Bir türlü değişen her türlü değişir

YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU

Değişim hem olumlu hem de olumsuz anlamda kullanılan bir kelimedir. Değişim dediğimizde bazen gelişmeyi, ilerlemeyi, derinleşmeyi, inkişaf etmeyi anlarız ki bu matlup ve makbul olan bir değişimdir. Nitekim Allah Resûlü’nün, “İki günü eşit olan ziyandadır.” (Deylemî, el-Müsned, 3/611) sözleri de bir mü’minin her yeni günle birlikte bir şeyler öğrenmesini, dünün üzerine yeni bir şeyler ilave etmesini ve böylece sürekli terakki etmesini salıklar.

Bununla birlikte değişim bazen de bozulma, savrulma, başkalaşma, kayma, çözülme, değerlerinden kopma, kimliğinden uzaklaşma gibi anlamlarda kullanılır. Bizim bu yazıda üzerinde duracağımız konu da değişimin bu olumsuz anlamıdır.

Cahiliye şairlerinden biri olan İmrü’l-Kays’a isnat edilen şöyle bir söz vardır: “İki şey vardır ki onları başlatması sizin elinizde olsa da bitirmesi sizin elinizde değildir. Bunlar, savaş ve yangındır.” Gerçekten de başlamış bir savaş ve yangın kısa sürede kontrolden çıkabilir ve onları durdurmak hiç de kolay olmayabilir. Fethullah Gülen Hocaefendi, İmrü’l-Kays’ın dile getirdiği bu iki hususa bir üçüncüsünü daha ekler ve bunun da değişim/başkalaşma olduğunu söyler. Arkasından da şu cümleyi ekler: “Bir türlü başkalaşan her türlü başkalaşır. Dolayısıyla o kapı hiç aralanmamalıdır.” (Vuslat Muştusu, “Siz Kendinizi Değiştirmedikçe”)

Evet, taviz tavizi doğurur. Kendi dininden ve değerlerinden ödün vermeye başlayan bir insanın nerede duracağı kestirilemez. Bugün mekruhları işleyen yarın haramları işler. Bugün mendup ve sünnetlerden taviz veren yarın vacip ve farzlardan taviz verir. Bir kere harama adım atan kişinin ikinci adımı atması çok daha kolay olur. Ödün verilen şey her ne olursa olsun, ister adab-ı muaşeret kuralları, ister ahlakî normlar, ister helâl ve haramlar, isterse dinin daha başka emir ve yasakları, bir kereliğine denilerek yapılan her ihmal ve ihlâlin büyük ihtimalle arkası gelir.

Bediüzzaman Hazretlerinin, “Her günah içinde küfre gidecek bir yol var.” (Lem’alar, 2. Lem’a) sözü tam da bu gerçeği ifade eder. Bir zamanlar değil mekruh ve haramlara, şüpheli şeylere bile yaklaşmayan insanların bir gün nasıl olup da gırtlağına kadar günah bataklığına saplandıklarının izahı burada yatar. Dinî yaşantıda verilen tavizler, işlenen günahlar insanı alıp bambaşka vadilere götürebilir. Aynı şekilde işin başında samimi bir mü’min oldukları hâlde, daha sonra deizm, agnostisizm, ateizm gibi küfür cereyanlarına kapılan insanların hikayesi de bundan farklı değildir. Duygu ve düşüncelerdeki küçük kırılmalar dikkate alınmadığı, zihne giren şüpheler önemsenmediği ve sürekli imanî hakikatler üzerinde durulmadığı takdirde küfür ve ilhad düşüncesi adım adım zihni ve kalbi işgal edebiliyor.

Peki, nedir insana değerlerinden taviz verdiren, onu değiştiren ve başkalaştıran faktörler? Tabii ki en başta nefis. Zira o, Kur’ân’ın ifadesiyle insana sürekli kötülüğü emreder. (Yusuf sûresi, 12/53) İçinde hırs, tamah, adavet, haset, gayz, kin, mala düşkünlük, ucb, kibir gibi birçok negatif duyguyu barındırır. Sürekli haz ve zevklerinin peşinde koşar. Arzu ve tutkularının esiri olur. Gaflet ve eğlenceye dalar. Dünyaya çok düşkündür. Doyumsuz ve tatminsizdir. Umursamaz ve sorumsuzdur. Kendine müpteladır. Kendine güvenir, kendini beğenir. Hiçbir eksiklik ve kusuru kendine konduramaz. Avukat gibi sürekli kendini müdafaa eder. İyilikleri kendinden bilir. Sürekli övülmek, methedilmek ister. Kendinde bir çeşit rububiyet vehmeder.

