çözülemeyen rüşvet meselesi cumhuriyete de intikal etmiş gözükmektedir. Atatürk devrinde mahkemelere akseden rüşvet hadiselerine bakıldığında mübadeleden dolayı özellikle iskanla uğraşan memurların rüşvet ve yolsuzluk olaylarına karıştığı görülmektedir. Bu durumun bir sonucu olarak mübadillere ev ve arazi dağıtımında usulsüzlükler ortaya çıkmıştır.
Hemen her alanda görülen rüşvet hadiseleri, askeri alanda da yaşanmış ve rüşvet aldığı tespit edilen subaylar ordudan ihraç edilmiş, bazılarına para ve hapis cezası da verilmiştir. Tahmin edileceği gibi bunlar içinde askere alma işlemleri de vardır.
Diğer grubu ise muhasebe ve vergi memurları oluşturmaktadır. Ayrıca rüşvet alan meslek grupları arasında müftü ve cami görevlileri de bulunmaktadır. Cumhuriyet Arşivlerindeki bir belgeye göre; bazı din görevlilerinin “fetva karşılığında para ve eşya aldıklarına dair duyumlar olduğu” ifade edilmektedir.
Atatürk devrinin en büyük siyasi yolsuzluk olayı ise “Yavuz-Havuz Davası’dır”. Yavuz zırhlısının havuza alınarak tamir edilmesi sürecinde rüşvet aldığı iddia edilen Bahriye Vekili Topçu İhsan Bey (Eryavuz), Başbakan İsmet Paşa’nın talebiyle Divan-ı Âli’ye yani Yüce Divan’a sevk edilmiş ve yargılama sonunda iki yıl hapis cezası verilmiştir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında özellikle Ankara’da yaşanan yolsuzluklar, arsa spekülasyonları ve rant sağlama gayretleri çeşitli eserlere yansımıştır. Bu örnekleri Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’sında ayrıntılı bir şekilde görmek mümkündür.
Sonuçta gerek Osmanlı gerekse cumhuriyet devrinde bütün tedbirlere rağmen rüşvet ve yolsuzlukların önü alınamamıştır. Ancak burada mutlaka ifade edilmesi gereken husus, rüşvet hadiselerinin normal karşılanmadığı ve en azından yargıya intikal ettirildiği gerçeğidir.
Son yirmi yıllık AKP iktidarının ise en büyük farkı budur. Bu dönemde büyük bir pişkinlikle hareket edilmiş, açıktan verilen rüşvetlerin ve ortaya çıkan yolsuzlukların bile üzeri kapatılmıştır. Son olarak yargıdaki rüşvet iddiaları sadece birkaç gün gündemde kalabilmiş ve yine yapanın yanına kâr kalmıştır.
Elbette asıl sorun halkın artık yolsuzluk ve rüşvet hadiselerini tamamen kabullenmiş gözükmesi, Avrupa’da hükümet düşürecek olayları normal görmesi ve bunun bedelinin ekonomik krizle ödendiğini bile anlayamamasıdır.
Bu durum yirmi yıldır İslamcı bir partinin yönetimde olduğu Türkiye’de toplumsal yozlaşmanın hangi boyutlara vardığının önemli bir göstergesidir.
Kaynaklar: Mehmed Neşri (1949), Neşri Tarihi (Yay. Haz. F. Reşit Unat, M. Altay Köymen), Ankara, TTK, C. I; Köse, S. (2008), “Rüşvet”, DİA, C. 35, s. 303-306; Mumcu, A. (1969), Osmanlı Devleti’nde Rüşvet, AÜ Hukuk Fakültesi Yayınları; Daşçıoğlu, K. (2005), “Osmanlı Döneminde Rüşvet ve Sahtekârlık Suçları”, Sayıştay Dergisi, S. 59, s. 119-124; Çelik, A. (2020), “Arşiv Belgelerine Göre Atatürk Dönemi Rüşvet Vakaları ve Rüşvetle Mücadele”, Pamukkale Üniversitesi SBE Dergisi, S. 40, s. 17-35; Afyoncu, E. ( 2010), “Ahmet Şemsi Paşa”, DİA, C. 38, s. 527-529.
Şeytan teferruatta gizilidir
Osmanlı etrafındaki müslüman beyliklere acımadı. Tamamını cebren ilhak etti.
Düşünebiliyomusunuz bir beylik mensubu padişaha, sırf intikam almak için rüşvet veriyor.
Başkalarının göz yaşı üzerine mutluluk kurulmuyor. Beyliklerin kendi aralarındaki iç savaşlar cabası, bugünden düşünüyorsunuz da ne kadar ilkel ve kaba bir hayat. Anadoluda yaşam yüzyıllar boyunca sürekli içdüşman biriktire biriktire bugünlere gelmiş.
Aslında Osmanlının islama faydasımı oldu zararımı oldu diye bir çalışma yapılması lazım. En azından bundan sonra aynı hataları yapmayız.
Bugün günümüzdeki diziler ile Saray ailesi ile alakalı anlatılan lanse(bazıları abartı ve iftira) edilen ahlaksızlıkları çoluk çocuk hep birlikte insanların ağzının suyu akak aka izliyor bütün Türkiye ve hatta bütün dünya (islam alemi olan olmayan).
Geri dönülmesi mümkün olmayacak şekilde bir bozulma bir metamorfoz yaşanıyor bu iktidar imkanlarıyla ve/veya eliyle
Miliyetçi ve dinci kesimin fevkalade bozulmasına şahit olduk oluyoruz.
Bu iktidar döneminde kasıtlı üretilen ve imkan mekan bulan Türk_dizi sektörü sayesinde, dünyaya islamı anlatırken bundan sonra Türklük ve Osmanlıcılık ile anlatma, örnek gösterme ve referans verme olanağımız maalesef sıfırlandı. Taaa Amerikanın bilmem ne kasabasında bir iş adamı bu dizileri izleyip etrafına anlattığına şahit olduk.
Konudaki Rüşvet mevzusu başka bir alem
Her türlü ahlaksızlığa islami bir fetva bulabilmeleri bambaşka bir garabet, korkunç bir yaklaşım
-Bir dayı banka gişe memuresine evladım sol el ile çay içmek mekruhtur diyor, kızın cevabı ise manidar; “dedecim sağ elimle sizin faizinizi hesap ediyordum”
-Pezevenk(afedersiniz) 5 vakit namaz kılıyor
-En büyük tekel bayisinde rakıların yanında mescid var ve bayanların tamamı başörtülü.
-Yeşil denilen bir işkenceci var, sabaha kadar işkence etmiş, işkenceye sabah namazı arası veriyor.
-Padişahlar bilmem kimler, ileri gelenler, imkan sahipleri filan Haseki ve Karabaş kullanmış. Biz bugun kızkardeşlerimizin en küçük yanlışına mermiler ile cevap veriyoruz.
Dünyaya ümit sağlayacağımıza inan bizler
Biz cemaat mensupları ise abdestsiz kuran okunurmuyu tartışıyoruz, enseyi karartıyoruz.
Canlanamadığımız işsiz kaldığımız için kapitalimze yöneldik. Parası olan parasına para katıyor. Arabası olan bir üst modele geçiyor. Perişan olan ise daha bir perişanlaşıyor
Bulunduğu ülkede hiç derse çağrılmayan insanlar var(8 yıldır) müthiş bir potansiyel yok ediliyor bilinçli olarak. İdaredekileri allah islah etsin