Bir idrak mertebesi: İhsan!

YORUM | M. NEDİM HAZAR

 “İhsan; Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir.”

Hz. Muhammed (SAV)

Bazı kavramlar vardır hazine gibidir. 

Hani olur ya masallarda filan. 

Bir gün hiç beklemediğin anda bir kapı açılır ve ağzına kadar tıka basa mücevherle dolu bir hazine çıkar karşınıza. Avuçladıkça çoğalır, çoğalır. 

İşte “İhsan” tam da böyle bir kavramdır. 

Kavram güzeldir çünkü “Hüsn”den gelir. 

Bir mastardır ‘ihsan’ ve iki farklı anlamda kullanılıyor. 

Birincisi  “başkasına iyilik etmek”tir. 

İkincisi ise “yaptığı işi güzel yapmak” anlamına gelir. 

Aradaki nüansı fark etmek biz sıradan insanlar için oldukça zordur. 

Bu sebeple âlimlerin peşine düşmemiz gerekiyor. 

Hz. Ali (KV) “İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır” derken, bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerektiğine vurgu yapmıştır mesela. 

“O Allah ki, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde yarattı…” (Secde 7) ayeti ile anlıyoruz ki, sadece insan değil, her şey ihsan ile yaratılmıştır. 

Dolayısıyla meselenin sıfır noktasında insan durur. 

İhsan ile başlar her bir şey. 

İhsanın “Amel uzayı”nda da bir anlamı vardır. 

Şöyle ki; İslam literatüründe ihsan genellikle, “iyiliklerde farz olan asgari ölçünün ötesine geçip isteyerek ve severek daha fazlasını yapmak” anlamında kullanılır. El-İsfahânî’ye göre “ihsan adaletin üstünde bir derecedir; adalet borcunu vermek, alacağını almak, ihsan ise üstüne düşenden daha fazlasını vermek, alması gerekenden daha azını almak” demektir. 

Gazalî ise Müfredat’ında “Adaleti gözetmek vacip, ihsanı gözetmek mendup ve müstehaptır” der. 

İhsan, bir mertebedir ve pek çok alim idrak basamaklarının zirvesi olarak göstermiştir. 

Daha beliğ bir ifadeyse “İhsan; kulluğun zirvesidir.”

Ramazanın başından beri işlediğimiz kavramların birbiriyle yakın ve doğrudan ilişkisi olduğunu tekrar hatırlatırken, İhsan şuurunun, salih bir daire kapısını açan sırlı bir anahtar gibi olduğunu söyler mütefekkirler. Ve elbette o kapıyı açıp, aydınlık koridora adımını atan insan, yürüyen merdivenlere binmiş gibi, kendini sihirli ve amudi bir yükselmenin tam merkezinde bulur. 

Bu arada enteresan bir ayrıntı öğrendim. 

İhsan, meyvesi yine aynısı olan bir ağaç. 

Arı polenden alır ama bal yapar ya da hayvanlardan bazıları otlarlar şundan bundan süt yaparlar. İhsanın ürünü de ihsandır. 

Rahman suresi 60. Ayet çok nettir: 

“İhsanın karşılığı ihsandan başkası değildir!”

Çok enteresan bir anekdot nakletmek isterim. 

Fahr-i Kainat bu ayeti (Rahman 60) okuduktan sonra ashaba şöyle soruyor: 

“Biliyor musunuz Rabbiniz bununla ne anlatmak istiyor?” 

Kısa bir suskunluk sonrasında “Allah ve Resulü bilir” cevabını alınca sözlerine şöyle devam etmiş:

“Cenab-ı Hak; ‘benim kendisine iman ve tevhidi ihsan eylediğim kimsenin mükâfatı başka değil cennettir!’ buyurmuşlardır.”

Hocaefendi bu mevzuda enteresan bir betimleme yapar: 

“İhsan şuuru, yağmur yüklü bulutlar gibi bir baştan bir başa bütün kalp tepelerini sarınca, İlahi eltaf sağanak sağanak boşalmaya başlar. Ve insan kendini ‘İhsan ruhu ile yatıp-kalkanlara, ihsan üstü ihsan ve bir de ziyade vardır’ kuşağında bulur. İnsan olma mazhariyetini en engin hazlarıyla duyar ve yaşar.”

Burada Yunus 26’ya doğrudan atıf vardır: 

“İyi davrananlara; daima daha iyisi ve üstünü verilir. Onların yüzlerine ne bir karalık, ne de zillet bulaşır. İşte onlar cennetliklerdir, orada temelli kalırlar.”

Bunun bir de bonus kısmı var ki, pek çok âlim o limiti hesaplayamamanın aidiyetini itiraf etmişlerdir. 

Misal; “Bu mevzuda bir de, amel ve davranışların ötesinde, kalplerin kurup durduğu hâlis niyetlere terettüp eden, fazl ve lütûf kaynaklı İlahî varidât vardır ki, onun tasavvuru bizi de bizim düşüncelerimizi de aşar!”

Zincirleme bir etkileşimdir bu esasen. İmandan başlar İslam’a, onun ihsan kutbundan kamil insana giden bir yoldaki zincir. 

Şu; mü ‘minin, iman ve İslâm dairesi içerisinde, iman ve İslâm’ın bir üst segmentine varabilmesi ve bu mertebenin hakkını eda etmesi bir ihsandır. Devam edecek olursak; hayrın hayır doğurması esasına göre, Cenâb-ı Hakk’ın bu samimi teveccühe azametine uygun mukabelesi ise, “Gözün görmediği, kulağın işitmediği ve beşerin kalbine hutûr etmemiş” sürprizler faslından ayrı bir ihsandır.. 

Evet, “ihsanın karşılığı da ancak ihsandır.” Ve fakat kulun ihsanı kendi derinliği ölçüsünde ihlâs, edep, saygı ve haşyet şeklinde, Allah’ınki de kendi azamet ve servetine göre ve bin bir vâridatla, kulunun gönlünü inançla donatıp ilhamlarla coşturması; gözünden perdeyi kaldırıp eşyanın hakikatına muttali kılması; ağzını boş beleş lakırdıdan koruyup lisanını hikmetle konuşturma ve hislerini uyarıp onu tecelli meşrıklarında dolaştırması şeklindedir. 

Çok mu ağır oldu?

Şöyle diyelim o halde. 

Ehl-i Hak “Bikem u keyf” diye bir kavram kullanır bilir misiniz?

Süleyman Çelebi merhum şöyle yazmıştır hatta: 

Bikem ü keyf âna gösterdi cemâl. Aşikâre gördü rabbül izzeti/ Ahirette öyle görür ümmeti!”

Aslında bu kelime ile ilgili sayfalarca metin yazmak mümkündür ama biz kestirmeden gidelim istiyorsak “Kemiyetsiz, keyfiyetsiz” diyebiliriz. 

En’am 103’e bakalım: 

“Gözler onu göremez, O ise bütün gözleri görür; O, lütuf sahibidir, her şeyden haberlidir!”

Müthiş, müthiş…

Varlığın perde arkasının aralandığı o muhteşem anı bir düşünelim. Bu müstesna noktaya ulaşan mümin, O’nu “bîkem u keyf” görüyor gibi olur. 

“Görür” demiyorum bakın, “Görür gibi olur” diyorum. 

Zira, “Basar ve basîretler O’nu ihata edemez”, bakınız yukarıdaki ayet. 

Şu kısım işin ehlinden: 

“Hakikatının sahibi ‘O’ olduğundan, O’nun kendisini görüp bildiği yakîniyle, O’nu görmenin zevkinden, O’nun tarafından görülmenin mehabetiyle bîhûş olur; taat, ihlas, hudû ve huşû televvünatıyla rü’yet-i tâmme-i âcile adına, rü’yet-i nâkısa-i âcileden, tıpkı oruçlu olan birinin oruçlu olduğu saatlerde, oruçla beraber iftar dakikalarının da hazzını ruhunda duyduğu gibi, dünya savmı visâlinin “eyyâm-ı ma’dûde”sinde, dostla vuslat âşirelerinin kat kat olmuş hazlarını duyar ve bir yaşamışlık içinde bin yaşamışlığı birden zevk eder.” 

Bu bahsi bir yazı daha irdeleyeceğiz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin