Ana Sayfa Siyaset Bir rehine daha salıverildi

Bir rehine daha salıverildi

HABER -YORUM | YAVUZ ALTUN

İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi dün Amerikan Evanjelik Pastör Andrew Brunson’a 3 yıl 1 ay hapis cezası verdi, bugüne kadar yattığı süre yeterli görüldü ve Türkiye ile ABD arasında aylardır gerginliğe ve neticesinde döviz krizine sebep gösterilen Pastör Brunson’ın bu kez tam anlamıyla tahliyesi gerçekleşti.

Daha önce ev hapsine alınmış, bu sebeple de ABD Başkanı Donald Trump başta olmak üzere Amerikan yönetimi tarafından Türkiye topa tutulmuştu. Ekonomik yaptırımlar açıklanmış, adeta sopa gösterilmişti.

Kararı birçok farklı yönden okumak mümkün. Mahkeme Brunson’a 3 yıl 1 aylık bir ceza vererek, Türkiye’nin “iddialarından” vazgeçmemiş oldu. Her ne kadar gizli tanıklar bu mahkeme oturumunda çark etse de, hem de bir hayli komik bir biçimde “Siz beni yanlış anlamışsınız hâkim bey” diyerek, mahkeme bir şekilde zevahiri kurtarmış oldu.

İktidara yakın medyada yer alan “15 Temmuz başarılı olsaydı, Brunson CIA’in başına geçecekti,” türevi yalan haberler, PKK bayraklı pasta kestiği yönündeki absürtlükler, daha önceki örneklerde olduğu gibi tarihin tozlu sayfalarına gömülebilir. İktidar için medyanın “güvenilirlik” gibi bir fonksiyonu yok zaten. Gerekli görüldüğü yerde, ona yazılan rolü oynaması yeterli.

Bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın söylediklerinin de bir anlamı yok. Daha önce Alman-Türk gazeteci Deniz Yücel için söyledikleri ortada. “Ben bu makamda olduğum sürece iade edilmeyecek,” demişti. “PKK’lı ajan,” da dedi hatta. Şimdi çıkıp “iade etmedik, kendi gitti,” dese kimsenin aksini söylemeye mecali yok. Nitekim Eylül sonundaki Almanya ziyaretinde korumaları bir gazeteciyi salondan atarken Şansölye Angela Merkel’in gözünün içine gülerek baktığı da aşikâr. Üstelik “Nazi artığı” dedikten, ilişkileri yokuşa sürdükten az sonra.

REEL POLİTİK SAHNEDE

Buna “reel politik” deniyor, malum. Eğer Türkiye gibi orta halli, stratejik ve elinde kozlar olan bir ülkeyseniz, uluslararası platformda bu ayrıcalığı bozuk para harcar gibi harcayabiliyorsunuz. Sizden iğrenseler bile, sizinle masaya oturmak, bir şekilde anlaşmalar yapmak zorunda kalıyorlar. En veciz ve taze örneklerinden birini dün Donald Trump, Suudi Arabistan konusunda verdi: Kayıp gazeteci Jamal Khashoggi (Cemal Kaşıkçı) konusunda kızgın olduğunu hissettirirken, bir yandan da 110 milyar dolarlık silah anlaşmasını, ABD’yle değil de Rusya ve Çin’le yapmasına göz yumamayacağını açıkladı.

Bu sebeple “Türkiye’nin itibarı” yollu analizler pek de işlevsel değil. Nitekim itibar eğer bir kıyafet olsaydı, bütün dünya ülkeleri çıplak gezerdi.

“Rehine diplomasisi” tabiri, bu yüzden cuk oturuyor buraya. İşin içinde gangsterleri çağrıştıran “rehine” kelimesi de var, kravatlı, takım elbiseli ciddi ve “itibarlı” adamları çağrıştıran “diplomasi” de. Bir gardiyan gibi ülkenin sınırlarını kapatan iktidar, ikili ilişkilerde her zaman el altında olacak birkaç “pazarlık kozu” tutuyor. Yeri geldiğinde, öne sürüyor. Dünya âlem de bunun farkında fakat, işleri yürüdüğü sürece bu “aşırılıklar” tolere edilebiliyor. Çünkü en nihayetinde Türkiye, bilhassa Batı’yı ilgilendiren bir dolu krizin tam göbeğinde.

Bu sebeple bana sorarsanız, Brunson krizi çok yönlü olarak AKP hükümetinin işine yaradı. Gümbür gümbür gelen bir ekonomik kriz, etkilenmemek için seçimlerin bir buçuk yıl geriye alındığı bir ekonomik kriz, ABD’yle atışma bahanesiyle “ekonomik savaş” şeklinde sunuldu ve daha fazla “yetki”ye dönüştü. Bu savaştan da sağ salim çıkabilmek için ekonominin köşe bucak her alanının Saray’dan yönetilmek zorunda olduğu argümanı işletildi. Dahası, Erdoğan açıkça çıkıp “Bu, bizim krizimiz değil,” dedi. Muhtemelen krizin tabana yansımalarının düşük olacağı kanaatinde, hatta bu durumu iyi yönetebilirse, seçimlere katılımı iyice düşürüp, seçmeni koyu bir umutsuzluğa sürükleyip oy oranını daha da yukarılara çekebilir.

Öte yandan Türkiye’nin Avrupa açısından ne kadar vazgeçilmez olduğu teyit edildi ve eldeki birkaç “pazarlık kozu” (Yunanlı iki askerin salıverilmesi ve Alman-Türk gazeteci Meşale Tolu’nun yurtdışı çıkış yasağının kaldırılması sadece bildiklerimiz) ortaya konularak, başta Almanya olmak üzere ilişkiler tazelendi. Bütün Avrupa ülkeleri, Türkiye’nin Suriyeli mültecileri ülkede tutmasından memnun, Suriyeli cihatçılar konusunda paylaşılan güvenlik istihbaratına çok önem veriyor. Ekonomik olarak 80 milyonluk bir ülkeyle ticaret kârlı. Hatta daha da geliştirilmesi bekleniyor. Türkiye’nin Avrupa bankalarına olan borcu, ülkenin batmasını çok avantajsız kılıyor. Dahası Avrupa’daki Türk nüfusun büyük çoğunluğu Erdoğan’ın gözü bağlı destekçisi olduğundan, bu konuda ellerinden bir şey gelmiyor.

Yani aslında Batı bir araya gelmiş de Türkiye’ye komplo kurmuş değil, bilakis Batı, Türkiye’ye (hatta enerji yoluyla Rusya’ya da) bağımlı hâlde. Vatandaşlarının refahını sürdürmek için, bu “reel politik” kaçınılmaz. Elbette Batılı ülkeler için kendi çıkarlarını savunmak kadar doğal bir şey de yok. “İçeride” huzuru sağladıktan sonra…

ABD’nin Brunson konusunda iştahla başladığı yaptırım yolunda yavaşlamasının da en büyük sebebi, Avrupa’dan gelen bu “tavır”.

ÇIKIŞ YOK MU?

Bu yaşananlardan tek zararlı çıkan, korkarım Brunson oldu. İki yıla yakın hapiste kaldı, bir süre ev hapsinde tutuldu. Ailesinin de zor günler geçirdiği aşikâr. Bir de tabi, ABD’nin ilgisi artık eskisi gibi olmayacağı için hâlen hapiste olan büyükelçilik çalışanları ve NASA bilimadamı Serkan Gölge gibi isimler (cezasının 7.5 yıldan 5 yıla indirilmesi bile “lütuf” sayılıyor) kaderlerine terk edilmiş olacak.

Peki, bu durumun bir çıkışı yok mu? Yani hepimiz, Erdoğan’ın rehinesi miyiz?

AKP hükümeti ve Erdoğan sürekli olarak “Bu ülke bizim,” demeye getiriyor. Bu sebeple Avrupa ve ABD onunla masaya oturuyor. Bu sebeple koca koca iş dünyası simaları Berat Albayrak’ın abuk ekonomi toplantılarında 32 diş tekmili birden gülümsüyor. Sadece seçimlerde değil, hemen her hamle ve stratejide Erdoğan ve ekibi ülkenin “sahibinin” kendi gibi düşünenler olduğunu ispata çalışıyor.

Eğer onun gibi düşünmeyenler olarak sesimizi gürleştirir, onun hikâyesinde “kötü adam” olmaktan vazgeçip kendi hikâyemizi yazmaya koyulursak, müttefiklerin tutumu da değişecektir. Pazarlık masasında farklı şeyler konuşulacaktır. Erdoğan tekeli sürdüğü müddetçe, Doğu’dan da Batı’dan da Türkiye politikaları konusunda yeni bir tavır beklememek lazım. Bu tekeli kırmanın yolu da Türkiye’nin başka hikâyeleri de olduğunu gösterebilmektir.

1 YORUM

  1. Bilal Ayhan
    Neymiş mesela o farkl hikayeler sayın Yazar. Ve toplumun hangi kesimleri bu hikayelerde birleşecekmiş. Biraz daha somut olabilir misiniz, soyut ve çerçevesi olmayan fikirler yerine