Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu
Pazar günü yapılan cumhurbaşkanı ve TBMM seçimlerinde partiler büyük bir vaat yarışına girdiler. Özellikle AKP önceki seçimlerde gördüğümüz “3. Köprü, Kanal İstanbul, Fatih Projesi” gibi vaatler yerine “kahvehane” vaadiyle seçimlerin farklı bir yönünü oluşturdu.
Mizahi yaklaşımlar dışında kamuoyu Erdoğan ve AKP’nin bu vaadiyle ne yapmak istediğiyle pek de ilgilenmedi.
AKP’nin resmi web sitesine girildiğinde 2018’e ait bir seçim beyannamesi bile görünmüyor. Ancak “yandaş ajans” haline gelen Anadolu Ajansı’ndan beyannamenin PDF haline ulaşılabiliyor.
Üç yüz altmış sayfalık bu beyannameye bakıldığında, kahvehanelerle ilgili bir projenin yer almaması ise akıllarda soru işaretleri oluşturuyor.
KAHVE CAİZ Mİ?
“Kırk yıl hatırı olan” kahvenin ilk olarak nerede bulunduğu ve tüketiminin nasıl başladığı bilinmiyor. Genel olarak anavatanının Etiyopya olduğu ve buradaki “Kaffa” şehrinden Yemen’e ulaştığı ve sonrasında İstanbul’dan bütün dünyaya yayıldığı kabul ediliyor.
Osmanlı kaynakları kahvenin ilk dönemlerde sufiler arasında yaygın olarak kullanıldığını ve özellikle Şazeli tarikatı mensuplarının buna öncülük ettiğine yer vermektedirler. Bu nedenle Osmanlı kahvehanelerinde mesleğin piri olarak “Şeyh Hasan Şazeli” kabul edilmiştir.
Kahvenin ilk dönemlerde bazı yerlerde “şarap” gibi içilmesi ve kahve tanelerinin kömür haline getirilmesinden dolayı sağlığa zararlı olduğu düşüncesi caiz olmadığı yönünde fetva verilmesine yol açmıştır. Hatta “bid’at” olduğu gerekçesiyle de haram olduğu şeklinde fetva verenler olmuştur.
Hicaz’da başlayan bu tartışmalar, kahvenin İstanbul’a gelmesiyle Dersaadet’e taşınmış ve Ebussuud Efendi başta olmak üzere Osmanlı uleması da benzer fetvalar vermiştir. İktidarın emrindeki bazı vaizler ise “kahvehane yerine meyhaneye gitmenin tercih edileceğini” bile söylemişlerdir. İlginç olan benzer tepkilerin kilise tarafından da verilmiş ve kahvenin yasaklanmış olmasıdır.
Kahvenin tam tarihi bilinmese de İstanbul’a XVI. Yüzyılda geldiği kesindir. Osmanlı tarihçisi Peçevi’ye göre ilk kahvehane de 1553-1554’de o zamanın önemli bir merkezi olan Tahtakale’de Halep’li Hakem ve Şam’lı Şems tarafından açılmış ve bu kişiler büyük bir servete kavuşmuşlardır.
Devlet de kahvenin ekonomik yönünü keşfetmiş, kahve ithalatçılarından alınan “resm-i bid’at” vergisi hazine için önemli bir gelir kalemi olmuştur.
İstanbul’da kahvehanelerin sayısı bundan sonra hızla arttı. Kahve de Osmanlı kültürünün vazgeçilmez bir parçası oldu. Misafirliklerde, kız isteme merasimlerinde hatta resmi ziyaretlerde “kahve ikramı” önemli bir geleneğe dönüştü. Topkapı Sarayı’nda “kahvecibaşılık” makamının oluşturulması, kahvenin sarayda da yaygın bir şekilde içildiğini gösteriyordu.
Kahvenin yayılmasıyla birlikte haram olup olmadığı tartışmaları da daha da arttı. Vaizler camilerde kahvenin haram olduğunu ve kahvehanelere meleklerin girmeyeceğini söylüyorlardı. Bazı vaizler de kahve içenin “nikâhının boş olacağını” iddia ediyorlardı.
Bu tartışmalar halkın kahve içmesine engel olamadığı gibi kahve alışkanlığı ulema arasında da yayıldı. Zamanla âlimler, kahve tohumlarının kömürleşmediği gerekçesiyle ve “şarap gibi” içilmemesi şartıyla kahvenin “caiz” olduğunu ilan ettiler.
IV. MURAT’IN YASAKLARI
Din adamlarının kahvehane düşmanlığının altında dini gerekçeler yanında buralarda o zamanki ifadeyle “devlet sohbeti” yapılması etkili oldu. O zamana kadar cami-kilise ve çarşı dışında bir araya gelemeyen Osmanlı tebaası, kahvehanelerle yeni bir mekâna kavuştu. Böylece kahvehanelerin “müdavimi ve tiryakisi” olan bir kitle ortaya çıktı.
Buralarda zengin, fakir, memur veya işsiz çeşitli insanlar bulunuyor ve “devlet korkusu” olmadan ekonomiden siyasete, saray dedikodularından yolsuzluklara kadar her şeyi konuşuyorlardı. Bu durum kahvehanelerin “fesat yuvası” olarak görülmesine ve devletin zaman zaman çok sert uygulamalara başvurmasına neden oldu.
Bu yasaklar, XVIII. yüzyıla kadar devam etti. Yasaklama gerekçeleri olarak; “yeniliklere karşı eleştirilerin merkezi olmak, siyasi ayaklanmalara zemin oluşturmak, yangınlara sebebiyet vermek, insan sağlığına zararlı olmak ve insanları tembelleştirmek” gösterilmekteydi.
II. Selim’le başlayan yasaklar, IV. Murat’la zirve yaptı. IV. Murat, Kadızadelilerin etkisiyle (http://www.tr724.com/17-yuzyilda-bir-taassup-ornegi-sarayin-fetvacisi-kadizadeliler/) Cibali’de çıkan bir yangını bahane ederek bütün kahvehanelerin yıkılmasını emretti.
Asıl gerekçe, bu mekânların iktidar karşıtı merkezlere dönüşmesiydi. Devlet ise tamamen yasaklamak yerine “ibret-i âlem için” zaman zaman yasaklar getirerek kamuoyu oluşturma mekânına dönüşen ve “kamusal alan” olan kahvehanelerin yayılmasına razı oldu.
Aslında devlet, kahvehanelerden çekinmekte haksız sayılmazdı. 1730’da Lale Devrini sona erdiren Patrona Halil isyanı bir kahvehanede başladığı gibi IV. Mustafa’nın tahttan indirildiği Kabakçı Mustafa isyanının liderlerinden Mustafa Ağa da kahvehane işletmekteydi.
KAHVEHANEDEN KIRAATHANEYE
Bir süre sonra önemli bir sermaye gerektirmeyen kahvehane işletmeciliği, yeniçeriler tarafından keşfedildi. Yeniçeriler, İstanbul’un en güzel yerlerinde kahvehaneler açarak konumlarının da etkisiyle bu mekânları daha farklı bir konuma taşıdılar.
Yeniçeri kahvehaneleri, özellikle Boğaz kıyısında ve güzel manzaralı yerlerde açıldığı gibi orijinal bir mimariye de kavuştu. Bu kahvehaneler 1826’da ocak kaldırılıncaya kadar aynı zamanda “Bektaşi tarikatının” mekânları oldu.
Osmanlı kahvehaneleri sadece kahve içilen yerler değildi. Buralarda satranç, tavla ve çeşitli kâğıt oyunları oynansa da bazı kahvehaneler “irfan meclisi” özelliği taşımaktaydı. Bu tür kahvehanelerde çeşitli sohbetler yapılıyor, Karagöz ve meddah gösterileri sergileniyor, halk hikâyeleri ve masallar anlatılıyor, âşıklar saz ve sözleriyle buralara renk katıyorlardı.
Kahvehaneler, Tanzimat döneminde farklı bir kimliğe kavuştu. Kahvehanelerde o dönemde Osmanlı merkezinde ve taşrasında yayınlanmaya başlayan gazeteler ve dergiler elden ele dolaştırılarak okunmaya başladı.
Birçok kahvehanede kitaplıklar kuruldu. Bu kahvehaneler zamanla “kıraathane” olarak adlandırıldılar. Buralarda gazete ve kitap satışı da yapılmakta ve birçok kıraathane artık şair ve yazarların müdavimi oldukları mekânlara dönüşmekteydi.
Dönemin ilginç bir yönü de kahvehanelerin bir istihbarat kaynağı olarak görülmesiydi. “Hafiye Teşkilatı”, bu dönemde kahvehaneleri mesken edindi. Hafiyeler, buralarda konuşulan her şeyi; yer, zaman ve kişileri belirterek “jurnallerle” resmi makamlara ilettiler. Bugün Osmanlı arşivlerinde o yılların kahvehanelerinden derlenmiş binlerce jurnal bulunmaktadır.
CUMHURİYETİN MÜDAHALESİ
Birçok yazar ve şair kahvehanelerin tiryakisi olsa da M. Akif, bu mekânları beğenmez ve sosyal yara olarak görür. Hatta kahvehaneleri, Osmanlı’nın yaşadığı felaketlerin sorumluları arasında gösterir. Buna karşılık aynı tenkidi Almanya’da gördüğü “aydınlık kafeler” için yapmaz.
İttihatçılar, İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra bu mekânların önemini fark ederek buralarda çeşitli konferanslar ve tartışmalar organize ettiler. Cumhuriyet rejimi de halkın dönüşümü için kahvehaneleri önemli bir faktör olarak gördü.
1925’de çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu sonrasında polislere kahvehanelerdeki siyasal sohbetleri önleme görevi verildi. Latin harflerinin kabulü sonrasında da kahvehanelerde Halk Mektepleri açılarak halka yeni harfler öğretildi.
Diğer taraftan kahvehanelere gramofonlar konularak halka İstiklal Marşı, Onuncu Yıl Marşı gibi marşlar ve çeşitli konuşmalar dinletildi. Cumhuriyet idaresi 1940’larda da “Türk sivil mimari akımı” doğrultusunda “Taşlık ve Şark Kahvesi” gibi örnek kahvehaneler bile inşa etti.
HEDEF PARAMİLİTER MEKÂNLAR MI?
Cumhuriyet devrinde kahvehaneler, kahveden çok çayın içildiği ve birçok yerde radyonun ve televizyonun ilk girdiği yerler oldu. Radyodan günlük gelişmeleri dinlemek isteyen halk, özellikle “ajans saatlerinde” kahvehanelere akın etti.
Demokrat Parti iktidarında kahvehaneler, siyasal kutuplaşma merkezlerine dönüşerek “Halkçı” ya da “Demokrat” olarak ikiye ayrıldılar. 1970’lerin sonunda ise anarşi hadiselerinin tırmanmasında “Alevi” ve “Ülkücü” kahvehanelerinin taranması etkili oldu.
Bugün Erdoğan’ın “kahvehane” vaadinin arka planını bilemiyoruz. Ancak “SADAT ve Osmanlı Ocakları” gibi yapılar düşünüldüğünde akıllara, yeni paramiliter yapıların buralarda örgütlenebileceği geliyor.
15 Temmuz gecesi Emniyet tarafından sivil halka dağıtılan silahlar ve zaman zaman sosyal medyada gördüğümüz AKP’lilerin silahlanma çağrıları, kahvehanelerin yeni dönemde farklı amaçlarla kullanılabileceğini düşündürüyor.
Kaynakça: H. E. Deniş, “Osmanlı ve Cumhuriyet Döneminde Kahvehaneler”, Akademik Bakış, S. 27, 2011; O. Tutal, “Kırk Yıllık İletişimin Mekânı Olarak Kahvehaneler”, AÜSBD, C. 12, S. 3; A. Yaşar, “Osmanlı Şehir Mekânları: Kahvehane Literatürü”, TALİD, S. 6, 2005; C. Kırlı, “Kahvehaneler ve Hafiyeler, Toplum ve Bilim, S. 83, 2000.
Enteresan bir yazı olmuş. Kahvehanelerin paramiliter örgütlenme yerleri olabilme ihtimali de bana ilginç geldi.