Terbiye ve tezkiyeye tâbi tutulmayan böyle bir varlığın insanı nasıl baştan çıkarabileceğini tahmin etmek zor değildir. Bu sebeple Allah Resulü nefisle mücadeleye “büyük cihad” demiştir. (Beyhakî, ez-Zühd, 1/165) Akıllı insanı, “nefsini dizginleyip onu idare edebilen ve ahiret için amel yapabilen insan” olarak tarif etmiştir. (Tirmizî, kıyâmet 25) Kur’ân, kurtuluşa erenlerin nefislerini tezkiye ve terbiye edebilen kimseler olduğunu beyan etmiştir. (Şems sûresi, 91/9) Nice hak dostu, dinin, en temelde nefisle mücadeleden ibaret olduğunu belirtmiştir. 

Nefisle mücadelenin, onu idare etmenin, terbiye ve tezkiyeye tâbi tutmanın en başta gelen yollarından biri, ona sınırlarını göstermek ve bu sınırları aşmama konusunda kararlı durmaktır. Zira bir kere taviz koparan nefis orada durmaz, daha ötesini ister. Haramları tadan bir nefsi, bir daha helâl dairenin keyfe kâfi olduğuna ikna etmek çok zor olur. İnsan ibadet ü taatini bir kere aksatmaya görsün, nefsi, ümidini kesinceye kadar bu konuda artık onun yakasını bırakmaz. Nefis bir kere dünya nimetlerine alıştı mı artık kolay kolay bir daha onlardan vazgeçemez. İnsan bir kere heva ve heveslerinin sözüne girdi mi artık onun için değişim başlamış demektir ve bunun nerede duracağı da belli olmaz.

Özellikle makam, mansıp, paye, şöhret, servet gibi şeyler dikkat edilmediği takdirde insanı değiştirir, yozlaştırır. Zira bunlar sayesinde insan güç elde eder, takdir ve alkış alır, imkânlara kavuşur, arzu ve tutkularını gerçekleştirme fırsatı bulur. Şayet bu tür insanların kalpleri iman, ihlas, takva, Allah korkusu gibi duygularla dolu değilse bir süre sonra onların güç zehirlenmesine maruz kalması, başkalarına tepeden bakması, onları hegemonya altına almaya çalışması kaçınılmaz olur. Nice dindar ve müttaki görünen zatlar bu tür imkânlarla imtihan olmuş ve değişmişlerdir. Zira bir süre sonra onların her biri birer Firavun, Nemrut veya Karun kesilmiştir.

Modern dönemde yaşayan bizlerin değişime direnmemiz çok daha büyük gayret ve efor gerektiriyor. Zira modernitenin eritici kazanı içine girip de kendi olarak kalabilmiş insan sayısı oldukça azdır. Modern dünya, eğitim sistemiyle, medyasıyla, modasıyla, reklamlarıyla, dizi ve filmleriyle herkese seküler, maddeci, hedonist ve pragmatist bir hayat tarzı dayatıyor. Bir sel veya çığ gibi önüne kattığı insanları sürükleyip götürüyor. Giyim tarzından yaşam şekline, terbiye usullerinden insanî ilişkilere, oradan hedef ve önceliklerin ne olması gerektiğine kadar standartlar belirliyor ve bunları herkese empoze ediyor. Doğru ve yanlış, güzel ve çirkin, iyi ve kötü için ölçüler koyuyor, bu ölçülerin dışına çıkanları dışlıyor. Modern dünyanın hayat felsefesi ile ilahî kaynaklı değerler arasında ikilem yaşayan niceleri tercihlerini birinciden yana kullanıyor ve bir değişim vetiresine giriyorlar.

Bu değişimin sonunda ne oluyor derseniz şunları söyleyebiliriz: Hayatın anlamı değişiyor, zihinler sekülerleşiyor, şeaire karşı hürmet ve saygı kalmıyor, helâl-haram hassasiyetleri kayboluyor, gaye-i hayal unutuluyor, tebliğ ve irşat aşkı sönüyor, ibadet ü taatte gevşeklik başlıyor, ahlakî normlar ihlâl ediliyor, edeb ve haya hissi yara alıyor, kendi değerlerine karşı güven duygusu zedeleniyor, maneviyat dünyasından ve metafizik âlemden uzaklaşılıyor, kimlik bunalımı yaşanıyor. Hatta bunların çok daha ötesinde savrulmalar, çözülmeler oluyor. Fakat daha ötesini tasvir etmeye gerek yok.

Burada akla şöyle bir soru gelebilir: İşin başında özüne bağlı insanlar nasıl oluyor da bir süre sonra bu kadar özünden uzaklaşabiliyor, kendi değerlerine yabancılaşabiliyor? Nasıl oluyor da din, iman, Kur’ân diyen insanlar dinle, imanla, Kur’ân’la telifi imkânsız işler yapabiliyor? Çünkü değişim adım adım gerçekleştiği için sahilden ne kadar uzaklaştıklarının farkına varamıyorlar. Ayrıca insanoğlunun her davranışını meşrulaştırma ve rasyonelleştirmeye duyduğu derin psikolojik ihtiyaç, onları da yanlışlarına bir kılıf bulmaya ve yaptıklarını müdafaa etmeye sevk ediyor. Daha da üzücü olanı, davranış ve yaşayışla birlikte duygu ve düşünceler, ölçü ve kıstaslar da değişmeye başlıyor. İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlıyor. Tabii şeytan da bütün bunları büyük bir fırsat olarak değerlendirmesini iyi biliyor.

Kur’ân’da yer alan, “Bir millet kendilerinde bulunan güzel ahlâk ve meziyetleri değiştirmedikçe Allah da onlara verdiği nimeti, güzel durumu değiştirmez.” (Enfal sûresi, 8/53); “Bir toplum özündeki güzellikleri değiştirmedikçe, Allah Teâlâ da onlara lütuf buyurduğu nimetlerini ve iyi hâli tağyir etmez.” (Ra’d sûresi, 13/11) âyetleri özünü değiştiren insanları bekleyen tehlikelere işaret etmek suretiyle değişime karşı çok dikkatli olmamız gerektiğini ifade ediyor. Bu konuda bizi tembih eden diğer bir âyet-i kerime de şudur: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduktan, hidayeti tabiatınızın bir yanı hâline getirdikten sonra sapanlar size zarar veremez.” (Mâide sûresi, 5/105)

Kur’ân-ı Kerim, Allah’ı unutan insanlara Allah’ın da kendilerini unutturacağını beyan eder. (Haşir sûresi, 59/19) Fethullah Gülen Hocaefendi, âyetin ikinci kısmını izah sadedinde şu kaydı düşer: “Böylece kimlik bunalımına girdi, ruhlarını kaybetti, yürüdükleri yörüngeden çıktı ve başkalaşma sürecine kapılıp gittiler.” (Kalb İbresi, “Heyecan Yorgunluğu ve Diriliş Hamleleri”) Demek ki başkalaşmadan salim kalabilmenin öncelikli yolu, iman ve ihsan şuuruyla bir hayat yaşamadan geçiyor. Bunun yanında modern dünyanın manevi ve ahlakî değerleri aşındırıcı hayat tarzıyla baş edebilmek için salih daireler oluşturmak, sadıklarla beraber olmak ve her daim müspet yönde kendimizi geliştirmek de çok önem arz ediyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

10 YORUMLAR

  1. “İşin başında özüne bağlı insanlar nasıl oluyor da bir süre sonra bu kadar özünden uzaklaşabiliyor, kendi değerlerine yabancılaşabiliyor?”

    orta asya hizmet okulunan mezun birisi olarak söylüyorum, bizi kullandiniz. Iman, din, hizmet, kardeslik vs edebiyatını yapip, sonra da siyasilerler kirli iliskilere girip, neticede milyonlarca insanlarin zalimin eline dusmesine sebep oldunuz. kendiniz de kanada, amerika, avrupada yasayip ahkam kesiyorsunuz.

    yureginiz varsa, osman şimşek, cevdet turkyolu, mehmet degerli, mustafa ozcan, adil öksüz hakkinda yazsaniz? ama buna yetecek ne yureginiz, ne serefiniz, ne insafiniz var.

    Ve hergun yaşamı için mucadele edenlerden, yalniz kalanlardan ve sizin tabirinizle “yabancilasan” insanlardan ne kadar uzaklastiginiz belli oluyor.

    biz yabancilasmadik. siz uzaklastiniz.

    vesselam. sizin din ve hizmet anlayisiniz size, benimki bana.

  2. Değişim, bozulma, savrulma, başkalaşma, kayma, çözülme, değerlerinden kopma, kimliğinden uzaklaşma… Evet çok önemli kavramlar. Fakat başlangıç noktası neresi bu değişimin? Nereden başlıyor bu değişim? Ne zaman başladı ve ne zamandır devam ediyor? Neyi milat alacaksınız değişimi kastederken? Kur’an ve Sünnet’i mi, Risaleleri mi, Pırlantaları mı?

    Değişim… Tağutlastirilan Said Nursi veya Fetullah Gülen gibi insanların (veya diğer tarikat ve cemaatlerdeki başka üstadların, diğer kainat imamlarının) belirlediği esaslardan mi başkalaşım ve değişim, yoksa dinde hiç yeri olmadığı halde uydurulan itikadi bid’atlerle ortaya çıkan değişim mi kastedilen? Hangi değişim?

    Soruyorum, Allah(CC) ve Rasulullah(sav) aşkına… Türkiye’nin neredeyse bütününe yakınının itikadina işlemiş bir tane sahih dayanağı bile olmayan her yüzyıla bir gelen müctehid inancı itikadi bir değişim değil midir?

    Lütfen şu ayetlere bir kulak verin, kelime kelime bir bakın, inceleyin…

    قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ
    De ki: “Göklerde ve yerde Allah’tan başkası gaybı bilmez.” Onlar, ne zaman diriltileceklerinin farkında değillerdir.
    (27/Neml Suresi, 65)

    اِنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَيُنَزِّلُ الْغَيْثَۚ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْاَرْحَامِۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ مَاذَا تَكْسِبُ غَدًاۜ وَمَا تَدْر۪ي نَفْسٌ بِاَيِّ اَرْضٍ تَمُوتُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ
    Şüphesiz ki kıyametin (ne zaman kopacağına dair) bilgi Allah’ın katındadır. (O) yağmuru indirir, rahimlerde olanı bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse hangi yerde öleceğini bilemez. Şüphesiz ki Allah, (her şeyi bilen) Alîm, (her şeyden haberdar olan) Habîr’dir.
    (31/Lokmân Suresi, 34)

    مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ
    Allah pis ile temizi birbirinden ayırmadan, siz müminleri bulunduğunuz hâl üzere öylece bırakacak değildir. Allah sizi gayba muttali kılacak da değildir. Fakat Allah (gaybı bildirmek için) resûllerden dilediğini seçer. Allah’a ve resûllerine iman edin. Şayet iman eder ve sakınıp korkarsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.
    (3/Âl-i İmran Suresi, 179)

    Âl-i İmran Suresi 179. ayette gaybin sadece rasullere bildirilecegi açık açık yazılı iken, gaybin en son habercisi de Rasulullah(sav) iken, içlerinde onlarca alim, cennetle müjdelenmis onlarca insan bulunan Ashab-ı Kiram’dan(rac) bunun aleyhine tek bir vakıa dahi varid olmaz iken, gölge gibi takip edilmesi zorunlu o mübarek nesil gaybi bir konuda bir tane dahi ekleme çıkarma veya birilerinin uydurduğu gibi “ictihad” yapmamış iken; içerisinde gelecekten bir çok haber veren ve Beşinci Şua’nin vaadettigi hayallerle birçok insanın hayatını karartan kitaplara “kutsal” muamelesi yapmak bir değişim, bir bozulma, bir kayma değilse nedir Allah(CC) aşkına?

    Içinde bir sürü gaybi ifade barındıran kitaplarda son cümleyi meleklerin Bakara Suresi 32. ayette kullandığı cümle ile bitirmek, ortaya atılan ve “ilham edildiği” iddia edilen asılsız iddialari, “zann”lari meşrulaştırma çabasından başka nedir Allah(CC) aşkına?

    قَالُوا سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
    Dediler ki: “Seni tüm noksanlıklardan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bir ilmimiz yoktur. Şüphesiz ki sen, (her şeyi bilen) El-Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’sin.”
    (2/Bakara Suresi, 32)

    En büyük iddiası “iman hizmeti” olan bir hareketin en temel “iman esaslarından” “itikadi esaslardan” uzaklaşması, baskalasmasi ne gibi sonuçlar doğurmuştur hiç akıl etmez misiniz?

    Santim santim, karış karış takip edilmesi insanın dünyasının da ahiretinin de yegane kurtuluşu olan Kur’an ve Sünnet iken, sonraki zamanlarda ortaya çıkarılan her bid’at her uydurma her yenilik birer dezenformasyon değilse nedir? İrani kaynaklardan esinlenilen Kahtani yalanı, müctehidler yalanı, tarikat silsilesi yalanları gibi bidatlere inanmak, bunların yanlış olduğunu görmemek nedir? Oldu olacak rafizilerin uydurduğu gibi (haşa ve kella) Kur’an tam değil, 17bin ayeti kayıp, Rasulullah(sav) den sonra Fatıma Validemize(rah), Hz. Ali’ye (ra), Hz. Hüseyin’e(ra) de vahiy gelmeye devam etti, 12 imam da ilhamlar aldı, gibi yüzlerce uydurmaya da inanın da tam olsun bari. (Nefsim adına bu sapkınlıktan Allah’a (CC) sığınırım)

    Insanin neye inandığını, nasıl inandığını, inanç usullerini bir aratirmasi gerekmez mi? Mutezile üzerinden Yunan felsefesi olmuş bir fitne, Mecusiler üzerinden Şia anlayisi olmuş bir fitne… Ey kendini Ehl-i Sünnet zannedenler… Ehl-i Sünnet nedir, ne değildir bir bakmaz mısınız? Kur’an ve Sünnet nerede, iman edilen, sorgulanamayan, hatasız kabul edilen, putlastirilan, tağutlastirilan insanlar, akıllar, zanlar, ilhamlar ve kitaplar nerede? Akıl etmez misiniz?

    أَمَّا بَعْدُ: فَإِنَّ أَصْدَقَ الْح َدِيثِ كِتَابُ اللهِ وَخَيْرَ الْهَدْيِ هَدْيُ مُحَمَّدٍ ﷺ وَشَرَّ الأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٌ وَكُلَّ ضَلاَلَةٍ فِي النَّارِ
    Bundan sonra: Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve selem’in yoludur. İşlerin en şerlisi muhdes olanlardır. Dine sonradan sokulan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir, her dalalet ateştedir. Müslim: 867, Nesei: 3/188

      • Azıcık Allah(CC) korkusu olan insanlar aşağıda paylaşacagim ayeti kerimeleri kelime kelime incelesinler lütfen. Bu ayetlerin Taberî Tefsiri gibi ilk tefsirlerden detaylı izahatlarini, nüzul sebeplerini, baglamlarini incelemek daha da yararlı olacaktır.

        Kur’ân’a göre tağut:

        – Kur’ân’ın ölçüleri dışında ölçüler koyarak insanları vahyin aydınlığından küfrün karanlıklarına götüren geleneksel, dinî ya da siyasi bilgi kaynağı (2/Bakara, 257)

        – Putlaştırılan, uğruna yaşanıp ölünen, dostluk ve düşmanlığın kendisine göre belirlendiği, meşruiyetini Allah’tan almayan değerler ve takip edilen yollar (4/Nisâ, 76)

        – Allah’ın yasalarına muhalif kanun yapan ve insanları buna davet eden şahıslar ve kurumlar ile bunların koyduğu yasalar (4/Nisâ, 60)

        – Allah’ın dışında ibadet edilen, Allah gibi sevilen, korkulan, gönülden itaat edilen canlı cansız varlıklar (39/Zümer, 17).

        Allah’a iman edip, tağutları reddetmeyen her insan tağuta iman etmiş, ona kul olmuş ve Allah’ı inkâr etmiştir. (bk. 4/Nisâ, 51; 5/Mâide, 60)

        لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
        Dinde zorlama yoktur. Rüşd/Hak, batıldan (kesin bir biçimde) ayrılmıştır. Her kim (reddetmek, tekfir etmek, teberrî etmek suretiyle) tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulp (olan Kelime-i Tevhid’e) tutunmuş (ve İslam dinine girmiş) olur. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir.
        (2/Bakara, 256)

        اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
        Allah, iman edenlerin Velisidir/dostudur. (Bu dostluğunun bir tecellisi olarak) onları (küfrün, şirkin) karanlıklarından (tevhidin ve imanın) aydınlığına çıkarır. Kâfirlerin velileriyse/dostlarıysa tağuttur. Onları (iman ve tevhidin) aydınlığından (küfrün ve şirkin) karanlıklarına çıkarırlar. Bunlar, ateşin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır.
        (2/Bakara, 257)

        اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اَهْدٰى مِنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا سَب۪يلًا
        Kendilerine Kitap’tan pay (ilim) verilen kimseleri görmedin mi? Onlar cibte ve tağuta iman ediyorlar ve kâfirler için: “Bunlar, müminlerden daha doğru bir yol üzeredir.” diyorlar.
        (4/Nîsa, 51)İbni Abbas (ra) ayeti: “Cibt, taptıkları putlardır. Tağut ise putların önünde duran, putlar adına konuşan, toplumu yönetenlerdir.” diye tefsir etmiştir. (İbni Ebi Hatim, 5446, 5451) İbni Kuteybe (rh), İbni Cerir Et-Taberi (rh) ve dil âlimlerinden Zeccac (rh): “Allah dışında yüceltilen ve ibadet edilen her varlık cibt ve tağuttur.” demişlerdir.

        اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا
        Sana indirilene (Kur’ân) ve senden önce indirilen (Kitaplara) iman ettiğini zannedenleri görmedin mi? İnkâr etmekle emrolundukları hâlde tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları (hakka geri dönüşü zor) uzak bir saptırmayla saptırmak ister.
        (4/Nîsa, 60)Allah’ın (cc) şeriatını bir kenara bırakıp; beşerî kanunlara, örf ve âdetlere, töre ve yöresel inançlara, ezcümle İslam şeriatına göre sorunları çözmeyen bir merciye başvuranlar, inandıklarını söyleseler de onların imanı gerçek olmayıp zandan ibarettir.

        اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفًا۟
        İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise tağutun yolunda savaşırlar. (Öyleyse) şeytanın dostlarıyla savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi pek zayıftır.
        (4/Nîsa, 76)

        قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَاز۪يرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَۜ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ
        De ki: “Size Allah katındaki cezası bundan daha kötü olan bir şeyi haber vereyim mi? Allah’ın lanet ettiği, ona karşı öfkelendiği, aralarından maymunlar ve domuzlar kıldığı ve tağuta kul eyledikleridir. Bunlar, (Allah katında) yerleri daha kötü ve dosdoğru yoldan sapmış olanlardır.”
        (5/Mâide, 60)

        وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعًا فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟
        Hepsi beraber Allah’ın huzuruna çıkarlar. (Tağutlar tarafından sömürülüp fakirleştirilerek, işkence ve zorbalıkla onursuzlaştırılmış olan) mustazaflar, müstekbirlere derler ki: “Biz (dünyada) sizin tebaanızdık. Şimdi siz, Allah’ın azabına karşı bizi koruyabilecek misiniz/bize bir faydanız olacak mı?” Diyecekler ki: “Şayet Allah bizi hidayet etmiş olsaydı, biz de sizi hidayet edebilirdik. (Artık bir önemi yok.) İster (bu azaba) sabredelim, ister dövünüp yakınalım farketmez, bizim için kaçış yoktur.”
        (14/İbrahîm, 21)

        وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ
        Andolsun ki biz her ümmet arasında: “Allah’a ibadet/kulluk edin ve tağuttan kaçının.” (diye tebliğ etmesi için) resûl göndermişizdir. Allah içlerinden kimisine hidayet bahşetti, kimisine ise sapıklık hak oldu. Yeryüzünde gezip dolaşın ve yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakın.
        (16/Nahl, 36)

        اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟
        “Firavun’a git! O, haddi aştı/tağutlaştı.”
        (20/Tâhâ, 24)

        وَالَّذ۪ينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ اَنْ يَعْبُدُوهَا وَاَنَابُٓوا اِلَى اللّٰهِ لَهُمُ الْبُشْرٰىۚ فَبَشِّرْ عِبَادِۙ
        Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. Kullarımı müjdele.
        (39/Zümer, 17)

        اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
        Acaba (resûllere karşı takındıkları düşmanca tavır ve yalanlama sözlerini) birbirlerine vasiyet mi ediyorlar? (Ki her kavim harfiyen aynı şeyleri söylüyor.) Bilakis onlar, (tağutlaşmış) azgın kimselerdir. (Onları benzer şeyler söylemeye sevkeden azgınlıklarıdır.)
        (51/Zâriyat, 53)

        اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۘ
        “Firavun’a git. Çünkü o azgınlaşıp (tağutlaştı).”
        (79/Nâziât, 17)

        اَلَّذ۪ينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِۙۖ
        Onlar ki beldelerde azıp (tağutlaştılar).
        (89/Fecr, 11)

        • Bizlerin Ustad hazretleri ve Hocaefe di icin olan sevgi ve saygimiz yine Ustad hazretlerinin biraderine verdigi su ornekteki gibidir. Bazilari kendince abartip sonra burnu yere durtulduyse, sahsi problemidir!

          Molla Said’in bir yere bağlanmaması üzerine büyük velilerden Hazret-i Ziyâeddin’in (k.s.) has müridi olan ağabeyi Molla Abdullah, şeyhi hakkında ifrata varan sevgi ve hüsn-ü zan ile Molla Said’e şöyle dedi:

          “Hz. Ziyâeddin bütün ilimleri biliyor. Kâinatta kutb-u âzam gibi herşey hakkında bilgisi var.”

          Bu sözleriyle kardeşini de ona bağlamak istiyordu. Bediüzzaman onun bu mübalağasına karşılık şöyle dedi:

          “Sen mübalağa ediyorsun. Ben onu görsem, çok meselelerde ilzam edebelirim. Hem sen, benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. Çünkü kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u âzam suretinde tahayyül [hayal] ettiğin bir Ziyâeddin’i seversin; yani o unvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa, hakikati görünse [bu ilimleri bilmediği görülse], senin muhabbetin ya zail olur veyahut dörtten birisine iner.

          “Fakat ben o zât-ı mübâreği, senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünkü sünnet-i seniyye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana hâlis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak; bilakis daha ziyâde hürmet ve takdir ile bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyâeddin’i, sen de hayalî bir Ziyâeddin’i seversin.”

          • İnsanoğlu kabul etmek istemediği gerçeklere maruz kalıp da konfor alanı bozulursa öfke duygusu gelişebilir. Bu tarz durumlarda öz farkındalığını yeterince analiz edememiş insanların alışıldık tepkilerinden birisi, gözüne ışık tutan karşıdaki kişiye hakaret etmek, aşağılamak, alaya almak, küfretmek gibi saldırgan tavırlar sergilemesidir. Öz farkındalık arttıkça saldırganlık katsayısı azalabilir veya formu kaba kuvvetten daha makul düzeylere indirgenebilir.

            Sadece su birkaç satırdaki çelişkileri bile görememek…

            “Perde açılsa” bir varsayımdır, hayali bir tasavvurdur. Bunun olması mümkün müdür? Kur’an ayetleri minvalinde bir kere daha düşünülecek olursa en baştan bu mümkün bile değildir.

            Bu hayale, varsayıma, “olması durumunda” daha ziyade hürmet ve takdir ile bağlanmak… Hayale bağlı olarak bir “karar” verip uygulamak… Sonrasında ise bu kararın “hakiki” sevgi olduğunu öne sürmek. Bu bir çelişki değilse nedir?

            Hoş bu noktaya gelene kadar okuyup geçmek yerine kelime kelime, satır satır inceleyenler için o kitaplarda daha yüzlerce, binlerce örnek var ama…

            يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ
            Ey iman edenler! Allah’a ve Resûl’üne itaat edin. Onu işitip dinlediğiniz hâlde ondan yüz çevirmeyin.
            (8/Enfâl, 20)

            وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ
            Şayet hak, onların hevalarına/arzularına uysaydı kuşkusuz gökler, yer ve ikisi içindekiler fesada uğrardı. (Hayır, öyle değil!) Bilakis biz, onlara zikirlerini (onlara kendilerini tanıtan ve izzete ulaştıracak Kitab’ı) verdik. (Fakat) onlar zikirlerinden yüz çevirmektelerdir.
            (23/Mü’minûn, 71)

            اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ
            Ya da: “Şayet bize kitap indirilmiş olsaydı onlardan daha fazla hidayet ehli olurduk.” demeyesiniz diye… Şüphesiz ki size Rabbinizden apaçık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve ondan yüz çeviren (ya da insanların yüz çevirmesi için çabalayandan) daha zalim kim vardır? (Kendileri) ayetlerimizden yüz çevirip (başkalarını) da ondan alıkoyanları yaptıklarına karşılık azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.
            (6/En’âm, 157)

            وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
            Şayet (davetinden) yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa, yerde tünel açıp veya göğe merdiven dayayarak onlara bir delil/mucize getirebiliyorsan (yap). Allah dileseydi onların tamamını hidayet üzere toplardı. (Öyleyse) sakın cahillerden olma.
            (6/En’âm, 35)

            قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟
            De ki: “Size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır.’ demiyorum, ben gaybı da bilmem, melek olduğumu da söylemiyorum. Yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.” De ki: “Hiç kör ile gören bir olur mu? Düşünmeyecek misiniz?”
            (6/En’âm, 50)

            وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللّٰهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَۜ وَسَتُرَدُّونَ اِلٰى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۚ
            De ki: “Amel yapın! Allah, Resûl’ü ve müminler yaptıklarınızı görecektir. (Sonra da) gayb ve şehadet bilgisinin sahibine döndürüleceksiniz. O da size yaptıklarınızı haber verecektir.”
            (9/Tevbe, 105)

