Bir ülke niçin batar?

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Önce bir haber paylaşayım:

TÜİK’in 2016 verilerine göre Türkiye’de çocuk istismarıyla ilgili dava sayısı, son 10 yılda yaklaşık 3 kat artarken 250 bin çocuk istismara uğradı. İnsan Hakları Derneği’nin 2018 raporuna göre, çocuk istismarında dünyada 3. sırada yer alan Türkiye’de; 2002’den 2018’e kadar 440 bin çocuk doğum yapmış. Bu istatistiklerin yaklaşık 5 yıllık olmasının sebebi ise AKP iktidarının algı aparatına dönüşen TÜİK’in bu konuda çarpıtma da olsa artık istatistik paylaşmaması.

Keza Adalet Bakanlığı da nicedir çocuk istismarına yönelik verileri artık paylaşmıyor.

Hukuk sisteminde bulamadıkları adaleti TV stüdyosunda arayanların programında izledim. “Çocuklarınızı sokağa çıkarmayın” diyordu sunucu kadın. Stüdyoya doluşturulan ve arada sinirlerini zirveye tırmandıran tüm konuklara çıkışarak, “Koluna telefon numarasını dövme ile kazıtın” demeye kadar vardırdı işi.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Böylesi bir duruşun ve duvarın tepesine tırmanıp, cümle âleme akıl fikir vermenin son derece sakıncalı olduğunu daha önce başka bir vesile ile dile getirmiştim. “Bakın Batı’da ne güzel, komşunun çocuğunun başını bile okşayamazsınız, içeri alırlar sizi” şeklinde sosyal bilim allameliğine soyunmanın en az mevcut tablo kadar sakıncalı olduğuna değinmiştim…

Bisiklet Hırsızları filmi aklıma geldi nedense. Varını yoğunu satıp borç/harç bir bisiklet alan küçük Bruno ve babasının hikâyesi. Film olarak muhteşem bir iş çıkarmıştı De Sica, ancak finalde ‘sizden daha sefalet içinde olanlar vardır ve onların hırsızlıkları da dahil bazı şeyler mubahtır’ mesajı beni hep rahatsız etmiştir. Allah’tan Macidi çok sonra Cennetin Çocukları ismiyle benzer bir sefalet tablosundan muhteşem Doğulu bakış açısı çıkarmıştı da, kendi duruşumuzla ilgili iç rahatlığı vermişti. Bisiklet Hırsızları filmindekinden daha perişan bir ailenin çocukları, kendi ayakkabıları olmadığı halde, cami çıkışında ayakkabılara göz kulak olabiliyordu Cennetin Çocukları’nda.

Ülkemizde şöyle bir tuhaflık var: Sorunları gidermek, sıkıntıları bertaraf etmek yerine başka şekil çözümlemelere gidiyoruz. “Dikkat bozuk zemin” yazıyoruz misal olarak yollarımıza. Oraya o levhayı koymak yerine zemini düzeltmek aklımıza mı gelmiyor acaba?

Bizim insanımız çocukları çok sever. Öyle anneler bilirim ki, çocuklarıyla çarşıya pazara çıkmayı pek istemezler. Zira çocukla çıkılan bir alışveriş sonrası eve dönüldüğünde yanakları kıpkırmızı olmuştur çocukların. Bu nedenle önlük sektörü bile çözüm üretmişti; üzerine “Sev ama öpme” yazılı önlükler sürülmüştü piyasaya. Ne derece etkili oldu bilemem ama benim için çok şey değişmedi. Ne zaman yanakları al al bir çocuk görsem anne kucağında, ısırmak geçer içimden!

Nasıl bir bozulma, ne menem bir yozlaşma ise bu ülkenin çocuklarına tuhaf şeyler oluyor bugünlerde. Son bir yılda binden fazla çocuk kaybolmuş ya da kaçırılmış. İnsan detaya indikçe okuduğu, izlediği ayrıntılar kanını donduruyor. Komşunun çocuğunu öldürüp sobada yakandan âşığının öldürdüğü öz evladını tarlaya atana, kendi evladına cinsel istismar yapandan boşandığı karısından intikam için bebeğini kaçırıp öldürenlere kadar geniş ve korkutucu bir yelpaze var karşımızda. Tecavüz ettiği torununu gömen sapık dedenin aslında fizyolojik babası olduğunu öğrendiğimiz gün ülkede kıyametin kopması gerekirdi ama nerde! Ve tabii bir de Ceylan var; havan mermisiyle paramparça edilen. Evladının parçalarını eteğinde toplayan bir anne düşünün, nasıl isyan etmez ki insanlık!

Sevgi hariç her şeysiz büyüyebilir bir çocuk.

