YORUM | ALPER ENDER FIRAT
15 Temmuz tiyatrosu ve akabindeki soykırım sürecinde, bizim de bir kısım yakın akrabamız selamı sabahı kesmişti.
Aylarca arayıp sormayan birinci dereceden bazı yakınlarımız, bize yapılan bu muameleyi hak ettiğimizi düşünüyorlardı. Çünkü onlara göre cemaat soru çalmış başkasının hakkına girmiş kader de adalet etmişti. Hiç şikayet etmeye, sızlanmaya hakkımız yoktu. Soru çaldığımızdan o kadar emindi ki buna delil olarak da ‘kendi arkadaşlarınız yazıp itiraf etti’ diyorlardı.
Bu söze nasıl cevap verilir ya da siz nasıl verdiniz bilemiyorum. Ben bir cevap veremedim. Belirsiz, müphem, ete kemiğe bürünmeyen ithamlarla kader bize adalet mi etmişti? Çünkü Allah da şahitti ki onlarca sınava giren çocuklarıma hiçbir zaman çalınmış bir soru gelmedi, ne benim çocuklarıma ne gazeteden tanıdığım insanların çocuklarına, ne yeğenlerime, ne akrabalarıma ne de benim herhangi bir şekilde tanıdığım birisine girdiği sınavın soruları önceden verilmemişti.
Peki ben, çocuklarım ve kendisine herhangi bir soru verilmemiş hizmete sempati duyan yüzbinlerce genç bu günahı niye yüklensin, niye soru çalma ile anılsın ki?
Burada lüzumsuz bir polemik açma derdinde değilim, konuyla ilgili yazı yazanların bazılarını çok yakından tanıyorum ve samimiyetlerine dünyada ve ahirette şahitlik ederim.
Ama gerçekten bir soru çalma hadisesi yaşanmışsa kimlerin, hangi sınavlarda yaptığını yazmak, yen kırılmışsa dışarı çıkarmak boynumuzun borcudur. Bir suçu somutlaştırmadığımız müddetçe niyet olarak ne kadar samimi olursak olalım söylediğimiz her söz, yazdığımız her yazı masumlara taşınmaz bir yük olarak dönecektir.
Bunu yapmadığımız sürece hem varsa cemaatin ismini kullanarak soru çalanlar bünye içinde kendini saklayacak hem de hayat boyu böyle bir şeyin yanına yaklaşmamış yüzbinlerce insan işlemediği günahın vebalini çekecek.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
Aynı şeyleri sevgili Ahmet Dönmez’in yazısı için de söylemek mümkün. Dönmez’in ‘Bu sürecin Riphagen’leri’ başlıklı yazısını okuduğumda cemaat içerisinde, ileri gelenlerinin de dahil olduğu bir yapının mazlumların mağduriyetini kişisel çıkarları için kullandığı düşüncesine kapılıyorum.
Ahmet Dönmez gibi vicdanına, gazeteciliğine, araştırmacılığına her zaman kefil olduğum bir ismin somut örneklerle yazılmamış bir yazının nelere sebep olacağını hesaplaması gerekirdi.
Ben asla ‘bunları yazmanın şimdi sırası değil’ demiyorum tam tersi belki de bu tür yazıları yazmanın tam zamanı. Ama kim olduğu belli olmadan genelleştirici dil ile yazılan her şey herkesi ama herkesi zan altında bırakıyor
Cemaate sempati duyanlar asla böyle şey yapmaz da demiyorum. Her yerde olduğu gibi bu camia içinde de yanlış işlere tevessül eden insanlar çıkabilir.
Ancak bu konuları somut delillerle, somut kişiler üzerinden yazmadığımız müddetçe bilerek yanlışı tercih edip kötü yola düşenler ayıklanamayacak, ayıklanamadığı gibi de kendilerine koruma sağlamış da olacaklar. Yüzbinlerce insanda hiç bir zaman işlemedikleri günahların vebalini taşıyacaklar.
Bunca yıllık gözlemlerim, tecrübelerim ve yaşadıklarımla kesinlikle iddia ediyorum ki hizmet hareketi bir iyilik hareketidir ve hiçbir zaman iradi olarak bir kötülüğün, bir organize suçun içinde olmamıştır, olanları da bünyenin içinden mutlaka dışlanmıştır. Somutlaşmamış her iddia, hizmet hareketini organize suç örgütü gibi göstermek için çırpınıp el koyduğu onlarca kuruma rağmen her hangi bir delil bulamayanların ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor.