YORUM | Dr. REŞİT HAYLAMAZ
Bir gün Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), “Şüphe yok ki insanlar arasında, Allah’a yakın olan kimseler vardır!” buyurmuştu. Sahâbe refleksiyle hemen sordular:
“Onlar kimlerdir, yâ Resûlallah?
Şöyle cevapladı, Fahr-i Rusül (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Onlar, Allah’ın dostu ve has kulları olan Kur’ân ehlidir!”
Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim de onlardan birisiydi.
Fars diyarının İstahr şehrinde müreffeh bir aile ortamında dünyaya gelmişti, Hazreti Sâlim (radıyallahu anh). Ticaret ve ziraatle meşgul oluyorlardı; çoğu insan gibi onların da engin hayalleri, geleceğe dair güzel planları vardı. Tâ ki şehirleri istila edilene kadar!
Her şey bir anda değişivermişti! Dünkü bu müreffeh aile, şimdi darmadağın idi.
Panayır panayır dolaşıp ticaret yapan insanlar, bundan böyle aynı panayırların sermayesi oluvermişti!
Ailesinden koparılan Sâlim, önce Kelb kabilesinden bir adama köle olarak satıldı. Sonra bir başkası, ardından bir diğeri derken kader onu, Benî Kurayza Yahudilerinden Sellâm İbn-i Cübeyr’in kölesi olarak Yesrib’e getirdi.
Bir kapıdan başka bir kapıya geçiş, burada da devam etti. Nihayet onu, Sübeyte adında bir kadın satın aldı.
Öz evladı gibi sevmeye başladı küçük Sâlim’i Sübeyte; öz çocuklarından ayrı tutmuyor ve âdeta yanından hiç ayırmıyordu.
İnsan yerine konulmuş ve insanlık görmeye başlamıştı.
Arkası da geldi.
Sübeyte’nin bu sıralarda yaptığı evlilik, Sâlim’in hayatını da değiştirecekti; Kureyş’in kudretli adamı Utbe’nin oğlu Ebû Huzeyfe ile evlenmişti!
Bu evlilik sonrası Mekke’ye giderken, Sâlim’i de yanında götürdü, Sübeyte.
Hanımının sevip değer verdiği küçük Sâlim’i, Ebû Huzeyfe de sevmişti.
Bu sıralarda Allah Resûlü’ne (sallallahu aleyhi ve sellem) vahiy gelmiş ve ailesiyle birlikte Ebû Huzeyfe de (radıyallahu anhüm), İslâm’a ilk koşanların arasındaki yerini almıştı.
Sâlim’in tercihi de farklı olmadı; ilkler kervanına o da katıldı.
Hazreti Sâlim’i hürriyetine kavuşturdu, Ebû Huzefye Hazretleri ve tıpkı Hazreti Zeyd’e Resûlallah’ın yaptığı gibi onu evlatlık edindi. Bundan böyle herkes onu, Ebû Huzeyfe’nin oğlu olarak görüyordu. Bu hâl, evlat edinilenlerin kendi babalarına isnad edilmesi gerektiğini bildiren âyet gelinceye kadar da devam etti.
Dünkü panayırların konusu olan Sâlim için hayal edemeyeceği kadar farklı bir dünyanın kapıları aralanmıştı. Bundan böyle onun hayatı, Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) dünyasına odaklı ve hep Kur’ân merkezliydi.
Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) onu, Ebû Ubeyde (radıyallahu anh) ile kardeş ilan etmiş, Mekkelilerin baskısı karşısında Aşere-i Mübeşşere’den birisine zimmetlemişti.
Başta babası Utbe ve kız kardeşi Hind gibi Ümeyye oğullarının önde gelenlerinin baskıları karşısında bunalan Ebû Huzeyfe (radıyallahu anh) Habeşistan’a hicret ederken, yanında Hazreti Sâlim de vardı.
Dünkü statü farklılığı mazi olmuş ve bundan böyle Hazreti Sâlim, tanınıp bilinen, aranıp itibar gösterilen önemli bir insan haline gelmişti.
Medîne’ye hicret sonrasında, içinde Hazreti Ömer ve Ebû Seleme gibi önde gelenlerin de bulunduğu cemaate imam olmuş, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) geleceği âna kadar muhâcirîne o namaz kıldırmıştı.
O kadar temeyyüz etmişti ki bir gün Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), onun da adını zikrederek şöyle buyurmuştu:
“Kur’ân’ı şu dört kişiden alınız: Übeyy İbn-i Ka’b, Muâz İbn-i Cebel, Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim ve Abdullah İbn-i Mes’ûd!”
Bundan böyle o, Kur’ân kürsüsünün baş müderrislerinden birisiydi!
Hâne-i Saâdet’e girerken, Kur’ân ile bütünleşmiş bir ses duyan Âişe Validemiz (radıyallahu anhâ) dikkat kesilmiş ve sesin geldiği Mescid’e gitmişti; mücessem Kur’ân olmuş Hazreti Sâlim (radıyallahu anh), Kur’ân okuyordu!
Uzun uzadıya dinledi, bu yürekten okumayı ve nihayet hücresine geldiğinde, “Yâ Resûlallah!” dedi. “Mescid’de bir adam Kur’ân okuyordu; ben, ondan daha güzel Kur’ân okuyan kimse görmedim!”
Onun şehadeti, Allah Resûlü’nün de (sallallahu aleyhi ve sellem) hoşuna gitmişti ve merak ettiği şahsı görebilmek için Mescid’e geldiler.
Evet, denildiği gibi Hazreti Sâlim, Kur’ân okuyordu!
Hâne-i saâdetlerine döndüğünde, “Bu, Sâlim’dir!” buyurdular ve ilave ettiler:
“Ümmetim içinde bunun gibileri var eden Allah’a hamd olsun!”
Bir gün, Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), “Kıyâmet Günü birçok insan, Tihâme dağı gibi sevapla gelir; ancak Allah (celle celâhühû), amellerini boşa çıkarır ve onları şiddetli bir şekilde cezalandırır.” dediğini duyunca, “Anam-babam sana feda olsun yâ Resûlahhah!” dedi. “Biz o kimseleri nasıl tanıyacağız? Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin olsun ki ben, onlardan birisi olmaktan korkuyorum!”
Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), “Ey Sâlim!” buyurdu. “Onlar, Namaz kılıp oruç tutarlar; ancak, kendilerine haram bir şey teklif edildiğinde, Allah’tan hiç korkmadan o haramı irtikâb ederler ki onların ibadet ve amellerini Allah kabul etmez!”
Kardeşi Velîd’in kızıyla evlendirmek istemişti onu, Ebû Huzeyfe (radıyallahu anh). Bunu duyan Mekke, o gün neredeyse ayağa kalktı; torununu kastederek, “Kureyş’in kudretli adamı Utbe’nin kızını, kölelikten gelen birisi ile nasıl evlendirirsin?” diyorlardı!
Yok edildiği sanılan o putlar yine hortlamıştı!
Halasının kızı Hazreti Zeyneb’i (radıyallahu anhâ), kölelikten gelen Zeyd İbn-i Hârise (radıyallahu anh) ile Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) evlendirdiği gibi Ebû Huzeyfe de (radıyallahu anh) kararlılık gösterdi ve kimin ne dediğine bakmadan “statü” putuna bir darbe de o indirmiş oldu.
Bedir, Uhud, Hendek gibi badirelerde hep Allah Resûlü’nün yanındaydı, Hazreti Sâlim (radıyallahu anh).
Şüphesiz onun bu asil duruşu, Resûlullah’tan sonra da devam etti.
Kendisini “peygamber” olarak pazarlayan sahtekarla hesaplaşabilmek için Yemâme’ye de Ebû Huzeyfe ile birlikte gitmişlerdi. Ortalığın kızıştığı ve geçici de olsa sarsıntı yaşandığı bir hengamede Ebû Huzeyfe’nin (radıyallahu anh), “Ey Müslümanlar! Kur’ân’ı sâlih amellerinizle süsleyiniz!” sesini duyduğunda bunun ne manaya geldiğini en iyi bilenlerden birisi o idi. Zira bu, bir duruşun sembolüydü ve dağılmamak için cephede nasıl durulması gerektiğini hatırlatıyordu. O sırada şehîd düşen sancaktarın elinden bayrağı aldı ve insanları Kur’ân çizgisinde sebat etmeye davet etti. Bu sırada, “Nice Peygamberler vardır ki yanlarında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır! Onlar, başlarına gelenlerden dolayı Allah yolunda gevşemedi, yılmadı ve boyun da eğmediler! Şüphesiz ki Allah, sabredenleri sever!” mealindeki âyeti okuyordu.
O gün yanına yaklaşıp, “Ey Sâlim!” diyenler oldu. “Biz senin canından endişe ediyor, şehîd olmandan korkuyoruz!”
Acı acı baktı yüzlerine ve “Şayet bugün ben bu duruşu sergilemez ve cepheyi terk edersem, ehl-i Kur’ân olmamın ne hükmü kalır, ne kötü bir hâfız olurum!”
Endişe edilen de oldu; sancağı tuttuğu sağ kolunu bir kılıç darbesiyle kaybedince sol koluyla dalgalandırmıştı onu. Ancak çok geçmeden o kola da bir kılıç indi ve başıyla göğsünde tutmaya çalıştı sancağı. Bir farkla ki onun bu duruşu, ordunun azmini kamçılamış, alınması gereken tavır da alınmıştı; hezimet zafere dönüyordu!
Ortalık durulduğunda yanına gelenlere efendisini, Ebû Huzeyfe’yi sordu; şehîd olduğunu söylediler. Gözlerinin içi gülüyordu; “Beni” dedi. “Ne olur, beni de onun yanına taşıyın!”
Onun şehâdetini duyanların o gün ilk tepkisi, “Kur’ân’ın dörtte biri gitti!” şeklindeydi.
Malının üçe bölünmesini vasiyet etmişti Hazreti Sâlim (radıyallahu anh); bir kısmı Allah yolunda harcanmalı, bir kısmı ile köle azat edilmeli ve kalan üçte birlik kısmı ise kendisini hürriyete kavuşturanlara bırakılmalıydı! Şehâdetinden sonra kalan üçte birlik kısmını, onu çocuğu gibi seven, Medîne’den alıp Mekke’ye taşıyan ve İslâm ile şereflenmesine vesile olan Hazreti Sübeyte’ye gönderdiler. Gözleri dolmuştu Hazreti Sübeyte’nin (radıyallahu anhâ) ve onun bu asil duruşuna başka bir asaletle karşılık verdi:
“Biz onu azat etmiştik ve dolayısıyla onun üzerinde herhangi bir hakkımız yoktur!”
Hazreti Ebû Bekir’den sonra Hazreti Ömer de aynı şeyi yapmıştı; ancak Sübeyte’nin (radıyallahu anhâ) duruşunda herhangi bir değişiklik yoktu ve bunun üzerine 200 dirhemlik pay, Beytülmâl’e kaldı.
Sonraki yıllarda da unutulmadı Hazreti Sâlim (radıyallahu anh). Başta Abdullah İbn-i Ömer (radıyallahu anhümâ) gibi nice kadir-kıymet bilenler, onun adını çocuklarında yaşattılar.
Menfur bir suikast ile kanlar içinde bırakılan Hazreti Ömer (radıyallahu anh), kendisinden sonra kimin halife olacağını soranlara şöyle dedi:
“Şayet, Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim hayatta olsaydı, halife olarak onu tayin ederdim!”
Şüphesiz Hazreti Sâlim (radıyallahu anh), hırsların pençesinde çekişirken elinden tutulup yücelen ve dün ayaklar altında hor ve hakir görülürken devleşip baş tâcı edilen binlerce emsalinden sadece birisidir. “Mevâlî” olarak şöhret bulacak nice insanın kaderi değişmiş ve insanlığın kaderini değiştirecek kilit noktaların isimleri haline gelmişlerdir.
İşte, bizim dünkü medeniyetimizin mayası bu idi ve elinden tuttuğu her insanı yücelten bir kıvamı vardı.
Birileri bulandırmak istese de suyun başı, hâlâ aynı duruluk ve kıvamıyla karşımızda durmaktadır.
Herkes bir Sâlim’in elinden tutsa, yarınların dünyası da selim olur!
SIZLERE TERÖRİST DİYENLERİ Allah`ın adl ve kahhar isimlerine havale ediyorum.
“Nice Peygamberler vardır ki yanlarında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır!
Onlar, başlarına gelenlerden dolayı Allah yolunda gevşemedi, yılmadı ve boyun da eğmediler!
Şüphesiz ki Allah, sabredenleri sever!”
Allah bu zülümlerin kalktığını sizlere göstersin inşallah..
Taking by the hand of a Sâlim
One day the Messenger of Allah (May the blessings of Allah and the peace be upon him) ordered, “There’s no doubt that there are the ones who are close to Allah among people”
They immediately asked him by the companion reflex:
“Who are they? o the messenger of Allah!”
The much-praised one among the prophets (May the blessings of Allah and the peace be upon him) answered like that:
“They, who are the friends and the pure servants of Allah, are the people of Quran”
Sâlim who was freed by Ebû Huzeyfe was one of them too.
Had come into world in a prosperous family atmosphere in the Istahr city of Persia, his Holiness Sâlim (May Allah be pleased with him). They were busy with trade and agriculture; like most people they did have immense dreams, beautiful plans for the future too. So until their city got invaded!
Everything had just suddenly changed! That prosperous family of yesterday, was now messed up.
The trading people in visiting market by market, hereinafter had just become capital for the same markets.
