Bir kadının, ‘Beni sen öldür, onlara bırakma’ dediği Maraş

HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

19-26 Aralık 1978 Maraş Katliamı, bu topraklarda din adına yaşatılan vahşetlerden ilki değildi, maalesef sonuncusu da olmadı. Katliamın boyutlarını genç Ümmühan Doğan’ın kocasına, “Beni sen öldür, onlara bırakma” diye yalvarmasından daha iyi anlatacak söz yok sanırım.

44 yıl önce Maraş’ta yaşananlar, anlık bir öfkenin doğurduğu katliam değildi. 500 yıldan bu yana süren bir “temizlik” zihniyetinin sonucuydu. Ermenilere, Rumlara yapıldığı gibi, kendi gibi inanmayan Müslümanlara yapılan katliamın adıdır Maraş.

Maraş’ta Alevi avına girişildiği günlerde bu şehre yakın bir kasabada yaşıyorduk. O günleri, 18’inde bir genç olarak 10 gün süreyle Maraş yolunun kapalı tutulmasıyla hatırlıyorum.

GERGİNLİK BİLEREK ADIM ADIM TIRMANDIRILDI

Maraş’taki gerginlik, solcu ve sağcı öğretmenlerin öldürülmeleriyle tırmandırıldı. İki sol görüşlü öğretmenin cenazesinin şehrin merkezindeki Ulu Cami’den kaldırılmasına karşı çıkan sağcıların öfkesi, şehri katliama hazırladı.

 

Öfkeyi tırmandırmak için bu kez Ülkücü olduğu belirtilen 2 öğretmen öldürüldü. Öğretmenlerin cenaze törenlerinin düğmeye basıldığı bir noktaya dönüşmesi için hazırlık yapıldı. 

Yıllar sonra ortaya çıkan MİT belgelerine göre, neler yapılacağı Ülkücü Gençlik Derneği’ndeki (ÜGD) toplantıda planlandı. Bir gecede, şehirde yaşayan Alevilerin evleri kırmızı renkte çarpı (X) ile işaretlendi. Daha sonra MHP’den milletvekili olan Ökkeş Kenger’in (soyadını değiştirip Şendiller yaptı) bu planlamada önemli rol oynadığı ortaya çıktı.

Halk hem ÜGD tarafından kapalı kapılar ardında, hem de Bağlarbaşı Camii imamı Mustafa Yıldız gibi isimlerin Cuma vaazında söylediği, “Bir Alevi öldüren 5 hacı sevabı alır” gibi sözler, Sünnileri iyice kinlendirdi. 

Vali Tahsin Soylu’nun kente ilave asker gönderilmesi talebi yerine getirilmediği gibi, sokağa çıkma yasağı ilan edildiğine dair yayınladığı bildiri de cami hoparlörlerinden okunmadı. Bunun yerine iki sağcı öğretmenin cenaze namazlarına katılım için sık sık anonslar yapıldı.

19 Aralık Salı günü başlayan gerginlik, Sovyetler Birliği karşıtı “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı filmin gösterimi sırasında patlayan bombanın sorumluluğunun Alevilere yüklenmesiyle tırmandırıldı. 

 

  1. Gün’de Mehmet Ali Birand’ın sesinden duyduğunuz gibi, insanların hayatları boyunca unutamayacakları sahneler yaşandı. 

3 gün boyunca ortalıkta devlet yoktu. “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız” diyenler günler boyu şehrin Alevi evlerine saldırdı. Akla gelmeyecek vahşetler sergilediler. 

Bir gözü oyularak tuvalet çukuruna atılan 80 yaşındaki Cennet Çimen,
Karnındaki 8 aylık bebeğiyle katledilen anne olmaya hazırlanan Esma Suna,
Vücut organları kesilerek kendi kanında kaynatılan hayatının baharındaki Ali Tıraş…

Alevilere ait 552 ev, 289 işyeri tahrip edildi, yakıldı, yıkıldı. Onlarca kadın ve kıza tecavüz edildi.

Bunların ve öteki 116 kişinin nasıl katledildiğine ilişkin bir ayrıntı verilemedi. Pazarcık ilçesine bağlı Pulyan köyünde doğan Elif Sugan’ın yaşadıkları, bu yıl “Elif Ana” olarak filmleştirildi. Yönetmen Kazım Öz, Maraş Katliamını Elif Ana ile anlattı

 

ÜMMÜHAN DOĞAN’IN KOCASINA ‘BENİ ONLARA BIRAKMA SEN ÖLDÜR’ FERYADI

“Beni Sen Öldür” eserini yazan Aziz Tunç kitabında birbirinden yürek parçalayıcı hikayeler paylaşıyor. Ümmühan Doğan’ın feryadı çok farklı sanıyorum. 

Ümmühan Doğan, Sünni bir ailenin kızıydı, kocası Mahmuthan Aleviydi. Birbirlerini sevip evlenmek istediklerinde iki tarafın aileleri de karşı çıktı. Ancak iki aile de fakir olduğu için çok tepki olmadı ve bir şekilde evlendiler.

Ne var ki bir süre sonra doğup büyüdükleri köyde, Alevi-Sünni evliliği yüzünden Mahmuthan’ın, “Alevi’ye su yok” diye tarlasını sulamasına izin vermediler, yolunu kestiler, evini taşladılar. Ümmühan’ın yoluna çıkıp, “Bu adamı bırak, ayrıl bu gâvurdan” dediler. 

Doğup büyüdükleri yerlerden kalkıp bir yakınlarının desteğiyle Göksun’un Düğünyurdu köyüne göçtüler. Burada mezhepsel tacize uğramadılar ama bu kez de geçimlerini sağlayamayınca Maraş’a gitmeye karar verdiler.

Bu sırada Nazife, Firuze, Mehmet, Günay ve Derya isimli çocukları oldu. Aile, gecelerini gündüzlerine katıp farklı işlerde çalıştı. Mahmuthan bir dükkan açarak ticarete başladı. İşleri iyi gidiyordu, bir arsa alıp ev yaptılar. 

Nazife ve Firuze artık genç kız olmuşlardı. O uğursuz gün öncesinde öldürülen öğretmenlerin cenazesine katılmışlardı. Çevrelerinde bir takım farklı hareketlilikleri görüyorlar ama boyutlarının ne olacağına ilişkin bir öngörüde bulunamıyorlardı.

Aradan geçen saatler içinde sokaklarında ve evlerinin önünde kalabalık oluşmaya başladı. Yangın çıkarmak için evlerinin üzerine doğru yanan paçavralar atıldı. Evin önünde havaya ateş ediliyor ve adları seslenilerek evdekilerden dışarı çıkmaları isteniyordu.

Mahmuthan’ın tabancası vardı ama o kadar eli silahlı kalabalığa karşı bir şey yapamayacağını düşünüyordu. Ailece nasıl kurtulabileceklerini konuşmaya çalışıyorlardı. Ümmühan, kapının kırılıp içeri doluşulduğunda olup biteni gördü. 

Hepsi de kurtuluş ümitlerini kaybetmiş, birbirlerine kenetlenmiş halde öylece kalakalmışlardı. Ümmühan çocuklarını “ağlamayın” diye teselli etmeye çalışıyor ama en çok kendi ağlıyordu. 

Birden kocasına döndü, “Mahmut bunlar bizi sağ bırakmaz, ölümden beter kötülük yaparlar. Onlara fırsat verme beni sen öldür” diye seslendi. Mahmuthan önce ne dediğini anlamakta zorlandı. Bu sırada, “Beni öldür, koma onlara yalvarırım sana!” diyen sözlerini tekrar duydu. 

 

Çocuklardan ikisi evdeydi. Sokakta ilk bağırışlar duyulmaya başladığında Günay küçük kardeşi Derya’yı yanlarına alarak Yaşar isimli Sünni bir komşularının evine götürmüştü. 

Ümmühan’ı saçlarından sürüyerek, Mahmuthan ve Mehmet’i de tekmeleyerek sokak ortasına çektiler. Tekme, tokat, sopa ne varsa üzerlerine iniyordu. Ümmühan, eşine ve çocuğuna vurmasınlar diye kendisinin de Sünni olduğunu söylüyor, ispatlamak amacıyla bildiği duaları duymaları için sesli okuyordu. 

Hiçbiri fayda etmedi. Üzerlerine boşalttılar şarjörleri. Yan yana düştüler. Öfkesini boşaltan kalabalık, başka ocaklar yıkmak için oradan uzaklaşıp gitti. 

 

Mahmuthan bir süre sonra vücudunu kontrol ettiğinde yarasının ağır olmadığını fark etti. Yanındaki oğluna baktı, hiçbir hareket yoktu, üstelik kan gölünün içinde gibiydi. Ölmüştü. Biraz ötede duran Ümmühan’ın yanına emekleyerek gitti. 

Ümmühan yaralıydı. Onu sırtına alıp yürümeye çalıştı. Hastaneye ulaştıklarında doktor, öylesine bir bakıp pansuman yaptı. “Canınızı kurtarmak istiyorsanız bu şehirden gidin” dedi. 

Kurşunlarla vücudu delik deşik edilen oğullarını, ortalık sakinleştikten sonra yakınları alıp gömmüşler. Kızları ise saklandıkları yerden ancak bir gün sonra çıkabilmişler. Ümmühan, tedavi edilmeye çalışılsa da yatalak kaldı. 

Aklına gelin edemediği kızları ve öldürülen oğlu geldikçe gözlerinden yaşlar akardı. Bir sabah Mahmuthan karısını yatağında cansız buldu. 

Kendisi de Maraşlı olan Aşık Mahzuni Şerif, Maraş Dramı’nda yüreğindeki acıyı döktü. Cem Karaca, Maraş Kalesi ile insanların acısına ses oldu.

BUGÜN MARAŞ’I ÖZLEYENLER VAR

Maraş katliamını, gemi azıya alan bir kısım ‘Sünnilerin’ geçmişten gelip, geleceğe uzanan bir çizgisiydi. Tarihi, ekonomik, demografik, kültürel ve politik yönü vardı. Planlı bir projeydi. 

Sonrasında Çorum, Sivas, Gazi olayları bunun devamıydı. Tıpkı bugünkü gibi siyasal İslâm’ın bir koalisyonuydu. 

O şer ittifakı bugün de öldürmeye hazır olduğunu ekranlara çıkıp söylemekten çekinmiyor. Sevda Noyan, Ülke TV’de ekrana çıkıp Esra Elönü’ye, “Bizim aile şöyle bir 50 kişiyi götürür” diye tehditler savuruyor.

Siz Sevda Noyan’ın, Esra Elönü’nün, Ülke TV’nin yalnız mı olduğunu sanıyorsunuz?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Vallahi okuyamadim sonuna kadar. Allah belasini versin derin devletin ve onlarin piyonlarinin.. Yeter bu ayrimcilik, alevi-sunni, kurt-turk, laik-sekuler.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin