YÜKSEL DURGUT | YORUM
New York’un kalbinde, CBS stüdyolarında sıradan bir kitap tanıtımı röportajı. Kimse röportajın yapıldığı o gün, bunun Ortadoğu’nun en derin yaralarından birini yeniden kanatacağını tahmin etmemişti.
Ta-Nehisi Coates, “The Message” adlı yeni kitabını tanıtmak için stüdyoya adım attığında, gözlerinde bir kararlılık vardı. Bu sahne, insanlara Martin Luther King Jr.’ın 1967’de NBC’de yaptığı ve Vietnam Savaşı’na karşı çıktığı ünlü röportajı hatırlattı. King o gün, “Vicdan, adaletsizliğe karşı çıkmanın en güçlü silahıdır.” demişti. Bu sözler, Amerika’yı ikiye bölmüş ve King’e karşı büyük bir tepki dalgası yaratmıştı.
Ta-Nehisi Coates, 1975 yılında Baltimore’da dünyaya geldi. Babası Vietnam Savaşı gazisiydi. The Atlantic dergisinde yazdığı makalelerle tanındı. Özellikle beyazların üstünlüğü konularındaki analizleriyle dikkat çekti. 2015 yılında “Dünya ve benim aramda” (Between the world and me) adlı kitabıyla Ulusal Kitap Ödülü’nü kazandı.
Sunucu Tony Dokoupil, Coates’e ilk sorusunu yönelttiğinde, stüdyodaki hava bir anda değişti. “İsrail’in var olma hakkına inanmıyor musunuz?”
Bu soru, sadece bir kitap tanıtımını değil, yıllardır süregelen bir çatışmanın özünü de sorgulatıyordu.
Coates’in cevabı, beklenmedik bir sakinlikle geldi: “Ben etnik temelli herhangi bir devlet fikrine karşıyım.”
Bu cümle, stüdyoda bir bomba etkisi yarattı. Bu an, pek çok kişiye Nelson Mandela’nın 1964’teki mahkeme savunmasını anımsattı. Mandela o gün, “Irkçı olmayan demokratik bir toplum için yaşamaya ve gerekirse ölmeye hazırım.” demişti. Mandela’nın bu sözleri, onu 27 yıl boyunca demir parmaklıklar arkasına göndermiş ama aynı zamanda dünya çapında bir özgürlük sembolü haline getirmişti.
Röportaj ilerledikçe, Coates’in Batı Şeria’da gördükleri, onun kaleminden döküldü. Bu anlatı, Edward Said’in 1978’de yayınlanan “Oryantalizm” kitabındaki şu sözleri hatırlattı: “Filistinliler, kendi topraklarında görünmez kılınmış bir halktır.”
Said’in bu sözleri, Batı’nın Ortadoğu algısını derinden sarsmış ve akademik dünyada büyük tartışmalara yol açmıştı.
Stüdyodan çıktıktan sonra, Coates’in kitabı ve röportajı hakkında bir medya fırtınası koptu. Bu durum, Noam Chomsky’nin 1988’de CNN’de yaptığı ve İsrail-Filistin çatışmasını eleştirdiği röportajı akıllara getirdi. Chomsky o gün, “Medya, güç sahiplerinin çıkarlarına hizmet eder.” demişti. Bu sözler, Chomsky’nin birçok televizyon programından yasaklanmasına neden olmuştu.
Günler geçtikçe, tartışma büyüdü. Coates’in deneyimi, dünyanın başka yerlerindeki benzer olayları da akıllara getirdi. Hannah Arendt’in 1963’te “Eichmann in Jerusalem” kitabında kullandığı “kötülüğün sıradanlığı” kavramını hatırlattı. Arendt’in bu yaklaşımı, Yahudi toplumu içinde büyük bir öfkeye neden olmuş ve kendisi antisemitizmle suçlanmıştı.
Japonya’da, yazar Kenzaburo Oe’nin nükleer silahlanmaya karşı çıkan yazıları 1960’larda büyük tartışmalara yol açmıştı. Oe, “Bir yazarın görevi, insanlığın vicdanı olmaktır.” diyerek eleştirilerini sürdürmüştü.
Coates bir konferansta konuşurken, salonun arka sıralarından bir el kalktı. Genç bir Filistinli öğrenci, titrek bir sesle sordu: “Sizce birgün bizim hikayemiz de duyulacak mı?”
Bu soru, Elie Wiesel’in 1986 Nobel Barış Ödülü konuşmasındaki şu sözleri anımsattı: “Tarafsızlık, zulmedenin işine yarar. Sessizlik, işkencecinin dostudur.”
Wiesel’in bu sözleri, insan hakları mücadelesine yeni bir soluk getirmişti.
Coates’in kitabı, röportajı ve sonrasında yaşananlar, sadece bir medya olayı değil, insanlığın vicdanına yöneltilmiş bir çağrıdır.
Röportajın üzerinden bir süre geçti, açtığı yara ise hala taze. Ancak belki de bu yara, iyileşmenin başlangıcıdır. Çünkü bazen, en derin yaralar en güçlü iyileşmeleri getirir. Tıpkı Mahatma Gandhi’nin dediği gibi: “Önce seni görmezden gelirler, sonra seninle alay ederler, sonra seninle savaşırlar, sonra sen kazanırsın.”
Gandhi’nin bu sözleri, Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinin manifestosu haline gelmiş ve dünya çapında birçok özgürlük hareketine ilham vermişti.
Coates’in mücadelesi, dünyanın dört bir yanındaki yazarların, düşünürlerin ve aktivistlerin seslerine ses katıyor. Bu sesler, bazen fısıltı halinde, bazen de gür bir çığlık olarak yükseliyor. Ancak hepsinin ortak noktası, adaletsizliğe karşı çıkmak ve insanlığın vicdanını uyandırmak. Belki de bir gün, bu sesler o kadar güçlenecek ki, dünyanın en karanlık köşelerinde bile duyulacak ve değişimin fitilini ateşleyecek.