Sâlim who was plucked off from his family, first was sold as a slave to a man from the Kelb tribe. Then someone else, and another. Just at that moment the destiny brought him to Yesrib as the slave of Sellâm İbn-i Cübeyr from the jewish tribe Benî Kurayza.
The passing through a door by another had continued here too. Finally, a woman who was called Sübeyte bought him
Sübeyte started loving the young Sâlim like her own child; she was not discriminating him in favor of her own children and she was almost not leaving him alone at all.
He’d been treated as a human and he had begun to see humanity.
And it continued.
The marriage that Sübeyte did, was about to change the life of Salim too; she had got married with the son of Utbe the mighty man of Quraysh.
Following that marriage when she was going to Mecca, Sübeyte took Sâlim with her too.
Ebû Huzeyfe also loved the young Sâlim who was loved and cherished by his wife.
Meanwhile the Messenger of Allah (May the blessings of Allah and the peace be upon him) had received divine inspiration and with his family Ebû Huzeyfe (May Allah be pleased with them all) had also taken his place among those who ran to Islam the first.
The preference of Sâlim didn’t become different either. He joined to the caravan of the pioneers too.
His Holiness Ebû Huzeyfe caused his Holiness Sâlim meet his freedom and adopted him just as the Messenger of Allah did for Zeyd. From that day forth everyone was seeing him as the son of Ebû Huzeyfe. This situation had just continued until the Verse pronouncing the adopted ones’ being obliged to be attributed to their own fathers arrived.
The doors of a different world that he could not even imagine had been slightly opened for Sâlim who was the subject of yesterday’s markets. Hereinafter his life was, focused on the world of our Master (May the blessings of Allah and the peace be upon him) and Quran-centered all the time.
The Messenger of Allah (May the blessings of Allah and the peace be upon Him) had announced him as the brother of Ebû Ubeyde (May Allah be pleased with him) and debited him to someone from the ten with glad tidings of paradise against the oppression of Meccans.
Rabbimden niyazim kaleminizin don nefesinize kadar susmamasidir. Gonullere insirah saran, kalbleri titreten yazilariniz cok onemli. Rabbim sizlere saglik ve huzur versin ins.
When Ebû Huzeyfe (May Allah be pleased with him), who felt suffocated against the oppressions of the elites of Umayyad such as his sister Hind and first of all his father Utbe, was immigrating to Habeşistan his Holiness Sâlim was beside him too.
The status difference of yesterday had just been history and in future his Holiness Sâlim had become an important person who was well-known and highly regarded.
After the immigration to Medîna, he had become the Imam of the comunity at which the leaders such as Ömer and Ebû Seleme were present, until the moment the Messenger of Allah (May the blessings of Allah and the peace be upon Him) arrived it was him who had led the prayer of the immigrants.
He had advanced so rapidly that one day the Messenger of Allah (May the blessings of Allah and the peace be upon Him) had ordered by mentioning his name too:
“Extract Quran from those four persons: Übeyy İbn-i Ka’b, Muâz İbn-i Cebel, Sâlim freed by Ebû Huzeyfe and Abdullah İbn-i Mes’ûd!”
He hereby was one of the head professors of Quran lectern!
While entering the House of Felicity, Our Mother Âişe (May Allah be pleased with her) who heard a voice integrated with Quran had been all ears and gone to the Masjid where the voice came from;
His Holiness Sâlim (May Allah be pleased with him) was reciting the Quran who had become incarnate Quran.
She listened diffusively this whole-hearted reciting and when she came back to her compartment finally, “O the Messenger of Allah” she said. “In the Masjid a man was reciting the Quran; i have never seen someone reciting better than him!”
Her testification, the Messenger of Allah (May the blessings of Allah and the peace be upon Him) had also been pleased with and to see the person he wondered about they came to the Masjid.
Yes, as how it was said, his Holiness Sâlim was reciting Qur’an!
When he returned to the House of Felicity, “This is Sâlim!” he ordered and added to:
“Thank God who created those such as him among my believers”
One day, when he heard that the Messenger of Allah (May the blessings of Allah and the peace be upon Him) said that “At the day of judgement a lot of people, come with good deeds as the Tihâme Mountain; but Allah (Her Majesty and Highness) would invalidate their deeds and punish them severely.”
“May my mother and father be sacrificed for you O the Messenger of Allah!” he said. “How will we recognize those ones? I swear to Allah who sent you as the true prophet that me, i’m afraid to be one of them!”
Therewith “Hey Sâlim!” ordered the Messenger of Allah (May the blessings of Allah and the peace be upon Him). “They, perform prayer by fasting; but, when something forbidden by religion is offered to them, without fearing of Allah at all they commit it so that Allah wouldn’t accept their worship and deeds!”
Ebû Huzeyfe (May Allah be pleased with him) had wanted to marry him with the daughter of his brother Velîd. The Mecca which heard of that, was almost set on fire that day; by hinting at his grandson “How there would you marry the daughter of mighty man of Kureyş with someone coming from slavery?” They were saying!
Those fetishes thought to be wiped out had haunted again
Like the Messenger of Allah (May the blessings of Allah and the peace be upon Him) married the daughter of his aunt (May Allah be pleased with them) to Zeyd İbn-i Hârise (May Allah be pleased with him) Ebû Huzeyfe also showed determination and regardless of who said what, he had dealt another blow to the icon of “status”.
His Holiness Sâlim (May Allah be pleased with him) was all the time beside the Messenger of Allah in crises like Bedir, Uhud, Hendek.
Without doubt this noble stance of him continued after the Messenger of Allah too.
To be able to settle accounts with the crooks promoting themselves as “prophet” they had also gone to Yemâme together with Ebû Huzeyfe. On a riot that the things got hot and shock was lived even though it was temporary he was one of those who knew what it really meant when he heard the voice “O Muslims! Grace the Quran by your good deeds!” of Ebû Huzeyfe. Because that was the symbol of a stance and was reminding how to stand on the front line not to be dispersed. At that point he took the flag from the hand of martyrized vexillary and invited people to persist on the line of Quran. Meanwhile he was reciting the verse translated as “There are so many prophets that a lot of people serving the Creator has fought beside them. They haven’t got loose on the way to Allah for what’s happened to them neither they have losen heart nor they have knocked under! No doubt that Alllah, loves those who are patient!”
There were those who came closer to him that day and said “Hey Sâlim”. “We are worried about your life, we are afraid that you will be a martyr!”
He looked at their faces bitterly and “If i don’t take this stand today and if i leave the front line, what validity would it have that i’m a master of Quran, what a bad reciter would i become!”
What’s worried about did happen; he had waved it with his left arm as he lost his right arm that he hold the flag by a sword blow. But one sword was soon after thrusted on that arm too and he tried to hold the flag on between his head and his chest. With a difference that this stand of him whipped up the will of the army, the stand that was to be taken had been taken too; the fiasco was turning to victory!
When the dust settled he asked those who came beside him about his master Ebû Huzeyfe; they told him that he’d become martyr. His eyes were sparkling with joy; “Me” he said. “Please carry me beside him too!”
The first reaction of those who heard of his martyrdom that day was, as “One fourth of Quran is gone”
Had bequeathed to trisect his property his Holiness Sâlim (May Allah be pleased with him); one part of it had to be spent in the way of Allah, with another part the slave had to be liberated and with the remaining one-third had to be left to those who set him free. After his martyrdom, they sent the remaining one-third to Her Holiness Sübeyte who loved him as her own child, who took him from Madîna and carried to Mecca and caused him to be honoured with Islam. The eyes of Her Holiness Sübeyte had been filled with tears (May Allah be pleased with her) and to that noble attitude of him she responded with another nobleness:
“We had set him free and so we don’t have any right on him!”
Following his Holiness Ebû Bekir his Holiness Ömer had done the same thing too; But there was not any change in the attitude of Sübeyte (May Allah be pleased with her) and therewith the lot of 200 dram left to the House of Treasury.
Has been not forgotten either in the following years his Holiness Sâlim (May Allah be pleased with him). So many those who know value and worth like first of all Abdullah İbn-i Ömer (May Allah be pleased with him) have kept his name alive on their children.
His Holiness Ömer (May Allah be pleased with him) who was drenched in blood with an atrocious assassination told so to those who asked him who the caliph would be after him:
“If Sâlim freed by Ebû Huzeyfe was alive, i would have placed him as the caliph!”
Doubtlessly his Holiness Sâlim (May Allah be pleased with him) is just one of thousands of his peers who has been taken by the hand and exalted while conflicting in the paw of greeds and has been hold in high esteem and grew prodigiously while falling into contempt under the feet. The destiny of many people who were about to be known as “Mevâli” (A specific name that is given to those coming from slavery in Arabian none Islamic culture) changed and they became the names of key points which would change the destiny of humanity.
Here it was the yeast of our civilization of yesterday and it had a consistence which aggrandized every human that it took by the hand.
Even though some want to muddy, the headwater still stays in front of us with the same clearness and texture
If everyone takes a Sâlim by the hand, the world of tomorrows would be perfect too!