‘Bir kamera bir tripod’ hangi gerçeği gözler önüne serdi

YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

Biraz sonra okuyacaklarınızı maalesef Türk medyasında kimse dile getirmedi, getirmeyecek.

Çünkü bir kısım kalem erbabı Erdoğan rejiminin gazabından korktuğu için bir kısmı da zaten ideolojik bağnazlıktan hakkaniyetli davranmıyor.

Üçüncü ve yaygın grup ise “neme lazım, başıma dert açmayayım” modunda.

Oysaki şu an içinden geçtiğimiz dönemde sessiz kalmak zulme ortak olmakla eşdeğer.

Sadede geleyim,

Ali Yeşildağ’ın ifşaatlarını görmüşsünüzdür. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve aile çevresinin içinde olduğu suç yapılanmasını en ince ayrıntısına kadar anlatan Yeşildağ aslında rejimin röntgenini çekiyor.

Anlattıkları yenir yutulur türden değil.

Kamuoyuna ‘din -diyanet-dava’ diyen Erdoğan ve çevresinin aslında adam kaçırmaktan mala çökmeye, gasptan rüşvete her türlü suçun tam ortasında olduğunu bir bakıma devasa bir çete kurduklarını detaylarıyla anlatıyor.

Yeşildağ’ın anlatımları çok ilgi görüyor çünkü ‘içeriden’ birisi.

Kardeşleri Hasan ve Zeki Yeşildağ’la birlikte Erdoğan’ın yakın halkasındaki isimler. Hem şahitler hem işlenen suçlara ortaklar.

Bir başka ifadeyle ‘yukarıda’ nasıl bir dünya var sansürsüz şekilde ortaya döküyor.

‘Yukarı’ demişken Ali Yeşildağ’ın ifşaa ettiği rüşvet ve çökme olaylarında Erdoğan’ın ‘yukarısı’ diye kodlandığını fark etmişsinizdir.

Hatırlanacağı gibi Reza Zarrab’ın dağıttığı rüşvetlerde de Erdoğan ‘Cash to Yukarı’ diye tarif ediliyordu.

Bu açıdan bakılırsa Ali Yeşildağ’ın anlatımları ile soruşturma evrakları birbirini teyit ediyor.

Yeşildağ’ın anlatımları bize net olarak şunu gösteriyor: Erdoğan ve ailesi dünyanın en büyük çetesini kurmuş, yıllardır ülkeyi soyuyor. Çetenin içinde başta bakanlar olmak üzere siyasiler var, iş adamları var, medya yöneticileri var.

Çete çok büyük, kullanışlı piyon çok.

Nasıl ki her yol Roma’ya çıkıyorsa bu rejimde tüm parasal işler de Erdoğan’a çıkıyor. Tabiri caizse uçanı kaçanı haraca bağlamışlar.

Yeşildağ’ın anlattığı yolsuzluklar, soygunlar ve ahlaki çürümüşlük o kadar büyük ki, Cevheri Güven’in Youtube kanalına akın eden yüzbinlerce insan şok geçiriyor.

Bu arada yine Türk medyasında kimsenin size dile getiremeyeceği bir gerçeği de yeri gelişken not düşeyim.

Cevheri Güven tarihi işler yapıyor. O, beraber çalıştığı arkadaşları gibi Saray’ın emrine girip cebini doldurabilecekken hak-hukuk-adalet deyip gazetecilik yapmayı tercih edince ağır bedeller ödemiş birisi.

Hapis yatmış, evini barkını kaybetmiş ve küçük çocuklarıyla birlikte mülteci botuna binmek zorunda kalmış bir gazeteci.

Kolaylıkla küsüp kenara çekilip iltica ettiği Almanya’da kendine yeni ve rahat bir hayat kurabilecekken yine risk alıp gazetecilik yapmayı sürdürüyor.

Rejimin tetikçileri tarafından hedef gösterilse-taciz edilse de mesleğin namusuna halel getirtmedi.

Çabalarının karşılığını aldı ve bugün Türkçe haber platformları içinde en etkili mecra haline geldi.

Ali Yeşildağ’ın ifşaatlarını Cevheri Güven’e göndermesi tesadüf değil.

Ancak gelin görün ki Güven’in videolarını ağzı açık izleyenler, dosyaları köşesine ya da yayınına konu edinenler ya onu yok sayıyorlar ya da Erdoğan rejiminin çiğneyip tükürdüğü ‘fetö’ ile yaftalıyorlar.

Sözüm ona meslek büyüğü, bağımsız gazeteciler Ali Yeşildağ’ın ifşaaları üzerine analiz kasıyor ama Cevheri Güven’den tek kelime bile bahsetmiyorlar.

Bu ayıp da onlara yeter deyip konumuza dönelim.

Girişte bahsettiğim, kimsenin size söylemeyeceği konu aslında Cevheri Güven örneğiyle de benzeşiyor.

Şöyle ki;

Sedat Peker’in ‘bir tripod bir kamera’ diyerek başladığı video ile ifşa sürecinde çok şey gördük.

Ardından sürgün gazetecilerin haberleri ile rejimin kokuşmuşluğu ayan beyan ortaya döküldü.

Son günlerde ise Muhammet Yakut ve Ali Yeşildağ’ın anlatımlarıyla süreç başka bir aşamaya ulaştı.

Özellikle Ali Yeşildağ’ın anlatımları sonrası hukukun olduğu bir ülkede çok büyük çete soruşturmaları açılır, kamu hazinesinden çalınan paralara el konurdu.

Yeşildağ’ın belgeleriyle ortaya döktüğü skandallara sessiz kalan yargı ancak yayın yasaklarıyla gazetecileri susturmaya çalışıyor.

Ali Yeşildağ’ın bundan sonra ne anlatacağını henüz bilmiyoruz ancak şu ana kadar ifşaa ettikleri Erdoğan rejiminin gerçek profilini ortaya koymaya yetti.

Karşımızda legal-meşru bir hükümet değil tam anlamıyla organize bir suç örgütü var. Yasaların tarif ettiği ‘çete’ ve ‘organize suç örgütü’ tanımları Erdoğan ve çevresinde vücut bulmuş halde.

17 Aralık 2013 büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası başlattıkları dönüşümü 15 Temmuz kumpasıyla zirveye çıkartan Erdoğan rejimi işledikleri suçları örtmek için hayali örgütler uydurup toplumu hypnotize etti.

Bugün net olarak görüyoruz ki ‘fetö fetö’ derken organize bir şekilde memleketi soymuşlar.

İşte ‘bam teli’ de burada.

17 Aralık 2013 büyük yolsuzluk operasyonunda suç üstü yapılan Erdoğan ve ortakları kendi pisliklerini kapatmak için Gülen Cemaati’ni terör örgütü ilan etti.

Kamu gücünü de arkasına alan Erdoğan ve müttefikleri kundaktaki bebekten beli bükülmüş ihtiyara kadar yaklaşık 2 milyon kişiyi terör zanlısı yaptı.

Operasyonlar aralıksız devam ediyor.

Girilmedik kurum, karıştırılmadık yer bakılmadık kayıt kalmadı. İşkenceyle ya da başka şekillerde itirafçı yapılan binlerce kişi oldu.

İrili ufaklı binlerce şirket gasp edildi, kasaları boşaltıldı.

Binlerce kişinin evine iş yerine girildi, tüm kayıtları didik didik edildi. Bırakın medeni ülkeleri, az buçuk hukuk olan ülkelerde bile suç sayılamayacak şeyler; burs vermek, okul açmak, legal bankaya para yatırmak, meşru okullara öğrenci yollamak gibi faaliyetler Erdoğan rejiminde terör faaliyeti sayıldı.

Ancak ne Peker’in ne Yakut’un ne de Ali Yeşildağ’ın anlattığı türden bir rezalete rastlanmadı. Yıllardır aralıksız sürdürdükleri soykırım uygulamalarına rağmen elleri boş.

O kadar üst düzey bürokrat ‘Cemaatçi’ damgasıyla ihraç edildi ama bir tanesiyle ilgili yüz kızartıcı bir suçlama getirilemedi.

Koza İpek ya da Boydaklar gibi devasa şirketlere el kondu, haklarında akla hayale gelmedik suçlamalar uyduruldu ama hiç birinde kamu kaynaklarının istismarı, hortumlanması ya da usulsüz edinilmesi gibi bir örnek gösteremediler.

Oysa ki sadece Ali Yeşildağ’ın ifşaatları bile gösteriyor ki; kameraların önünde Kurán okuyan, din-iman-dava diyen bu adamların her yerinden suç akıyor.

Uyuşturucudan gayri ahlaki ilişkilere kadar her şey var adamlarda.

Üstelik öğrenebildiklerimiz toplamda sadece üç kişinin ifşaatlarına dayanıyor. Bir de geniş çaplı soruşturma yürütülse kimbilir ortaya neler dökülecek.

Ya da başka isimlerde bildiklerini anlatmaya başlarsa neler olacak neler!

Gelelim can alıcı noktaya; zulme sesini çıkarmayan ancak ağızlarını her açtıklarında iktidarın ‘fetö türküsünü’ tekrar eden, sözüm ona bağımsız-aydın-muhalif kesimler bu durumu görmüyor mu?

Tabi ki görüyorlar.

Ancak ya ideolojik bağnazlıklarından ya da korkularından bu gerçeği dile getirmiyorlar.

Tarih kitapları Erdoğan rejiminin suçlarını yazarken zulme sessiz kalanları da ‘suç ortağı’ olarak yazacak.

Şüpheniz olmasın!

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin