YORUM | M. AHMET KARABAY
Bugün Pazar ve son günü de olsa bayram. Siyasetten arınıp yıllar öncesine gidelim. Hatta yüzyıllar öncesine… 951 yıl kadar geriye… Büyük Selçuklu İmparatoru Alp Arslan’ın öldürülmesine göz atalım. İmparator deviren Alp Arslan’ın, kendi çadırında hayatına mal olan ibretlik gururuna bakalım.
Sultan Alp Arslan’ı hepimiz, 1071 yılında Malazgirt ovasında 30 bin kişilik ordusuyla kendinden iki katından daha büyük orduya sahip Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i yenmesi ve esir almasıyla tanırız.
Orta Asyalı Türklerin yönü, farklı sebeplerle 11 asırdan bu yana kesintisiz batıya dönmüş durumda. Selçuklu birlikleri, Bizans İmparatorluğuna ait Anadolu topraklarında bazı ilerlemeler elde ettilerse de 1068’den itibaren bunları kaybetmeye başlar.
Asıl adı ya da daha bilinen ifadesiyle künyesi Adud’üd-devle Ebû Şüca’ Muhammed Alp Arslan bin Davud idi. Selçukluların atası Selçuk Bey’in torunlarından Çağrı Bey’in oğlu olan Alp Arslan, Tuğrul Bey’in vefatı üzerine 1063’te tahta geçti.
Tahta oturması öyle kolay olmadı, verdiği bu mücadelenin sonunda Selçuklu hükümdarlığının başkenti Rey’de (Bugün İran’ın başkenti Tahran’ın ilk kurulduğu yer) tahta oturdu. Bu tarihten sonra, öncelikli hedefini Anadolu’da kalıcı olacak işler yapmak olarak belirledi.
26 Ağustos 1071’de bugün Muş ilinin sınırlarında olan Malazgirt ovasında Bizans İmparatorluk ordusuyla Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın askerleri karşı karşıya geldi. Savaş sonrasında Bizans ordusu dağıldı, Romen Diyojen de esir alınıp huzura çıkarıldı.
Bizans imparatorunun canını bağışlayan Alp Arslan, bu zaferiyle hem İslam dünyasında hem de Avrupa’da büyük şöhrete sahip oldu. Bu zafer, aynı zamanda Türklerin Anadolu’da kalıcı olmalarını da sağladı.
Malazgirt zaferi, Sultan Alp Arslan’ın Müslüman dünyasındaki liderlik konumunu tartışılamaz hale getirdi. Fidye ödemesi yapılan Romen Diyojen, ülkesine döndüğünde tahtında VII. Mihail’i buldu. Tahtını almak için giriştiği savaşlarda yenildi ve İstanbul’a getirilerek gözlerine mil çekildi. O dönem Proti Adası olarak anılan Kınalıada’da ikamete tabi tutuldu. Gözlerinin kör edilmesi sırasında kaptığı mikroptan dolayı fazla yaşayamayıp aynı yıl içinde can verdi.
Sultan Alp Arslan, bu galibiyetin verdiği moral ve güçle, Türkistan’daki Türk hükümdarlarını dize getirmek üzere hazırlığa girişti. 1072 başında, Karahanlılar üzerine Batı Türkistan seferine çıktı.
Tarihçiler, Alp Arslan’ın İmparator Diyojen’i yendikten sonra birlikleriyle Bizans içlerine doğru yürümek ve İstanbul’u almak yerine niçin onunla anlaşma yapıp Anadolu’dan ayrıldığı sorusuna yanıt ararlar. Mutabık kalınan ortak cevap “Alp Arslan için İslam dünyasını kontrol etmek, Anadolu’ya egemen olmaktan daha önemliydi” oldu.
“Alp Arslan eğer Anadolu’ya devam etseydi ne olurdu?” sorusuna da şu cevabı verirler:
◾️ Hıristiyan dünyası Bizans’ın yardımına koşardı,
◾️ Mısır’da hüküm süren Şii Fatımiler, Selçuklu’ya karşı harekete geçerdi,
◾️ Selçuklunun hakimiyetini zoraki kabul eden Karahanlılar, kolladıkları fırsatı bulmuş olurlardı,
◾️ Aynı şekilde Gazneliler Selçuklu aleyhine hareket ederdi.
Bu gerekçelerle, Eylül 1072’de 200 bin kişilik bir orduyla, aynı zamanda damadı olan Batı Karahanlı hükümdarı Nasr Han üzerine yürüdü. Ordusu, Ceyhun nehri üzerine kurduğu köprüden 24 günde geçti. İlk olarak Semerkant şehrini (Özbekistan topraklarında) ele geçirmek istedi.
Çok korunaklı olmasıyla bilinen Berzem/Harzem kalesini kuşattı. Sultan Alp Arslan’ın ölümü bu kalenin kuşatması sonrasında gerçekleşti. Ölüm olayına ilişkin, kaynaklarda hayli farklı anlatımlar var. İslâmî kaynakların çoğunda genel olarak aynı olayın ayrıntılarında farklılıklar yer alıyor.
İbnü’l-Esir “el-Kamil fi’t-Tarih” ve Süryani tarihçi Ebu’l-Ferec, “Ebu’l-Ferec Tarihi” isimli eserlerde şöyle aktarılıyor:
Günler süren kuşatma sonrasında kale komutanı Yusuf el-Harezmi, teslim olmayı kabul eder. Hükümdar kale komutanını çadırına getirtir ve adamlarından yere dört kazık çakmalarını ister. Ardından, “El ve ayaklarından bu kazıklara bağlayın” emrini verir.
Bunun üzerine Yusuf, Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ı, “Ey kadınlaşmış korkak adam! Benim gibi bir adam böyle mi öldürülür” diye hakaret dolu sözlerle tahrik eder. Bu sözler üzerine esir edilen adamın çözülmesini ister ve onu attığı okla öldüreceğini söyler.
Korumaları Yusuf’un el ve ayaklarını çözer. Bu sırada ok atmadaki maharetiyle bilinen Selçuklu Sultanı, “Serbest bırakın. Onu attığım okla ben öldüreceğim” der. Uzatılan oku, yayının kirişine yerleştirir, sultanın en fazla 10-15 metre mesafedeki adama attığı ok boşa gider.
Herkeste kısa bir süreli şaşkınlık olur ve bu şaşkınlık sırasında Yusuf, çizmelerinde gizlediği hançeri çekip sultanın üzerine yürür. Sultan tahtından kalkıp saldırıyı savuşturmaya çalışmak isterken ayağı sürçüp yüz üstü yere yuvarlanır.
Yusuf el-Harezmi, hançerini, Sultan Alp Arslan’ın böğrüne sapladı. Bazı kaynaklar, Sultanın adamlarının korkudan kaçtığını, bu sırada yan tarafta çadır kuran Ermeni bir ustanın Yusuf’un başına gürzle vurarak öldürdüğünü anlatır.
Yaralı olan sultan yandaki çadıra taşınır. İbnü’l-Esir, sultanın yaralandığında yanındakilere şöyle dediğini aktarır:
“Her nereye yönelsem ve hangi düşman üzerine yürümek istesem daima Allah’tan yardım dilerim. Dün bir tepeye çıktım, ordunun azametinden ve çokluğundan dolayı altımda yer titriyordu. Kendi kendime, ‘Ben bütün dünyaya hükmeden biriyim, bana hiç kimsenin gücü yetmez’ dedim. Bu yüzden Allah Teala beni yarattıklarının en zayıfı karşısında aciz bıraktı. Allah’tan mağfiret diler ve bu düşüncemden dolayı beni affetmesini niyaz ederim.”
İbnü’l-Esir, Semerkant halkının Alp Arslan’ın Ceyhun Nehrini geçtiğini haber aldıktan sonra girdiği her yerde yağma ve zulüm yaptığını öğrenir. Bunun üzerine hatimler indirip hakkından gelmesi için Allah’a dua ettiğini yazdıktan sonra, “Allah da onların duasını kabul etti” diye ilave eder. (8. Cilt, s: 263)
İHBARCILARA İTİBAR ETMEZDİ
Sultan, birkaç gün sonra da aldığı bu yaradan kurtulamayarak 24 Kasım 1072’de hayata veda etti.
Alp Arslan’ın cenazesi, Merv’e (Türkmenistan sınırları içinde) götürülerek burada babası Çağrı Bey’in yanı başına gömüldü. Sultanın yaralı iken yaptığı vasiyet üzerine tahta oğlu Melikşah geçti.
Bugünü Alp Arslan ile ilgili konumuzu İbnü’l-Esir’in bir anekdotu ile noktalayalım.
Sultanın namaz kıldığı yere bir gün bir ihbarcı tarafından veziri Nizamülmülk’ü şikâyet eden bir mektup bırakılır. Mektupta Nizamülmülk’ün sahip olduğu mülklerden ve halktan aldığı haksız vergilerden söz edilir.
Sultan mektubu okuduktan sonra Nizamülmülk’e verip şöyle der: “Bu mektubu al; eğer bunu yazanların söyledikleri doğru ise ahlâkını güzelleştir, durumunu düzelt; eğer yalan söylüyorlarsa onların hatalarını bağışla ve onları öyle mühim işlerle meşgul et ki, insanları aldatmaya vakit bulamasınlar.
Hayret, İslam siyasi tarihinde böyle sultanlar da varmış demek. Okuduğumuz yazılar, olsa olsa İslam’da bir sorun olmalı mesajını veriyordu handiyse alttan alta.
İyi de büyük Türk düşünürünün bu yazıyla mesajı ne ola ki?
Sanırım buldum: Dumanlı’nın, Türkyolu’nun istihdamı!
Ama bence boşuna çaba: Artık küçümsenemeyecek sayıda taban mensubu bu gibi anlatımlara kanmıyor ve şartsız-şurtsuz tek şey istiyor: ŞEFFAFLIK!!!