M. NEDİM HAZAR | YORUM
Bir canavar gibi yaşamaktansa!
Martin Scorsese 2010 yılında bence kariyerinin zirve noktası olan Zindan Adası/Shutter Island’ı çekti. Bu film inanılmaz katmanlamaları, sarsıcı psikolojik boyutu ve felsefesiyle sadece Scorsese’nin değil, sinema tarihinin en kıymetli çalışmalarından biri oldu.
Gizem ve sarsıcı dönüşler konusunda ustalık sınıfı niteliğindeki filmler söz konusu olduğunda, akla ilk olarak gelen ce her izleyeni şaşırtan film Shutter Island’dır. Dennis Lehane’in 2003 tarihli romanından uyarlanan bu psikolojik gerilim filmi, psikiyatrik bir tesiste kaybolan bir hastanın çözümünü bulmakla görevlendirilmiş bir yardımcı mareşal olarak Leonardo DiCaprio’yu başrolde karşımıza çıkardı. O ve partneri diğer hastalarla mülakatlar yapmaya ve adını taşıyan Shutter Island’ın arazisini keşfetmeye başladıkça, DiCaprio’nun canlandırdığı Teddy karakteri, adaya vardıktan sonra rüyalarını hezeyanlarla dolduran kendi kişisel şeytanlarıyla yüzleşmek zorunda kalır.
Film, 1954 yılında geçer ve hikâye, Amerikan Federal Mareşali Teddy Daniels (Leonardo DiCaprio) ve onun yeni ortağı Chuck Aule (Mark Ruffalo) etrafında döner. İkili, bir hastanın kaybolması üzerine, suçlular için bir akıl hastanesi olan ve Shutter Island’da bulunan Ashecliffe Hastanesi’ne gönderilir. Daniels, kaybolan hastayı bulmak ve hastanenin yönetimindeki şüpheli faaliyetleri araştırmakla görevlidir. Ancak, ada üzerindeki araştırmaları derinleştikçe, Daniels’ın kendi geçmişi ve psikolojik durumu hakkında şaşırtıcı gerçekler ortaya çıkmaya başlar.
Filmi birden fazla izlediğimizde çok enteresan ayrıntılarla yüz yüze geliriz.
Gerçeklik Algısı ve Delilik: Film, gerçeklik ve delilik arasındaki sınırları bulanıklaştırır. Daniels’ın geçmişini ve hastanede yaşadıklarını anlamaya çalıştıkça, izleyici de neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu sorgulamaya başlar.
Travma ve Suçluluk: Daniels’ın karakteri, savaş travması ve kişisel kayıplarla mücadele eden karmaşık bir figürdür. Filmin ilerleyen kısımlarında, onun suçluluk duygusu ve geçmişiyle yüzleşme süreci önemli bir rol oynar.
Görsel Stil ve Atmosfer: Scorsese, filmde kasvetli ve gergin bir atmosfer yaratmak için yoğun görsel stil kullanır. Adanın sisli ve kasvetli manzaraları, filmin gizemli ve gerilim dolu tonunu destekler.
Final katarsisi: Filmin sonunda, Daniels’ın aslında hastanenin bir hastası olduğu ve Chuck Aule’nin onun doktoru olduğu ortaya çıkar. Bu, izleyiciyi şaşırtan ve filmin tüm öyküsünü yeniden değerlendirmeye iten büyük bir dönüş noktasıdır.
“4 Yasası”: Filmdeki Teddy’nin ve karısının isimlerinin bir anagram ve Teddy, hastanenin 67. hastasıdır. Onun “soruşturması” aslında psikiyatristleri Dr. Sheehan (Chuck) ve Dr. Cawley tarafından, kişiliklerini bütünleştirmek ve lobotomi yapılmasını engellemek için umutsuz bir çaba olarak yürütülen radikal bir rol oynama deneyidir. Teddy görünüşe göre “Teddy”ye geri döner, ancak bütünleşmenin başarılı olduğu ancak “bir canavar olarak yaşamak yerine iyi bir adam olarak ölmeyi” tercih ettiği için lobotomize olmayı seçtiği açıkça ima edilir.
Psikoanalizin temel varsayımı, bir kişinin davranışlarının arkasındaki nedenleri veya dürtüleri bilinçli olarak farkında olmamasıdır. Davranışlarımızı etkileyen şeyler, kabul edilemez veya hoş olmadığı için farkındalığımızın dışına yerleştirilmiş duygular, düşünceler, dürtüler ve anılar koleksiyonu olan bilinçdışımızda bulunabilir.
Travmatik stresörler yaşayan kişiler sık sık kabuslar ve geri dönüşler yoluyla deneyimi yeniden yaşamak, uyku güçlüğü çekmek ya da kopuk veya yabancılaşmış hissetmek zorundadır ve bu semptomlar yeterince şiddetli ve uzun süreli olabilir, böylece kişinin günlük yaşamını önemli ölçüde bozabilir. Filmde de benzer bir durum, Teddy Daniel’in bilincinin yüzleşmeye dayanamadığı hoş olmayan düşünceleri sık sık yaşamasında görülür. İlk rüya, Dolores’in Teddy’ye Laeddis ve Solondo’nun hala adada olduğunu söylediği rüyadır.
İkinci rüya, aynı önceki sembollerle başlar ama başkalarına genişletilmiştir. İlk olarak kendini Dachau toplama kampında bulur, orada Solondo ve kızını ceset yığını ile yatarken görür. Daha sonra Laeddis’in kendi versiyonuyla yüzleşir, bu kötü görünüşlü bir karakter, ona matarasını sunarak onu ayartmaya çalışırken bir kez daha Rachel Solondo belirir. Metinde ayrıca, zamanla bazı insanların korkunç deneyimi bütünleştiremediği ve Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) ile ilişkili kaçınma ve hiperaktif uyanıklık özel desenlerini geliştirmeye başladığı belirtilir. Filmde de benzer şekilde, Teddy Daniel, bir Mareşal rolünü iki yıl boyunca oynamak gibi aynı şeyi tekrar tekrar yaparak TSSB’sinden kurtulmaya çalışır, Andrew Laeddis ve Teddy Daniel adında iki değişik karakter yaratır ve Laeddis’in karısını öldürdüğü hikayesini oluşturur. Bu, karısına yaptıklarını rehabilite etme girişimleri olabilir. Çalışmada belirtildiği gibi, tüm travmatize insanlar, sızıntı yapan anılar ve artan fizyolojik uyarılma ile başa çıkmak için kendi özel savunmalarını geliştirir. Bu, travmatik olayın Teddy’i başka bir savunma bırakmaması ve onu ayırıp yeni bir tane yaratması ile bir kez daha örneklendirilir. Teddy gibi, travmadan sağ kurtulduğu için suçluluk hissedebilir, çünkü “[Dolores]’e yardım etmediği için çocuklarını öldürmekle” kendini suçlar. Nevrotik savunma mekanizmalarının doğası, insanların travmaya nasıl uyum sağladığını anlamakta oldukça ilgilidir.
“Travmaya Takıntı”: TSSB’de geçmiş, olayın yeniden gerçekleşiyormuş gibi hissettiren anlık duyusal ve duygusal yoğunlukla yeniden yaşanır. Filmde Teddy’nin koğuşta uyurken aniden uyanıp karısını yağmurda ıslanmış bir şekilde kendisine doğru gelirken gördüğü anla ilgilidir. Ayrıca, “travmatik anıların zamansız ve bütünleşmemiş doğası nedeniyle, kurbanlar bu anıları geçmişe ait bir şey olarak kabul etmek yerine, güncel bir deneyim olarak travmayla iç içe kalmaya devam eder” diye öğreniriz. Örneğin, Dr. Crawly ve Dr. Sheehan, Teddy’ye “en tehlikeli hasta” olduğunu ve ona kendine güven kazandırma becerileri öğretirken yaşanacak korkuyu, yaşadıklarının tamamının hayal gücü ve fanteziler olduğunu anlaması için sürekli çaba gösterirler, ancak Teddy’nin buna inanması son derece zordur. Travmaya Zorunlu Yeniden Maruz Kalmada, TSSB tanı kriterlerinde bahsedilmeyen davranışlardan biri, bazı travmatize bireylerin travmayı hatırlatan durumlara zorunlu yeniden maruz kalmalarıdır. Örneğin, savaşçı askerler paralı asker olabilir veya polis SWAT takımlarına katılabilir, tıpkı filmde Teddy’nin II. Dünya Savaşı sırasında askeri bir askerken bir mareşal olması gibi. Teddy, karısını öldüren adamı bulma arzusundaki kaygı, deniz fenerine gitmek isteyip Chuck reddettiğinde öfke ve Andrew Laeddis’i hapishanede bulduğu anda panik – sonuçları umursamadan onun peşinden koştuğu an gibi güçlü duygulara sahiptir. Bunlar, travmatize hastaların tüm özellikleridir. Ancak sonunda, Dr. Sheehan ertesi sabah onunla merdivenlerde oturduğunda; Andrew, doktorların ve Müdürün davranışlarını gözlemlediğini bilir. Mesele şu ki, suçluluk ve acısı hala o kadar ağır ki, bunlarla yaşayamayacağını bilir; acısının bilgisiyle yaşamak yerine, hala Teddy Daniels olduğunu taklit etmeyi seçer ve onları kendisini lobotomize etmelerine izin verir, böylece sonunda yükünden kurtulabilir.
Özetle, davranışçılar tüm davranışların öğrenildiği görüşünü taşıdığı için, bazen yapabilecekleri en fazla şey, bozukluğu tamamen ortadan kaldırmak yerine belirli davranışları ortadan kaldırmaktır. Örneğin, film sonunda Teddy’nin davranışı ortadan kalkmıştır ama “içsel durumları” ile yeterince ilgilenilmediği veya ona uyum sağlamasında büyük yardım olarak düşünülmediği için, yeniden tam işlevsel bir kişi olma konusunda güveni yoktur.
Şimdi bölümler halinde filmi analiz edelim.
Tekrar baştan alacak olursak; Dennis Lehane’nin 2003’te yayınlanan romanından çekilen 1950’lerde geçen bir film. Film için ilk düşünülen yönetmen David Fincher imiş. Yapımcılar Martin Scorsese ile anlaşınca Scorsese, Leonardo DiCaprio ile çalışmak istediğini belirtmiş ve Chuck Aule karakteri için bu ikili arayışlara başlamış. Öncelikle Robert Downey Jr. ve Josh Brolin isimlerini düşünen ikili son olarak Mark Ruffalo’da karar kılmış. Martin Scorsese’ye büyük bir hayranlık duyan Mark Ruffalo, rolü aldığı için yaşadığı mutluluğu ve Scorsese’ye olan hayranlığını anlatmak için usta yönetmene uzunca bir hayran mektubu yazmış.
Unutmayalım: Olay 50’lerde geçiyor. Yani; İkinci dünya savaşı yeni bitmiş, pek çok kahramanı hala hayattadır.
Karısını öldürdükten sonra filmde gördüğümüz hastanenin “C Koğuşu”na yatırılan Andrew’in durumu burada daha da ağırlaşıyor. Tehlikeli hastalarla beraber kalan ve burada diğer hastalara zarar vermeye başlayan Andrew, “canavar gibi yaşamak” düşüncesi yüzünden kafasının içinde farklı bir gerçeklik inşa ediyor ve artık bu hayal dünyasını, gerçekliğin önüne koymaya başlıyor. Bu hayal dünyasında karısı evlerinde çıkan yangında ölmüş ve yangını o başlatmamıştır. Bu durumdan haberdar olan doktorlar çeşitli tedaviler deniyor fakat Andrew hiçbirine cevap vermiyor. Zaten eğitimli bir polis olan Andrew, artık gittikçe daha tehlikeli bir hal almaya başlayınca kimi doktorlar ona lobotomi uygulanması gerektiğini düşünüyor.
Lobotomi nedir?
Lobotomi, lökotomi olarak da bilinen beyin cerrahisi işlemi. Beyindeki ön lobların uçlarındaki prefrontal korteks bağlantıların kesilmesi sonucu uygulanır. İlk başlarda lökotomi denilen bu uygulama, yapılmaya başlandığı 1935 yılından beri tartışmalı bir işlemdir. Çünkü hastayı kurbana dönüştürür ve adeta mankurtlaştırır, zombileştirir.
Filmin yönetmeni nelerden etkilenmiş?
Öncelikle Shutter Island için Scorsese tarafından inşa edilmiş olan atmosferin yönetmen tarafından Val Lewton sinemasından alındığı biliniyor. Yönetmen filmin modunu oluştururken 1940’lı yıllar yapımı Val Lewton imzalı zombi filmlerinden etkileniyor. Aynı zamanda Scorsese’nin yaptığı açıklamalardan filme ilk olarak ön ayak olan duyguların Gotik Edebiyat içerisinden çıktığını biliyoruz. Yönetmenin Shutter Island için etkilendiği filmler arasında Otto Preminger’in Laura’sı, Jacques Tourneur’un Out of the Past’ı ve John Huston’ın Let There Be Light’ı yer alıyor. Ancak tekrar yönetmenin söylemlerinde şunu görüyoruz ki Samuel Fuller’in 1963 yılı yapımı Shock Corridor filmi Shutter Island’ın ilham kaynakları arasında çok farklı bir noktada duruyor. Scorsese’ye göre filmde her zaman Shock Corridor etkisi görünüyor ve bu etki havada süzülüyor. İzleyicinin direkt gözüne çarpan detaylar olmasa da bu etki, tekrar edilen dua ritüelleri gibi filmde Shock Corridor havası esiyor.
Role Play nedir?
Rol yapma; ya bilinçsizce bir sosyal rolü doldurmak için ya da bilinçli olarak benimsenen bir rolü oynamak için bir rolü üstlenmek için davranışını değiştirmesidir.
Role play genel olarak, ‘Oyun içerisinde seviye ve karakter geliştirme’ biçiminde ifade edilir. Yani oyuncu kendi seçtiği bir karakter üzerinden, o karakteri geliştirmekte ve istediği gibi şekillendirmektedir. Bu durum aslına bakılırsa küçükken çocukların meslek seçimi ile oynadıkları bir oyun biçiminde anlatılabilir. Çocukların doktor evde polis ve pilot olmak gibi kılık değiştirmeleri, günümüzde ise oyun üzerinden gerçekleştirilir.
Şaşıracaksınız ama pek çok dramatik yapıya örnek olduğu gibi, “Role Play”e de ilk örnek kutsal metinlerde karşımıza çıkıyor. Kur’an-ı Kerim’de sayısız örnek var, sadece birine değinelim.
Hz. Yusuf’un kıssası meşhur. Yusuf Suresi 76. ayette Cenabı hak açıkça Hz. Yusuf’a ‘role play’ yaptırdığını açıklıyor.
Müfessirler bu kavramı kimi oyun, kimi taktik, plan, tedbir, düzenek, kurgu gibi kavramlarla açıklıyorlar. Şüphesiz bir dramaturg tefsir-meal yazsa bu kelimenin karşısına “role play” yazardı!
Hemen Diyanet’in mealinden okuyalım:
“Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz Yûsuf’a böyle bir plan öğrettik.
Yoksa kralın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah’ın dilemesi başka. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” (Yusuf/76)
Travma nedir?
Doktor, Andrew’a “Travma kelimesi Yunanca yara demektir. Sen yaralısın ve yaralar canavarlar yaratır. Bir canavar görünce onu durdurmak gerekir” diyor ve “Buna katılıyor musun?” diye sorduğunda her şeyin farkında olan Andrew katıldığını söylüyor. Çünkü Andrew; bir canavar gibi yaşamaktansa, insan gibi ölmeyi tercih ediyor!
Şüphesiz Zindan Adası filmindeki en temel çatışma baş kahramanın “gerçekten bir canavar mı, yoksa hasta biri mi?” durumudur. Bu durum filmimizi doğal olarak psikolojik gerilim türüne sokuyor.
Ancak bu çatışmayla yetinilmemiş.
Filmde hastalara yaklaşım konusunda zıt fikirlere sahip doktorlar var. Dr. Cawley yenilikçi kanadı temsil ediyor ve ilaçlara ve kolaycılığa karşı. Ancak hastanede görev yapan tüm doktorlar onun gibi düşünmüyor. Doktorların çoğu yani ilaç kullanımını ve lobotomi gibi uygulamaları savunuyorlar. Bu grubu temsil eden doktor pek çok sahnede gördüğümüz Alman doktor (Dr. Naehring).
Film aslında Andrew’un şahsında bu iki doktorun ya da anlayışın bir savaşı. Filmin başından sonuna kadar kimin haklı çıkacağı konusunda yoğun bir savaş veriliyor. Filmin sonunda Alman göçmeni belki de Nazi kalıntısı olduğunu öğreneceğimiz doktor haklı çıkan taraf oluyor. Ya da en azından görünüşte öyle…
Anagram nedir?
Anagram, bir sözcüğün veya sözcük grubunun harflerinin değişik düzenle başka bir sözcüğü veya sözcük grubunu oluşturmasıdır. Edebiyatta, bazı özel adların saklanması amacıyla yapılan bir incelik gösterisidir.
Akıl hastanesine doğru gidilirken görülen tabelanın üzerinde yazan “Remember us for we too have lived, loved and laughed.” (Bizi yaşarken, severken ve gülerken hatırlayın.)
Bu yazı Medfield’de yer alan Vine Lake Mezarlığı’ndan alınmıştır.
Bu sözler, 1918 yılında yaşanan ve 18 ay içinde 100 milyona yakın insanın hayatını kaybetmesine neden olan İspanyol gribi sebebiyle ölen insanlar için yapılan anıta yazılmış ve tarihe geçmiştir. İspanyol gribi insanlık tarihinde bilinen en büyük salgındır.
Shutter Island bir anagram cenneti!
Shutter Island filminde gizli olarak verilmiş olan birçok anagram bulunuyor.
Kelimedeki harflerin yeri değiştirilerek yeni bir kelimenin yaratılması anlamına gelen anagram; Shutter Island’ın ilk olarak isminde yer alıyor.
Gerçekler anlamına gelen truhts ve inkarlar anlamına gelen denials kelimelerindeki harflerin yer değiştirmesiyle Shutter Island oluşuyor ve filmin üzerine kurulu olduğu iki olgu ortaya çıkıyor aslında.
Ayrıca filmde Leonardo DiCaprio tarafından canlandırılan Edward Daniels 67 numaralı hastayı aramaktadır. 67 numaralı hastanın ismi de Andrew Laeddis’dir. Tekrar hastanın ismindeki harfler ile oynandığında DiCaprio’nun canlandırdığı dedektifin ismi ortaya çıkıyor.
Buradan da izleyici anagram ile dedektifin aradığı hastanın aslında kendisi olduğunu görebilir.
Dachau Toplama Kampı
Filmde Leonardo DiCaprio tarafından canlandırılan Edward Daniels’ın adaya gelmesiyle beraber bir annenin ve çocuğunun ölüme terk edilmiş bedenlerinin imgesi Daniels tarafından hatırlanır ve ara ara bu onu rahatsız eder.
Filmde Daniels bir Amerikan askeridir ve İkinci Dünya Savaşı’na katıldığı için karısıyla çocuklarını bırakmıştır. Daniels’ın İkinci Dünya Savaşı’na katılması ve yaşadıkları gerçek hayattan alınmıştır.
Filmde Daniels’ın hatırladığı bedenler bir toplama kampındadır ve bu toplama kampı Almanya’nın gerçekte kurduğu ilk toplama kampı olan ve travmatik ölümlerin yaşandığı Dachau kampıdır.
Bu kampta Amerikan askerleri tarihi söylentilere göre çoğu kişinin ölmesine göz yummuştur ve filmde Daniels’ın ölümlerine göz yumduğu anne ve çocuk bunu temsil etmekte ve eleştirmektedir.
Hazır bu ölüm kampından söz açmışken bir ayrıntıyı daha vurgulamak lazım. Aralarında 23 Türk vatandaşının da bulunduğu 45 bin kişiye mezar olan bu kamp, 2. Dünya savaşının Amerikalıların bile bile göz yumduğu ölümlerin yaşandığı en büyük kamplardan biridir.
Dachau ve Warner Bros
Bu arada ekstra bir bilgi daha ekleyelim. Dachau kampı sinema özellikle Warner Bros için de önemlidir. Pek çok WB filminde jenerikte bu kampı görürüz.
Daha Fazla İnsanı Öldürmeden, Beni Durdurun!
C Bloğunda duyulan “Stop me before I kill more.” (Daha fazla insanı öldürmeden, beni durdurun.) 1940’larda yaşayan seri katil William Heirens’in sözleridir.
Henüz 17 yaşında olan şizofreni hastası William Heirens, çift kişilikli olması sebebiyle işlediği cinayetleri kendisinin değil, George isimli başka bir katilin yaptığını iddia eder ve bu sebeple yakalanması çok uzun sürer.
Bir metafor: Kibrit ve ateş!
Filmde Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı karakterin kutuplaşan bir kişiliği olduğu görülebiliyor. Bu kutuplaşmanın metaforik olarak anlatımı ise filmde kibrit ve ateş üzerinden ilerliyor.
DiCaprio’nun canlandırdığı Daniels ilk başta kibrit taşımıyor ve sigarasını her zaman yanındaki eşlik eden ‘arkadaşları’ yakıyor. Çünkü Daniels bilerek yangın çıkardığı ve karısının ölümündeki yangını kendisi yarattığı için Daniels’a güvenilmiyor ve kibrit taşımasına ‘oyun’ içinde izin verilmiyor.
Ancak daha sonra Ashecliffe hastanesindeki tedavinin ilerlemesiyle ve deneyin devam etmesiyle Daniels’a kibrit veriliyor. Özellikle bunun C Blok’ta yapılıyor olması, Daniels’ın geçmişini hatırlamadığını bilinerek ona güvenilmesi ve ona kibritin verilmesi, artık deneyin sonuç verdiğini; Daniels’ın iki kişiliğinin oluştuğunu gösteriyor.
Ateş ve su!
Filmde genel anlamda ateş üzerinden ilerleyen bir kişilik bölünmesi anlatısı hakim. Daniels’ın kişilik bölünmesinin oluşumu ateş ile yakın teması üzerinden yeniden inşa ediliyor.
Blok C’de ateşe yakın olması ve ateşi elinde tutması, aynı zamanda halüsinasyonlar görmeye başladığında ve bunların içerisinde acı çekmeye başladığında arabanın patladığını görmesi ateşi ön plana çıkarıyor.
Filmde Daniels için ateş her zaman ‘deliliğini’ temsil ediyor. Akıl hastalığını ateşin temsil etmesi ve ateşin aynı zamanda Daniels’ı halüsinasyonlara yaklaştıran bir alev olması suyu tüm bunların karşısına koyuyor.
Shutter Island’da su gerçekliği ve Daniels’a olanları temsil ediyor. Daniels’ın karısının çocuklarını suda boğuyor olması ve aslında karısının akıl hastalıklarını biliyor olması ama buna Daniels’ın göz yumması ve bunun sonucunda çocuklarının ölümüne sebep olması Daniels’ın sudan nefret etmesini ve bununla beraber suyun temsil ettiği gerçeklikten kaçtığını görüyoruz.
Bilinçli Yapılan Devamlılık-bağlantı Hataları
Sinemaseverlerin en çok hoşlandığı şeylerden biri filmlerde mantık ve devamlılık hatalarını bulmaktır. IMDB’de her film için bu konuda ayrı bir başlık vardır (Goofs)
Filmde bilinçli olarak yapılan devamlılık hataları ve finalini öngören bazı ipuçları yer alıyor.
Örneğin soruşturma sahnesindeki kadının suyu sağ eliyle alıp içerken bir sonraki sahnede sol eliyle masaya bırakması, hatta bu esnada bardağın altındaki su izinin ters tarafta olduğunu bize bilinçli olarak gösterir.
Rachel üzerinde gördüğümüz hırkanın bir sonraki sahnede diğer Rachel üzerinde görünmesi ve Andrew’un sürekli olarak rüyalarında “Bebeğim neden sırılsıklamsın?” sorusunu tekrarlaması gibi sahneleri görüyor izleyici. Bu teknikler özellikle Andrew’un gerçek ve rüya olarak algıladıkları arasındaki benzerlikle oynamak için kullanılıyor. Aslında iki ayrı gerçekliğin olduğunun imaları.
Filmin gişe başarısı
Shutter Island, Akademi üyeleri tarafından görmezden gelinse de Martin Scorsese filmografisinin en yüksek açılış hasılatına sahip olan filmidir. Film A.B.D’de ilk hafta sonu $40.2 milyon dolar, toplamda ise dünya genelinde toplamda $293 milyon dolar hasılat yapmıştır. Bu rekor, daha sonra The Wolf of Wall Street’e geçmiştir.