Mehmet Ali Özcan | @mehmet_aliozcan
Ailem olmadan ilk defa bir Ramazan geçiriyorum. Gaybubet yaparken bile birkaç günü birlikte geçirip iftar ve sahur yapmıştık. Yeniden, ne zaman bir araya geleceğimiz meçhul. Şimdilik hasretlerimizi telefondan görüntülü görüşmelerle dindiriyoruz.
Bu akşam iftar soframda makarna ve salata vardı. Daha önceki günler de farklı değildi. Biliyorum, dünyanın yarısı bu kadarını da bulamıyor. O yüzden halime şükrediyorum; siz de şükredin. Zaten oruç ibadetinin hikmetlerinden biri de fakir insanların hali anlamak değil mi?
Camilerin minarelerine mahyalar kurulmuştur şimdi Türkiye’de… Biliyor musunuz, bu diyarda camilerin minareleri yok. Bırakın minareyi, cami olarak inşa edilmiş bina da yok; her biri sonradan dönüştürülmüş. Rabbim buralarda mahyaların kurulacağı minareler nasip eder inşallah…
Çocuklarımla neredeyse her gün görüşüyorum. 9 yaşındaki kızım oruç maceralarını anlatıyor. Arkadaşlarının onun karşısında su içmesi, iftar vakti suya saldırması, teyzesine gittiği iftardaki zengin menü… Herkesin vardır böyle hatıraları… Yaş ilerleyince ve de yalnız olunca hatıralar hücum ediyor…
Davulumuz, davulcumuz vardır bizim; Ramazanlarda ortaya çıkan… Mânisiz, akortsuz olsa da sahur vakti onu duymak Müslümanların yaşadığı bir beldede olduğumu hatırlatıyordu bana… Bundan sonra kaç Ramazanı davul sesi duymadan geçireceğim bakalım…
Ezan da duyulmuyor buralarda… Bazı müezzinlerin okuyuşunu beğenmesem de günde 5 kere Müslümanlığımı hatırlatıyor, hayatımı düzene koymama yardımcı oluyordu o sadâ… Şimdi sadece dijital aletlere daha önceden kaydedilmiş ezanları duyabiliyorum.
Fırsatını yakalamışken bu Ramazan’ı iyi değerlendirmem lazım… Bir süre sonra oturum aldığımda çalışmak zorunda kalacağım. O zaman, okuma, yazma, ibadet yapma gibi faaliyetlerim azalacak maalesef. Keşke bu tür şeyler depo edilebiliyor olsaydı; zamanı gelince çıkarıp kullanabilirdim.
Günahlardan arınmak için Ramazan büyük bir fırsat. Burada oturumum olmadığı için çalışmam yasak ve devlet ihtiyaçlarımı karşılıyor. Dolayısıyla da insanlar arasına çıkmayıp münzevi bir hayat yaşayıp günaha girmekten de kurtulabilirim. Ama günah sadece beş duyu organı ile işlenmiyor ki…
Hurma ile iftarlarımı açabiliyorum. Ramazan’dan önce benim gibi mülteci arkadaşlarla bir araya geldiğimizde, birisi hepimize birer paket hurma hediye etti. Bu diyarda Efendimiz’in (sav) bir sünnetini yerine getirebilmek ne kadar güzel bir duygu…
Izdırap ve çile, Allah’a yakın olmak isteyenlerin kaderi… Tuttuğu oruçtan kendisine kalan açlık hissinden başka bir şey olmayanlardan bahsediyor Efendimiz (sav)… Kazanma kuşağında, kaybetmek de var neticede… Ramazan, ikinci bir ganimet olarak herkes gibi benim de başımda… Her ikisinin hakkını da verebilirsem ne mutlu bana…
İftar davetlerine icabet ederdim eskiden… Dostlarımı, akrabalarımı, öğrencilerimi ağırladığım zamanlar da olurdu. Şimdi ne davet edebileceğim ne de beni davet edecek birileri var yakınımda… Her iftarda başka mülteciler gibi, yalnızlığı, gurbeti, hasreti ve hüznü tekrar tekrar yaşıyorum.
Kur’an ayıdır Ramazan… Hatim indirme, her mü’min gibi benim de Ramazan’da yapmaya çalıştığım ibadetlerden… Bu sefer bir değişiklik yaptım; bilgisayardan Kâbe İmamları okuyor, ben de bazen kısık bazen yüksek sesle takip ediyorum. Daha önce yaşamadığım şekilde bu Ramazan’da gözyaşlarım da bazen bana eşlik ediyor.
Levh-i mahfuzda, bu Ramazan ayı itibarıyla aynı düşünce yapısına sahip olduğum dünyanın dört bir yanındaki arkadaşlarımla Allah’ın rızasını kazanma adına, doğru bir yolda olduğumuz görülüyor. İnşaallah gerçekten öyledir ve bundan sonraki satırlar da aynı doğrultudadır… Her zaman ki duam, “Ya Rab! Bizleri yolundan ayırma ve hakkımızda hayırlı olanı ver…”
Mülteci vasfıyla ilk Ramazanım bu… Zorunlu olarak ikamet ettiğim mekânda, yalnızım… Daha önce de yalnız geçirdiğim Ramazan günleri olmuştu ama bu farklı… Aileden ve dostlardan uzakta… Sadece kaldığım oda içerisinde kendi Ramazanımı yaşıyorum…
Namaz, Ramazan’da ayrı bir önem kazanıyor. Teravihe ilave olarak bazı nafile namazları da eda etmeye çalışıyorum. “Gufranla tüllenen” bu ay bir nevi hasat mevsimi… Atılan oltaların boş dönmeyeceğine inancım tam, bir de olta atmayı becerebilirsem ne mutlu bana…
Oruçlu geçirilen süre burada Türkiye’dekine göre daha uzun. Telefonda kardeşim, “Daha çok sevap kazanıyorsunuz” deyince, “Onu Allah bilir” dedim. Evet, Oruç diğer ibadetler gibi değil… Her bir ibadetin sevap miktarını kirâmen kâtibin yazarken, orucu sadece kaydediyorlar. Onun karşılığını direk Allah verecekmiş.
Önümüzdeki Ramazan’da, Allah nasip ederse oturum almış ve mültecilik vasfımda değişiklik olmuş olur. Mevcut halime göre imkânlarım artar ve başka bir Ramazan iklimi teneffüs ederim. Türkiye’deki havayı yakalamak mümkün değil biliyorum. Bakalım buraların Ramazan’ı nasıl olacak?
Pide kokusu da yok bu diyar-ı gurbette… Başka zamanlarda yüzüne bakmadığımız pideler Ramazan’da soframızın baş tacı olurdu… Fırın önünde sırada beklemenin ayrı bir hazzı, sofrada sıcak sıcak yemenin ayrı tadı vardı. Ne güzel âdetlerimiz varmış; mahrum kalınca farkına varıyoruz.
Ramazan havası yok bu gurbet elde… Nasıl olsun ki? Dinleri dinimize, yedikleri yediklerimize, neşeleri neşelerimize benzemiyor… Oysa “Gâvur” denilen İzmir’de bile iftar vakti sokaklar boşalır, şehir sessizliğe gömülürdü. Bunu ilk fark ettiğimde insanımıza hayranlığım bir kat daha artmıştı.
Sahura kadar yatmama alışkanlığımı devam ettiriyorum. Okuma, yazma, dinleme ve namazın yanı sıra bu yıl programıma dini içerikli filmler seyretmeyi ilave ettim. Ramazan’dan önce, uzaktaki bir Türk marketinden aldığım zeytin, peynir ve reçelle yaptığım sahur, sevdiklerimle yaptığım sahurları hatırlatıyor.
Şikâyetçi değilim halimden… Bu Ramazan’da bazı şeylerden mahrum olsam da, yaşadıklarımın, gelecek güzel günlerin habercisi olduğuna inanıyorum. Varsın, yıllardır Türkiye’de yaşadığım güzellikler artık hatıralarda kalsın. Gelecek nesillerin iman dolu huzurlu günleri için dolgu malzemesi olmuşuz, ne gam…
Teravihe gidemiyorum, çünkü yakınımda cami veya mescid yok. En yakındaki otobüsle 1 saat uzakta… Gitsem, geri dönemem, çünkü o saatte otobüs seferleri bitmiş oluyor. Misafir olarak kalabileceğim birkaç arkadaş da benim gibi mülteci ve küçük odalarında sadece 1 yatak var.
Uzun yıllar boyunca Türkiye’de tesis edilmeye çalışılan huzur ikliminden eser yok şimdi… Bunun için gayret eden arkadaşlarım bir Ramazan’ı daha hapiste, gaybubette, mülteci kamplarında geçiriyor. Sıkıntılar olsa da yaptıklarından pişman olan pek duymadım. Değil mi ki bu Allah’ın yolu, katlanacağız…
Üzülmemek elde değil… Mülteciler bulundukları diyarlarda birçok şeyden mahrumken Türkiye’de hapiste veya gaybubette olanlar çok mu rahat? Ne yazık ki onlar daha sıkıntılı… Hizmet Hareketi müntesiplerini geçtim, Anadolu’da Ramazan’ı huzurlu geçiren kaç insan var acaba?
Vaazları olurdu Hocaefendi’nin Ramazanlarda… Fatih, Pendik, Süleymaniye, Şadırvan… O güzel günlerin hatırasını canlı tutmak için şimdi tekrar dinliyorum her birini ve “Hey gidi günler…” diyorum. Bir daha yaşanması mümkün olmayacak o günleri, hüzünlü gurbetimde bu şekilde yâd ediyorum…
Yaşadığımız süreç benim gibi birçok insanı dünyanın dört bir yanına dağıttı. Ben yaşayamıyor olsam da biliyorum ki başka diyarlarda yine iftar davetleri oluyor, kültürümüz yaşatılıyor, diyaloğa açık insanlara sevgi mesajları götürülüyor, gönüllerde kapılar açılıp köprüler kuruluyor…
Zulümlere uğramış, işinden olmuş, malına el konulmuş, hürriyeti elinden alınmış olsak da gök kapılarının açıldığı Ramazan’da kimse Allah’la irtibatımızı kesemez. Çekilenler, dünya hayatının cilveleri ve O’nun (cc) rızasını kazanma vesileleri… Umarım hep birlikte bu fırsatı kaçırmayız…
Hüzün ve umut dolu içten yazınızı okudum. Kaleminize sağlık. “Gurbet içre gurbet” in ne demek olduğunu biraz daha anlıyoruz bazen. Bu gurbetlerin hayırlara yol olması temennisiyle tüm dünyaya huzur ve birlik diliyorum.