Ayakkabısı olmayabilir, bisikleti, bebeği, oyuncağı… Ama sevgiyi esirgediniz mi bir çocuktan hayatı almışsınız demektir. Küçükken sevilmeyen, okşanmayan, pışpışlanmayan bir çocuk, büyüdüğü zaman tam insan olamaz bence. Bunca sapığın, hırsızın, adam kaçıranın derinlerine inilirse eğer kendi çocukluklarındaki sevgisizlikle başladığı görülecektir bozulmanın.

Bu nedenle, “çocuklarınızı kimseye sevdirmeyin, sokağa bırakmayın, parka yollamayın” diyenleri çok ciddiye almamak lazım.

Lakin bunca suçu ve suçluyu ciddiye almak, hem de çok ciddiye almak gerekiyor. Pencereler ve kapılar sıkı sıkıya kapanarak suç önlenmez, toplum düzelmez. Demem o ki, elbette bir yandan ilgilenmeliyiz işin kriminal boyutuyla. Ancak çok daha önemlisi, toplumsal yönü işin. “Ne veya neler getirdi bu toplumu bu boyuta?” bunun üzerinde ciddi düşünmek, araştırmalar yapmak ve çözüm üretmek gerekiyor kanımca.

Değil bir şehrin, bir bölgenin… Tüm ülkenin, tüm dünyanın çocukları çok değerli çünkü. Dün Bosna’nın, Filistin’in çocukları için yandığı kadar içimiz yanmalı Müslime için…

Ve diğerleri…

Ege’de, Meriç’te boğdurulan günahsız çocukların ahı bu ülkeyi yerin dibine batıracak.

Benden söylemesi…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Ege ve merihte boğulan çocuklar gerçek yüzlerin ortaya çıkmasıdır aslında yani çocuk düşmanlığının ortaya çıkması söz konusu. Bunu hainler diyerek maskelemeye çalışmaktadır ancak maskeyi kaldırdığınızda ortaya çocuk düşmanlığı çıkıveriyor. Yani insanın kıymetsizliği ortaya çıkıyor aslında. Burada çocuklara yönelik suçların artmasının nedeni çocukların zayıf oluşudur. Çocuklar kendilerini savunamazlar. Savunmasızlar. İnsanlığa karşı düşmanlık burada kendini daha rahat gerçekleştirmektedir. Aslında cemaate karşı düşmanlıkda benzerdir. Cemaatin adını terör koyunca o insanlara yani insanlığa rahatlıkla saldırabiliyorsunuz. Kadınlara karşı fiziksel ve cinsel şiddet de aslında insana karşı düşmanlıktır. Bu düşmanlığın temel özelliği zayıflara karşı daha kolay yansıtılmasıdır. Çünkü özünde bu insanlar korkaktır. Güçlü bir rakibe saldırmayı göze alamaz. Zarar görmekten korkmaktadır. Burada sanki güçün belirleyiciliği söz konusudur. Kendini ifade etmek için yada varoluş gayesini gerçekleştirmek için insan zayıf kurbanlar aramaktadır. Aslında bu insanlar kendilerini gerçekleştirememiştir. Ego bütünlüğünü sağlayamamıştır. Çünkü süperegoları boştur, zayıftır. Aşağıdan gelen dürtüleri dengeleyememektedir. Bu olaylar alkol ve uyuşturucunun yaygınlaşması ile sanki korele gitmektedir. Bunlar da süperegoyu devre dışı bırakmakta yada zayıflatmaktadır. Dolayısıyla kişi dışarıdan insan suretinde görülse bile aslında o dürtülerini kontrol edememektedir. Toplumdan, güçlüden çekinmektedir ama zayıf birisi karşısına çıktığında dürtüleri önünde hiç bir engel kalmamaktadır. Cemaatin türkiyeden kovulması çok anlamlıdır. Süperegoları boşaltılmış egolar süperegosu yani ahlaki veya cennet cehennem kavramı yada ahiret inancı olan birini gördüklerinde o insanı çekememektedirler. Her ideolojinin bu konuda birleşmesi aslında ideolojilerinin superegosuz olduğunu göstermektedir. Cemaat güçlü görünürken sesini çıkaramayan herkes cemaat zayıfladığında kadın, çocuk, yaşkı, hasta demeden hucüm etmeleri aslında kendilerini ifade etmedir. Sanıyorlar ki dünyanın diğer yerleri de böyle yani kendileri gibi. Dünyada değerlerin olduğunu bilmiyorlar. Toplumların ahlaki değerleri vardır ve bu değerler ile o toplumun süperegosu beslenir ve topluma faydalı bireyler yetişir. Işığı sönmüş bir toplum ise birbirleri ile kavga eder dururlar. Cemaate karşı oh olsun diyen aydın görünümlü insanlarda intikamlarını seslendirmektedir. Yine tekrar ediyorum bunu çocuklar dahil demektedirler. İntilamları yani dürtülerin esiri olmuşlar. Superegoları yada ahlaki değerleri yok ki o insanı dengelesin. Kendisini ifade etme adına sadece intikamını ifade etmektedir. Eğer cemaat birden güçlense hemen susacak çünkü korkacak. Cemaatten korkan insanlar aslında intikam duyguları beslemektedir ve bu duygunun açığa çıkmasından korkmaktadır. Fakat cemaati tıpkı bir çocuk gibi savunmasız görünce kendini ifade etme, kendini gerçekleştirme, konuşma şansı, varoluş gayesini gösterme şansı buldu. Hepsi cemaate karşı aynı cümleleri kurmaktalar. Sanki aynı merkezden aldıkları cümleleri kurmaktalar. O cümle sanki bir ayet inmiş gibi tekrarlanıp durmaktadır. Mesele sadece taciz, tecavüz, şiddet değil, insanlar zayıf buldukları insanları dolandırmaktadır, soymaktadır. Süperego devre dışı kaldığında kötülüğün sınırı da kalkmaktadır. Kötülük sanki sınırsız gibidir. Belli ahlaki değerleri olan kötü bir komutan bir ülkeyi fethettiğinde kadınlara, çocuklara, ihtiyarlara dokunmayın diyebilir. Çünkü az da olsa kendine göre bir ahlaki değeri vardır ve “kendime kadınlara dokundu dedirtmem” diyebilir. Ama şimdiki müslümanlar olsun, oh olsun diyen kemalistler olsun bunun kırıntısını bile söylemiyorlar. Sanki bir kötülük var ve sınırı yok, sanki merhametsizlik var sınırı yok. Sonsuz dipsiz bir kuyu gibiler. Onlara bakınca dehşete düşüyorum. Bir insan nasıl böyle olur diye. Fakat onları bekleyen korkunç bir son var. Sınırsız kötüler sınırsız bir düşman algısına kapılacaklar. Çünkü kötülük yapıyorsan düşman kazanıyorsun demektir. Bunlaeın kafasında sınırsız bir düşman paranoyası gelişecek. Hiçbir düşmanları olmadığı halde sınırsız bir düşman var gibi korku, panik içinde yaşayacak. Bir insan bünyesini bu kadar intikama teslim edebilir mi? Tanrıları onlara intikam duygusunun üstünlüğünü ve gücünü öğretmektedir. Sonsuz yıkıcılığı sonsuz güç sanmaktadırlar. Yani cemaat ezilirken kendilerini güçlü sanıyorlar. Bence bunlar düzelemeyecek ve insan olamadan ölecekler.

  2. Her nimetin şükrü kendi cinsinden..

    Her günahın bedelide belli ki aynı kabilden.

    1-Cebinde 1 dolar bulduklarını hapse attılar, bugün halk birgün ilerde lazım olur, kara borsa da bozdurması da kolay olur di diye 1 dolarlık küçük paraları kenara tasarruf yapıyorlar İhtimal çoğu da F serisidir.

    2-İnsanların işten atılmasına sevindiler, bizim çoçuklara yer açıldı diye düşündüler, Türgev den sıra gelmedi, ne KPSS de kadro açılıyor, ne öğretmenlik çok sayıda öğretmen alıyor. Sevinenlerin çocukları hala giremiyorlar.

    3-KHK lıyı, kapattıkları kurum çalışanı gariban insanlara ağaç kabuğu yiyin dediler, şimdi ağaç kabuğu yeme durumuna geldiler..

    Bunlar gerçekleşti..

    Denkte geldi.

    Lakin daha şunların karşılığı görülmedi.

    Kahraman polisini hapse tıkmanın bedeli…?

    Kahraman ordusunu lağvetmenin bedeli….?

    Yetişmiş insanını, onu da geçtik masum insanını , kadın, bebekli demeden hapse tıkmanın bedeli…?

    Onbinlercesini mülteci etmenin bedeli…?

    İşkenceler, hapishanede ölüme terk etmeler…?

    Dikkat ederseniz, bunlar daha gelmedi.

    Hani Fetih suresinde açık bir fetihle müjdelenen durum 9 yıl sonra ortaya çıkmışsa, ihtimal, buradan ilahi işleyişe bir yol bulup, yine tarihte yaşanan pek çok olayda hemen gerçekleşmeyip musibetler biraz geriden gelmesini hatırlayıp, diyorum ki..

    Bugünkü ilk can yanmalar daha ilk olayların etkileri..

    Daha sırada diğerleri var..

    Ey halkım, hala hapisteki adamlar umrunda değil, hala içerdeki adamlara burun kıvırıyorsun, hala zulme sessizsin ve kalben taraftar değilsin mazluma ve inatsın..

    Öyleyse ey halkım, daha çok ama çoook çekeceğin var..

    Benden söylemesi..

    Akıllanmazsan sen bilirsin..

    Seni Allah akıllandıracak belli ki..

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin