PORTRE | BÜLENT KORUCU
Mehmet Cengiz’le Ahmet Albayrak arasında ne fark var? İkisi de Recep Tayyip Erdoğan’ın zengin ettiği işadamı; ikisi de iktidarın kurduğu para havuzunu dolduran ve oradan pay alan organizmaları yönetiyor. İkisi de AKP rejiminin suç ortağı ve bu rejim çöktüğünde altında kalacağını iyi biliyor. Ama ikisini ayıran çok büyük ve önemli bir özellik var: Cengiz, olaya profesyonel yaklaşıp yaptıklarını ‘iş’ olarak yapıyor. Albayraklar ise yerine göre İslamcı şapkayı kafaya geçirip icraatlarını “cihat/dava” ambalajına sarıyor. Albayraklar, “paragöz İslamcı” türünün en tipik örneği ve temsilcisi.
Mehmet Cengiz, aldığı yüzdeye bakar ve talimatlara uymaya çalışır. Meşhur kayıtta söylediği gibi yaptığı şeyin açık ve net biçimde “Milletin a.. koymak” olduğunu saklama ihtiyacı hissetmez. Albayraklar ise aynı işi kutsal bir örtünün altında yapar. Bekledikleri ihaleyi alamadıklarında, AKP’li bakanları, Yeni Şafak’ın manşetinden açıkça hedefe koymalarının bir açıklaması budur.
BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Bir diğer açıklama ise Akbil yolsuzluk soruşturmasında yaşadıkları muamelenin ve Omerta yeminine uymanın diyetini istemeleri. Erdoğan da o diyeti sadece Albayraklara değil, Yargıtay eski Başkanı İsmail Rüştü Cirit, eski Mülkiye müfettişi/vali Hüseyin Avni Coş, Harun Karaca ve Necmi Kadıoğlu başta olmak üzere bütün muhataplara ödedi, ödüyor.
Her suç organizasyonunda, çarkın işlemesi için birbirini koruma ve sessizlik (Omerta) yemini anayasa gibidir. Erdoğan bu kuralı uygulayıp ortaklarını havuzun içinde tutuyor. Oflu Albayrakların kimi kaprislerine müsamaha göstermesi saadet zincirinin kırılmasını önleme çabası olarak okunabilir.
Ama Erdoğan, Mehmet Cengiz’e mi Ahmet Albayrak’a mı daha fazla güvenir derseniz, cevabım hiç kuşkusuz Cengiz olur. Zira o, etrafındakileri “gassalın elindeki meyyit gibi” ister, az da olsa kendine ait bir planı olanı ikinci halkada tutar.
Bakanları hedefe koymak derken öyle hafif gönderme filan sanılmasın. Binali Yıldırım’a “TAV Bakanı” diye hitap edip sürmanşete çekmek kolayca geçiştirilecek bir şey değildir. Yıldırım, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından beri AKP liderinin en yakın çalışma arkadaşı. Yeni Şafak’ta aynen şu cümlelerle hedef alındı: “TAV’a 800 milyon dolara satılan İDO, özelleştirilmeden 6 ay sonra belediyeden görmediği ilgiyi Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a bağlı Kara Ulaştırma Genel Müdürlüğü’nden gördü. TAV’ın İDO’su ‘süper genelgeyle’ değerini üçe katlarken şehiriçi ve şehirlerarası yolcu taşıma ayrıcalığına sahip oldu.”
TAV’ın patronu Hamdi Akın’la Yıldırım’ın kafa kafaya fotoğraflarının kullanıldığı haberde, genelgeyle belediyenin bir buçuk milyar dolar kaybettiği öne sürüldü.
Buradaki, “İslamcı bizler dururken seküler bir adama, Hamdi Akın’a nasıl para verirsiniz?” mızmızlığıydı. Bütün mesele alınamayan bir ihaleydi ve bunu herkes biliyordu. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, daha kişisel bir konu üzerinden yine sürmanşet yapılıp ‘arıza bakan’ olarak nitelenmişti. Orada ise sorun, 10 yıldır Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü yapan Hasan Albayrak’ın görevden alınarak yerine Recep Kaymakcan’ın atanmasıydı. Aileden birine yanlış yapılmasının yanında yurtların yemek ihalesini alan ve arkası kuvvetli olduğundan denetim dışı davranan Bekant firması imtiyazını kaybetmişti. O haberdeki ilginç bir ayrıntı, Kılıç’ın, Başbakan Erdoğan’ın teyzesinin oğlu Ali Er’i fırçaladığı iddiasıydı.
AKP’li belediyelerin taşıma, çöp toplama ve araç kiralama gibi ihaleleri Albayraklar’a altın tepside sunulur. Ancak en tipik yandaş semirtme operasyonlarından biri olan Balıkesir Seka kağıt fabrikasının özelleştirme hikayesine değinmeden geçemeyiz. Bünyesinde 185 lojman bulunan, 1 milyon 800 bin metrekare arazi üzerine kurulu olan fabrika, 1.1 milyon dolar karşılığında 2003 yılında Albayraklara verildi. Özelleştirmenin iptali için üç yerel mahkeme, üç de Danıştay kararı olmasına rağmen çıkarılan özel kanunla fabrika kamuya iade edilmedi. Parası yıllar sonra ödendi. Arazi, özel endüstri bölgesi ilan edilerek teşviklerle yatırım bedavaya getirildi ve 2019’da tekrar faaliyete geçti. Bu arada diğer Seka fabrikaları haraç mezat satılarak Balıkesir rakipsiz hale getirildi.
Binali Yıldırım’a dolayısıyla Erdoğan’a kafa tutacak özgüvenin ikinci kaynağı, Akbil davasında birlikte yargılanmaları ve Mustafa Albayrak’ın 6 ay tutuklu kalması. Belediye iştiraklerinde ikili muhasebe ve kayıt tutularak gelirlerin bir kısmının paralel havuzda toplanması iddiasıyla açılan davadan söz ediyoruz. Aynı yolu takip eden Cem Uzan’ın bütün mal varlığına AKP döneminde el konuldu ve yurt dışına kaçmak zorunda bırakıldı. Bugün artık kimsenin inkar etmediği Havuz Sistemi’nin ilk uygulaması suç üstü yakalanmıştı. Ancak yolsuzluk soruşturması, bir siyasi husumet davasına dönüştürüldü. Gazete basmak ve gazete sahibini içeri atmak gibi abuk sabuk işler yapıldı. Araya İsmail Rüştü Cirit gibi yargıçlar ve Hüseyin Avni Coş gibi Mülkiye müfettişleri de girince dosya kapatıldı.
Albayrakların en bilinen işi ve diğer işleri için koçbaşı olarak kullandıkları alan medya ve özellikle de Yeni Şafak Gazetesi. Ancak yalnızca pazarlık güçlerini artırmaya yaramıyor; aynı zamanda İslamcı şapkalarının etiketi. 28 Şubat’ta muhalefet edebilenleri toplayan bir yerdi; şimdi en küçük aykırı düşünceli yazarı kovmakla övünüyorlar. Andıçla işlerini kaybeden Mehmet Barlas, Cengiz Çandar ve Nazlı Ilıcak’a yazdırmışlardı. Bugün Ilıcak 5 yıl tutuklu kaldıktan sonra tahliye olabildi, Çandar yurt dışında olduğu için kurtuldu. Barlas’ı anlatmaya gerek yok. 28 Şubat’tan beter diyenlere kızıyorlar, oysa darbeci generallerin tahammül sınırına yakın bile olamıyorlar. O gün Sabah’tan kovulan Cengiz Çandar’a yazdırabildiler, bugün yazdırabilirler mi? Asıl iki yüzlülükleri ise Erdoğan’a en küçük muhalefetini sezdikleri İslamcı kalemleri kovmaları. Fehmi Koru’yu neredeyse “ABD ajanı” yaftasıyla işten attılar. Ahmet Taşgetiren’i, başyazar olduğu gazetede yazamaz hale getirdiler. İsmet Özel ayrı bir hikaye… Daha fazla ihale alacaklarına emin olsalar Yeni Şafak’ı tamamen kapatmaya razı olurlar.
30 bin dolarlık bir sermayeyle kurdukları şirket bugün, on milyarca dolarlık bir büyüklüğe yerel yönetimler sayesinde ulaştı. Kamuda 437 ihale aldıkları biliniyor. Ancak bunların büyük çoğunluğu yerel yönetimlerin dağıttığı türden ayrıcalıklar. Erdoğan, merkezi yönetimin elindeki büyük balıkları, Cengiz’in de içinde bulunduğu ve dördünün İslamcılıkla ilgisi bulunmayan beşli çeteye veriyor. Çıkar çatışması yaşanırsa arkasından hançerlenmekten korktuğu Albayraklara sus payını yeterli görüyor. Beşli Çete’nin sadece mutemet olduğunun, Erdoğan’ın parasına göz kulak olmak dışında bir işlevleri olmadığının en önemli delili Albayrakların suskunluğu. Aksi halde “TAV Bakanı” manşetinin fazlasını Mehmet Cengiz için de görürdük.
Güzel yazı, teşekkürler. Biz de kaderin Albayraklar ile ilgili adaletini bekliyoruz, bakalım Mevlam neyler…
Ben de katiliyorum Güzel yazi, Ancak okurken merak ettim, tüm samimiyetimle soruyorum: Burda yer alan Albayraklar vb lerin yaptiklari igrencliklere dair konularin neredeyse tamami 2013 öncesi olaylar.
O zamanlar siz bilmiyor muydunuz? Yoksa Zaman gazetesinde de dile getirdinizde simdi arsivlere mi ulasamadiginizdan vb, “o Zamanda da söylemistik” demediniz yazinizda.
Yani bu IBB olayini, Omerta vb, ilk zamanlarda da biliniyormuydu? Cevap Evet ise, bu denli aciklikta yazmaniza ne mani oldu?
Aslinda ben gazeteci olsam, Bulent bey, Ekrem bey ve Abdülhamit beylerin CV lerini hayat hikayelerini karsilastirmali olarak bir belgesel tadinda anlatir akabinde bir programda bulusturur ve zihin acici, detayli sorularla 1990’dan günümüze gazetecilige, Zaman gazetesine vb isik tutmaya calisirim.
Bence cok güzel bir proje…