Haber-Yorum: Umut Atay
“Hakimler kararlarıyla konuşur” sözü meşhurdur. Bunun savcılar versiyonu, “hazırladıkları iddianameleriyle hukuki kişilik ve bilgilerini ortaya koyarlar” şeklinde olmalı. Bu aralar önümüze gelen iddianamelerden adalet sisteminin ne hallere düşürüldüğünü üzülerek görüyoruz. Cumhuriyet savcılarının iddianame diye ortaya koyduğu metinler öylesine zayıf ve öylesine çelişkilerle dolu ki, sanırım altına imza attıkları metinleri bir kez bile gözden geçirmeye fırsat bulamamışlar.
Bu yazının konusu, bir savcının meslektaşı olan eski bir savcı hakkında hazırladığı iddianame. Bir savcının kendi meslektaşı hakkında bir iddianame düzenlerken bile ne kadar özensiz ve hoyratça davrandığını ortaya koyan çarpıcı bir örnek.
Son dönemde iddianamelerin içine konuyla ilgisi olmayan ne varsa boca etmek moda oldu. Bir yerlerde kaleme alınmış hazır metinler copy paste yöntemiyle iddianamelere giriyor, hakkında akla zarar cezalar istenen şüpheliyle ilgili delillere yer kalmıyor çoğu zaman. Burada da öyle olmuş, eski savcıyla ilgili iddia edilen suç delillerinin yer aldığı sayfaları hesapladığımda, koca iddianamenin sadece yüzde 0.5’ine tekabül ediyor!
Peki nedir bu deliller?
1-“Şüpheliye ait tüm yerlerde (bu ifadeden kendisinin ve ailesinin evinde, arabasında veya iş yerinde olduğunu anlıyoruz) yapılan aramalarda suç unsuru sayılabilecek hiç bir delile ulaşılamadığı, ancak (tuhaflık burada başlıyor) bir ihbar üzerine yapılan aramada üzerinde Güvender yazılı bir flaşdisk, yazarının F.Gülen olduğu bir dua kitabı ve üzerinde yine yazarın adının bulunduğu bir CD ele geçirilmiş olup, bu materyaller hakkında incelemenin devam ettiği, raporun bilahare mahkeme sunulacağı…”
Şüpheli hakkında kanuni aramalarda suç delili bulunamamış ama bir ihbarla, nerede olduğu anlaşılmayan bir yerde “bir flaşdisk, bir dua kitabı ve bir CD” ele geçirilmiş! Ancak ele geçirilen materyallerin suç unsuru taşıyığ taşımadığı belli olmadığından, incele sonucu düzenlenecek raporun bilahare mahkemeye sunulacağını öğreniyoruz.
2-İkinci önemli delil, şüpheli hakkında yakalama kararı çıkarılmasından 5 ay sonraya ait bir belge. Bu belgede yazanlara göre “Şüpheli hakkında MİT tarafından 09.12.2016 tarihinde düzenlenen belgeye göre “bylock” isimli haberleşme programı kullandığının tespit edilmiş olması, ancak bu mesajlaşma programı ile ilgili içerik çözülmesi çalışmalarının halen devam ettiği, Savcılığımıza sunulduğunda bilahare dosyaya sunulacağı ve de şüphelinin HTS kayıtları taranarak, örgütün üst kademesinde olan kişilerle irtibatının olup olmadığı hakkındaki çalışmaların da devam ettiği, raporların bilahare sunulacağı, beklenmesinin gerekli görülmediği…” anlaşılıyor.
Savcı, bu delilin nasıl elde edildiğini ne kuruma sormuş ne de buna iddianamesinde yer vermiş. Almış, kabul etmiş ve kesin delil olduğunu büyük ihtimalle hissetmiş. Şimdilerde çözülmesi beklenen mesaj içeriklerinde ne var, belli değil. Peki yarın bu mesaj içerikleri geldiğinde, şüphelinin bu programı sadece yurtdışındaki akrabalarıyla görüşmek için kullandığı ortaya çıksa örneğin, ne olacak? Herkese açık, ücretsiz bir mesajlaşma programını indirmiş olmanın tek başına suç delili olmayacağını bilen savcı, içerikleri beklemeden bunu nasıl bir suç delili saymış? Yine bunun dışında “şüpheli büyük ihtimal örgütün üst düzey yöneticileriyle de görüşmüştür ama henüz tespit edemedik, rapor gelince anlaşılır” öngörüsünü delil diye iddianameye koymak nasıl bir hukukçuluktur?
3-Yukarıdakilerden daha büyük bir fecaat tanık ifadelerinde ortaya çıkıyor. Kim oldukları ve şüpheliyi nereden tanıdıkları anlaşılmayan tanık ifadeleri şöyle:
Birinci tanık: “Şüphelinin paralel yapılanma içerisinde olduğunu düşünüyorum.“
İkinci tanık: “Şüphelinin bir kısım savcılarla sık sık bir araya geldiğini biliyorum.”
Üçüncü tanık: “Şüphelinin makrube (böyle yazılmış) yediğini ve karnının şiştiğini söylediğini duydum“
Dördüncü tanık: “Şüpheli staj arkadaşım olur, yapıya dahil olduğunu biliyorum ama bilgiye dair bir bilgim yok.”
Lütfen dikkat. Bu ifadelerin sahipleri bugün adliyelerde adalet dağıtmakla görevli hakim ve savcılar! Ve bu tanık beyanları da iddianamenin en güçlü delilleri!
4-“Şüphelinin eşinin, darbe girişiminden 10 yıl önce örgüte ait bankada hesap açtığının ve yine darbe girişiminden 8 yıl önce örgüte ait yardım derneğine bağışta bulunduğunun tespit edildiği…”
Belirtilen tarihlerde şüpheli eşi ile evli miydi, eğer değilse 10 yıl sonra terör örgütü olduğu anlaşılacak bir yapının bankasıyla işi olan veya yardım yapma alışkanlığı olan biriyle şüpheli niye evlenmiş bunlar da diğer “delil” niteliğindeki sorular olabilirdi pekala bu mantıkla. Ama savcı hiç ayrıntıya girip lafı uzatmadan bulduğu bu delili (!) yorumsuz ortaya koymuş!
5-Şüphelinin sosyal hesap kayıtları incelendiğinde, hükümete karşı yolsuzluk operasyonlarında yer almış ve sonra yapıya dahil olduğu iddiasıyla meslekten ihraç olmuş bir savcıyı ve de darbe sonrası kapatılacak olan YARSAV derneğini, önceki tarihlerde takip ettiği, bunun dışında şüphelinin sosyal medya hesabından (her biri tek başına bir suç unsuru barındırmasa da) siyasi iradenin hukuk camiası üzerindeki tasarruflarını eleştiren paylaşımlarda bulunmuş olması…
Bir savcının sosyal medya hesabının olması suç değilse, onun birilerini takip etmesi de elbette suç değildir. Takip ettiği kişilerin kim olduğu, takip etme kararını verirken nasıl bir amaç taşıdığı sorgulanamayacağına göre ve elde suç unsuru içeren bir durum da olmadığına göre iddianame savcısının yaptığı suçtan şüpheliye ulaşmak değil; şüpheliden suçlu çıkarma çabasından başka bir şey değil!
6-“Şüpheli hakkında siyasi bir olay ile ilgili HSYK’ya yapılmış olan şikayetlerin bulunduğu ve bu şikayet dosyaların diğer daireye intikal ettiği…”
Bugün yüzlerce hakim savcı vatandaşlar ya da akli dengesi bozuk insalar tarafından kurula şikayet edilebiliyor. Kurul, ilkeler gereğince ciddi deliller olduğunda soruşturmanın son aşamasına gelmeden bu şikayetten hakim savcıları haberdar etmeyi bile gerek görmüyor. Hal böyle iken, devam eden bir “idari soruşturma”nın varlığını delil listesine koymak nasıl bir maharettir anlamak güç.
7-Ve savcının sığındığı son gölgelik; siyasi iradenin müdahalesiyle oluşturulmuş (YBP üyeleri ile) kurulun şüpheli hakkında, savunma almaya ve delil toplamaya gerek görmeden vermiş olduğu ihraç kararı. Halbuki bu kararın 4000’e yakın yargı mensubunun ortada somut hiç bir delil yokken önceden hazırlanmış fişleme listelerine göre savunmaları dahi alınmadan çok kısa süre içinde verildiği herkesin malumu.
Yargının kaybettiği adalete bir de sistemin bozukluğu eklenince gerçekten iş artık mide bulandırıcı hale geliyor. Siyasi iradenin günlük değişen “keyfi”ne göre hakim savcıların pozisyon alması, kendilerinden önce ülkeye karşı yapılmış en büyük saygısızlık ve işlenebilecek bir suçtur. Bu saçmalıkları delil kabul ederek iddianameye koyan birine “bunlar ne biçim delil, böyle delil olur mu? ” diye sormak bile inanın hukuka saygısızlıktır.