Ana Sayfa Yazarlar Bülent Keneş Bir Kürt ne hisseder?

Bir Kürt ne hisseder?

Yorum | Bülent Keneş

Bir Kürt ne hisseder? Tam olarak elbette ben de bilemiyorum. Çünkü ben bir Kürt değilim… Ama bir insanım ve benim gibi birer insan olarak Kürtlerin bugün maruz kaldıkları zulüm ve haksızlıklar karşısında neler hissedebileceklerini az çok tahmin edebiliyorum.

“Tahmin edebiliyorum” diyorum, çünkü dili, kültürü, yaşam tarzı ve hatta yaşam hakkı üzerinden sürekli ve sistematik olarak zulme, ayrımcılığa, hakarete, tahkire, saldırıya maruz kalan Kürtlerin nasıl hissettiklerini, neler düşündüklerini empati duyguları fevkalade güçlü olanların bile tam olarak hissedebileceğine ihtimal vermiyorum.

1000’li yılların başından itibaren kader ortaklığı yaptıkları insanların elinde 1900’lü yılların başından itibaren sürekli aldatılmışlık duygusu yaşamak nasıl bir histir sahi, hiç düşündünüz mü? Sonradan gelenlerle etle tırnak gibi olup paylaşılan ata yadigarı toprakların kurtarılarak yeniden vatan yapılabilmesi için cepheden cepheye koşan, savaş meydanlarında canlarını, kanlarını, mallarını verenlerin birlikte mücadele verdikleri tarafından ötekileştirilmesinin, preslenerek ezilmesinin nasıl bir trajedi olduğunu anlayabiliyor muyuz?

YÖNETİŞİM MELEKESİNİ GELİŞTİRME YERİNE PARANOYA REFLEKSİNİ İKAME

Bencilce ihtiraslarından dolayı kuşatıcı ve paylaşımcı olamayan muktedirler yüzünden her bir şeyden korkan, azıcık farklılığı olan her bir şeyden ürken ve yönetişim melekesini geliştirmek yerine paranoyayı refleks haline getiren bir rejim tarafından hep “öteki” olarak muamele görmek, şüpheyle yaklaşılmak, güven duyulmamak nasıl bir şeydir acaba, hiç düşündünüz mü? Rejime musallat olmuş bir paranoya yüzünden oradan oraya sürülmek; evlerinden, topraklarından atılmak; köklerinden sökülmüş koca çınarlar gibi dili diline, kültürü kültürüne, iklimi iklimine, havası havasına, toprağı toprağına benzemeyen yaban ellerde defalarca sıfırdan başlamak, yeniden ve yeniden kök salmaya çalışmak acaba nasıl kahredici bir çabadır, bir mücadeledir? Milliyetçilik, ırkçılık ve faşizmin ortalığı kasıp kavurduğu sapkın devirlerin farklı olanı yok sayma ya da yok etme hastalığına her daim maruz kalmak nasıl bir trajedidir, hiç düşündünüz mü?

Şöyle bir düşünün ki, binlerce yıldır taşıdığınız ve bir parçası olmaktan iftihar ettiğiniz kimliğiniz bir anda yok hükmünde oluvermiş. Üstelik benliğinizi, kimliğinizi yok sayanlar, bunları yapmak için sizi adam yerine koyup da doğru dürüst bir teori geliştirme zahmetine bile katlanmamış. Tam tersine alabildiğine aşağılayıcı bir kolaycılığa sapmış. Mesela, muhatabını tahkir edici derecede bir aptallıkla ileri sürdüğü bir sözde teoriyle “Kürt diye bir ırk yoktur. Bugün Kürt denilenler, dağda dolaşırken kara bastıkça kart kurt sesi çıkaran Türklerden başkası değildir,” demiş. Sahi, bu ucuzcu tahkirin yaratacağı travmanın nelere yol açabileceğini ve açtığını hesap etmeyi hiç denediniz mi? Peki dağa taşa, ota topa “Ne Mutlu Türküm Diyene” gibi hem diyenin ulusal komplekslerini ele veren hem de muhatabını aşağılayan bir sözün yazılmasının oluşturduğu duygusal yıkımı, kopuş ve ayrılığı kendinize hiç dert edebildiniz mi?

ZULÜMLERE SADECE KİMLİĞİNİZ GEREKÇE YAPILSA NE HİSSEDERSİNİZ?

12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrasında olduğu gibi suçlu-suçsuz ayrımı yapılmaksızın binlerce insanla birlikte cezaevlerine toplansanız, faşist marşlar eşliğinde köpeklere selam durmaya zorlansanız, ağzınıza kadar lağıma sokulup günlerce orada bekletilseniz, zorla dışkı yedirilseniz ve bütün bu aşağılık zulümlere sadece kimliğiniz gerekçe yapılsa ne hissederdiniz acaba?

Henüz tarihin var olmadığı dönemlerden beri var olan Allah vergisi anadiliniz sinenizden sökülüp atılmaya kalkışılsa, aşağılanmanız için sürekli gerekçe olarak kullanılsa isyan mı ederdiniz, yoksa onursuz bir aymazlık ve şartlara muazzam bir uyumla olanı biteni sineye çekip yolunuza devam mı ederdiniz? Farz edin ki on binlerce insanın iradesini temsilen girdiğiniz Meclis’te bile her ne zaman ana dilinizde birkaç kelime etmeye yeltenseniz sözleriniz türlü hakaretler eşliğinde ağzınıza tıkılıyor. Veya kırık dökük edebildiğiniz cümleleriniz tutanaklara “bilinmeyen garip bir dil” olarak geçiriliyor…  Böylesine aşağılayıcı bir durumda kendinizi duygusal olarak o devlete ve rejime bağlı hissedebilir misiniz?

Şu an yaşadığım ülkede, geçen kış havanın -10, -15 derece olduğu bir dönemde gazetede bir yazı okumuştum. Romanya’dan veya Bulgaristan’dan gelen Romanların her köşe başında dilenmeyi meslek edindikleri bu ülkede, ellisini aşmış bir tiyatro sanatçısı ve aynı yaşlardaki yazar eşi çoğu insanın her gün önünden gelip geçtikleri halde fark bile etmedikleri bu dilencilerin neler yaşadığını, neler hissettiklerini merak etmiş ve topladıkları parayı gün sonunda kendisine vermek üzere, o buz gibi havada bir dilencinin yerine sabahtan akşama kadar kendileri oturmuş ve dilenmişlerdi. Yetersiz buldukları empati kurma çabasının yerine doğrudan o deneyimi yaşamak istemişlerdi. Yaşamışlar, yaşamakla yetinmemi tecrübe ve hislerini binlerce okurla paylaşmışlardı. O tecrübi yazıyı okuduktan sonra karşılaştığım Romanlara bakışımın değiştiğini söyleyebilirim.

Peki ya biz? Komşumuz, akrabamız, meslektaşımız, bakkalımız, manavımız, öğretmenimiz, talebemiz vs olan Kürtlerin yerine kendimizi koyup maruz kaldıkları ötekileştirme, aşağılama ve tahkiri tecrübe etmeyi göze alabilir miyiz?

ÇOĞUNA BİR MEZAR BİLE ÇOK GÖRÜLEN 17 BİN FAİL-İ MEÇHUL

Onlarca yıl geçmesine rağmen başlarına ne geldiğini hala bilemedikleri, bir mezarları bile olmayan çocuklarının akıbetini her hafta sonu toplanarak devlete soran onlarca Cumartesi Annesi’nden birinin de kendimiz olmasına yüreğimiz dayanır mıydı acaba? Ya da jandarma, JİTEM, polis ya da derin devlet çeteleri tarafından evinden alınıp götürülen ve bir daha da kendilerinden haber alınamayan binlerce Kürdün bir yakını, anası, babası, kardeşi, eşi ya da çocuğu olsaydınız ne hissederdiniz, hiç düşündünüz mü? Aralarında kendi yakınınızın da olduğu bir fail-i meçhule veya yargısız infaza kurban giden, kendilerine bir mezar bile çok görülen 17 bin kayıptan bazılarının cesetlerinin asit kuyularında eritilerek yok edildiklerine dair iddialar, tevatürler ve bilgiler kulağınıza gelse ne hisseder, ne düşünürdünüz? Devletin vardır bir bildiği, olanın vardır bir hikmeti der oturup sineye mi çekerdiniz? Yoksa içinizde isyan fırtınaları mı kopardı?

Malınız mülkünüz talan, eviniz barkınız yerle bir edilse; Sur’da, Silvan’da olduğu gibi yıllarca önce kovulduğunuz yerlerden beş parasız gelip sığındığınız yerlerdeki evleriniz de dozerlerle, kepçelerle başlarınıza yıkılsa, hakikaten ne hissederdiniz? Devlete ve devleti yöneten zalimlere minnet mi duyardınız, yoksa öfke ve nefretiniz bir yumruk gibi gelip yüreğinize mi otururdu?

Başınızdaki dinbaz mürailer dünyanın ta öteki ucundaki bir zulme timsah gözyaşları dökerken, aynı kıyımı ve belki daha fazlasını gözlerini kırpmadan “din kardeşlerimiz” dediği size karşı yapsaydı hakikaten ne hissedersiniz?

Yargısız infazla kurşunlanmış çocuklarınızın, hala can çekişirken zırhlı araçların arkasına bağlanarak sokak sokak sürüklenmesi yetmiyormuş gibi, bir de bu vahşet filme çekilerek büyük bir maharetmişçesine yayınlansa; evinde otururken kurşunlanan ciğerparenizin minicik cansız bedenini defnine müsaade alamayıp da kokmasın diye haftalarca mutfağınızdaki buzdolabında saklamak zorunda kalsanız; cadde ortasında vurularak öldürülen 60’ını aşmış ananızın cesedi gözlerinizin önünde günlerce cadde ortasında kalsa da naaşını aç köpekler parçalamasın diye taş atma nöbetleri tutsanız; ailecek aç biilaç sığındığınız bodrumlarda çoluk-çocuk, genç-ihtiyar demeden yakılıp kömür parçalarına dönüştürülseniz; en mahreminize kadar girilip yatak odanızdaki aynanıza, duvarınıza ahlaksızca mesajlar bırakılsa, orada yaptıkları türlü rezilliklerin kalıntılarını özellikle ortalığa saçsalar; aylarca tanklarla toplarla kuşatılan şehirlerinizdeki evleriniz en sonunda başlarınıza da yıkılsa, sahi ne hissederdiniz?

İÇİNİZDEN KOPMAYACAK BİR ŞEYLER KALIR MI GERİYE?

Sonra “Kahraman Türk güvenlik görevlileri” hınçla girdikleri düşman topraklarındaki işgal kuvvetleri gibi zırhlı araçlarıyla şehrinizin caddelerinde kibirle dolaşırken yerle bir edilen şehir merkezini videoya çekip “Türkün gücünü göstermekten” bahsetse, içinizden kopmayacak bir şeyler kalır mıydı geriye dersiniz?

Kendi ülke sınırları içerisinde tanklarla, toplarla, uçaklarla yerle bir edilen şehirlerinizde haşere yok eder kolaylığında canlarınıza kıymakla kalmayıp, kendisiyle hiçbir ilgisi olamayan sınır ötesindeki yakınlarınızı bile sorun eden bir devletiniz olsa, o devlete zerre saygı ya da sevgi duyabilir miydiniz? Onlarca yıl boyunca sınırında Saddam’ı sorun etmemiş, yıllarca vahşi IŞİD’in varlığını sorun etmemiş bir devletin Irak anayasası tarafından kabul edilmiş kendi toprakları üzerinde yaşayagelen Kürtlerin kendisini yönetme hakkını oylamasına Bağdat yönetiminden daha fazla karşı çıkma tuhaflığı karşısında bir Kürt olsanız ne düşünür, ne hissederdiniz? Bir başka ülkeyi ilgilendiren bu konuda en azından “yahu sana da ne oluyor?” demez miydiniz?

Kanaatime göre, Pazartesi günü Kürdistan’da yapılan referandumdan sürpriz bir sonuç çıkma olasılığı bulunmuyor. Potansiyel olarak bölgesel birçok jeopolitik fay hattını hareketlendirerek tektonik sarsıntılara yol açma riski bulunan bu referandumun kaybedeni ise, izlenen aptalca politikalar ve edilen ahmakça sözler yüzünden peşinen belli: Türkiye.

Malum olduğu üzere Kuzey Irak Kürtleri, yıllardır dört gözle bekledikleri, birkaç kez erteledikleri bu referandumu yapabilmek için en uygun şartları gözlemlemekteydi. Özellikle son 15 yıldır bölge ve uluslararası siyasi dengeleri en iyi okuma becerisi gösterebilmiş Kürtlerin nihayet yapma kararı verdikleri referandum konusunda da mevcut şartları ince eleyip sık dokuduğundan şüphe duymak için bir nedenimiz yok. Böyle bir referandum için asıl dikkate almaları gereken güçlerin, resmi söylemleri farklı bile olsa, zımni desteklerini aldıkları ileri sürülebilir.

AKIL TUTULMASI, BASİRET TIKANMASI, FİRASET FELCİ

Yılların birikmiş enerjisiyle gerilerek yayından çıkmış bir ok misali hedefe yönelen referandum geriye dönüşü olmayan bir süreci başlatmış durumda. Hal böyleyken belirleyici olacak büyük güçlerin nihai tercihinin Kürtlerden yana şekilleneceğini tahmin etmek hiç de zor değil. Bunun en önemli sebeplerinden biri ise Erdoğan rejiminin akıldan, izandan uzak tutarsız dış politik tercihleri ve gerçekliklerden kopuk söylemlerinden başkası değil. Kendi haline bıraktığında bile sosyo-politik, diplomatik ve ekonomik açıdan Türkiye’nin bölgedeki en tabii müttefiği ve en yakın dostu olabilecek bir oluşumu peşinen hasım haline getirebilmek doğrusu az bir başarı sayılmaz(!)

İstikrarsız Arap coğrafyası ile aramızda nispeten daha kolay anlaşabileceğimiz bir Kürt bölgesinin oluşturacağı tampon bölgenin konforundan yararlanmak yerine, bu oluşuma Bağdat rejiminin sergilediği tavırdan daha sert bir tavır alarak peşinen kendimize düşman etmenin akıl tutulmasından, basiret tıkanmasından ve firaset felcinden daha uygun bir tanımı bulunmuyor maalesef.

Tavır sahipleri ne kadar farkından bilmem ama bu tavır Kürdistan’a verdiğinin ötesinde Kürt vatandaşlarımıza da korkunç bir mesaj veriyor. Bu mesajın, Türkiye’de herkese hak görülenin Kürtlere hak görülmediğini içeren o tehlikeli algıyı güçlendirmekten başka işe yaramayacağı ise aşikâr. Bunun içindir ki “Bir Kürt ne hisseder?” sorusu Kürtleri ilgilendiren herhangi bir konuda atılacak herhangi bir adımdan önce üzerinde mutlaka durulması, enine boyuna düşünülmesi gereken hayati bir soru. Bahsini ettiğimiz Kürtler ister Türkiye sınırları içerisinde olsun, isterse sınırlarımızın hemen ya da çok ötesinde olsun…

4 YORUMLAR

  1. Elkurdi
    Emeğinize sağlık çok güzel yazdınız Eğer siz her konuda böyle objektif yazılar yazarsanız siz insanlara çok büyük hizmet vermiş olursunuz size bu yazınızdan dolayı Kürtlerin bir ödülü olsaydı o ödülün ismi şahımerdan olsaydı ödül Elmas Zümrütle süslenmiş ödülü size vermekle en şerefli insan olduğunun sembölü olarak azbile sayılır
  2. Ebabil
    Bir Kürt olarak duygulanarak okudum...Bunları yazmak zorunda kalmak bile utanç vesilesi bence. .Allah razi olsun
  3. Muh hali
    Irakli bir kürt olarak yazinizi büyük bir zevkle okudum. Zor günlerinizde bile empati yapabiliyorsaniz ve baskalarinin acilariyla dertlenebiliyorsaniz, Allah sizin acilarinizla dertlenir. Rabbim hizmete gönül verenlerin yar ve yardimcisi olsun.