            مَا كَانَ اللّٰهُ لِيَذَرَ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلٰى مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ حَتّٰى يَم۪يزَ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُطْلِعَكُمْ عَلَى الْغَيْبِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَجْتَب۪ي مِنْ رُسُلِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَاِنْ تُؤْمِنُوا وَتَتَّقُوا فَلَكُمْ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ
            Allah pis ile temizi birbirinden ayırmadan, siz müminleri bulunduğunuz hâl üzere öylece bırakacak değildir. Allah sizi gayba muttali kılacak da değildir. Fakat Allah (gaybı bildirmek için) resûllerden dilediğini seçer. Allah’a ve resûllerine iman edin. Şayet iman eder ve sakınıp korkarsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.
            (3/Âl-i İmran, 179)

            Rabbim başta nefsim hepimizi sadece Kur’an ve Sünnet’e tabi olan hidayet ettiği kullarından eylesin, sırat-ı müstakime ulaştırsın ve razı olacağı iman ile kabre girebilmeyi nasip etsin.

  3. Yuksel bey, cok onemli bir konuyu genel hatlariyla cok guzel net bir sekilde yaziya doktu. Cok faydali ve onemli bir yazi. Tesekkur ediyorum. Eyup Dogan da farkli bir pencereden ozgun bir yorumla degisik acidan meseleye yaklasti. Ufuk acici ve dusundurucu bu degerli yorumu icin tesekkur ediyorum.

  4. keşke bunu kampta olanlar okusada anlayabilse.
    Cemaatin %90 aynı yerinde ama onları yöneten kadronun yaptıkları insanların hizmetten kopmasına sebep oluyor.

    Hizmeti Amerika ve İngiltere mahkemelerine düşürenler kimler neden bunlar oldu.Sebep olanlara ne yapıldı.

    Bu zalimler kamptan temizlenmedigi sürece artık tek kuruş vermeyeceğim ve yukarıdan gelen sözleri de hiç duymayacağım.

  5. Ben cok kere degistim. Önce siyasal islamci bir cevrede imam okuyarak basladim degisime. Babama ragmen. Sonra ne mi oldu. Bir secim öncesi bir belediye baskan adayinin Alevilere karsi nasil davranacaksiniz sorusuna verdigi cevapla dümeni kirdim. Kisa bir bosluk lise yillarinda Ülkücü camia ile tanistim. Ta ki üniversiteden mezun olana kadar. Orda da gördügüm bazi adaletsiz uygulamalar (kisilerden kaynakli) soguttu adina dava dedikleri Ülkücülükten. Sonra ne mi oldu tam meslege basladim ve Hizmet ve Hocaefendiyi tanimaya basladim. 19 yillik kalan sürecte artik degismemeye degistirmeye karar verdim. Nerde adaletsizlik ve kaba tabirle yamukluk görürsem, elimle olmazsa dilimle oda olmazsa kalbimden bugz ederek karsisina dikilecegim. DEGISIM KADAR DEGISTIRME AZMI DE SART.

  6. Bir zamanlar Irlanda´dan Japonya´ya kadar evler olurdu ve bunlarin her birinde belli seyler yasanirdi. Mesela hepsi de hilalin görünmesini bekler ve oruca ona göre hep birlikte baslar hep birlikte son verirdi. Sadece iftarlari dolu dolu gecmezdi bu insanlarin. Sahurlari bile hep birlikte olurdu.

    Simdi bunlari hep birlikte biraktik. Böyle güzel seyler gibi anlamsiz seyleri de hep birlikte biraktik. Zorla abone yapmalari biraktik, sahte tahsidatlari biraktik, gaza getirmeleri biraktik, sisirmeleri biraktik, göze girmek icin anlamsiz gündemler, kampanyalar olusturmayi biraktik.

    Biz tabii bunlari birbirimizden görmüs degildik. Bize bunlar ögretilmisti ve belli vakitlerde teftise gelen abilerin puan verdigi noktalardi bunlar. Demek ki onlar degisti.

    Derler ki, Türkiye toplumu böyle oldugu icin onlari yönetenler de böyle. Ve bunu bir hadisle de desteklerler. Halbuki Türkiye toplumu aldatilmaktadir hem de büyük aldatilmaktadir ve bir sey iken bir seye dönüstürülmektedir.

    Biz de büyük aldatiliyor ve bir seyden bir seye dönüstürülüyoruz.
    Ne demisler: Balik bastan kokar! Bir kokunca da her türlü kokar!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin