Ana Sayfa Manşet Bir gecede kurulan örgüt

Bir gecede kurulan örgüt [Umut Atay]

Terörle Mücadele Kanununa göre ‘terör’ tanımı şu şekilde yapılır:

Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek,

Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak,

Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek,

Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek,

Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.

Türk hukuku bakımından, bir oluşumun, bir yapılanmanın terör örgütü olup olmadığının belirlenmesi, yapılacak yargılamanın sonucuna göre; mahkemelere aittir. Mahkemeler bu belirlemeyi, Anayasa ve yasalarla ortaya konulan normatif kurallara ve istikrar gösteren yargısal uygulamalara uygun biçimde gerçekleştirirler.

TCK’nın 314. maddesi bakımından, bir oluşumun, bir yapılanmanın silahlı terör örgütü sayılabilmesi için;

  • Hiyerarşik yapıya, sıkı bir disipline, eylemli bir işbirliğine sahip olan ve en az üç kişiden oluşan, yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli bir örgüt mevcut olmalıdır.
  • Bu örgüt, Türk Ceza Kanununun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü ve beşinci bölümlerde yer alan suçları “amaç suç” olarak işlemek üzere kurulmuş olmalıdır.
  • Bu örgüt silahlı olmalıdır.

Bu kriterler Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 22.12.2014 tarih 2014/5564-12477 sayılı kararında da ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, bir oluşumun, bir yapılanmanın belirtilen hangi amaç suçları işlemek üzere ve ne ölçüde bir silahlanmayla, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerini amaç suçu işlemek doğrultusunda ne şekilde kullandığı ve disiplin, eylemli işbirliği, hiyerarşik yapı ile elverişlilik unsurlarının nasıl oluştuğu ortaya konulmalıdır.

HSYK ELİYLE TERÖR ÖRGÜTÜ İLAN EDİLEBİLİR Mİ?

Ülkemizde 15 Temmuz 2016 tarihinde bir kısım TSK mensuplarının gerçekleştirdikleri darbe kalkışması sonrası devlet yetkilileri olayın faili olarak gösterdikleri öncesinde adına “cemaat” dedikleri bir oluşuma “terör örgütü” demeye başlamışlardır. Yukarıdaki kıstaslar nazara alındığında bu tarihe kadar bu mevzuda verilmiş bir mahkeme kararı bulunmadığı görülmektedir. İddia edilen örgüte iltisaklı görülen kamu çalışanları örgüt üyeliğinden soruşturmalara maruz bırakıp ekseriyetle tutuklanmışlardır.

Bu noktada kıstas alınan kriter ise kesinleşmiş bir yargı kararı değil; OHAL KHK’larında, öncesinde dini bir cemaat olarak tanımlanan oluşumun terör örgütü olarak ilan edilmesidir. Bu durum KHK’da ve HSYK’nın 25 Ağustos 2016 tarihli bir kısım hakim ve savcılar hakkındaki ihraç kararında açıkça belirtilmiş; idari bir kurul olan HSYK bir mahkeme gibi silahlı terör örgütünün tanımını yapmıştır.

Anayasanın 38. maddesinde hüküm bulan “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesinin de göz ardı edildiği görülmektedir. Zira iddia edilen örgütün yasa dışı faaliyetleri sayılırken kanunlara göre suç teşkil etmeyen yasal bir bankaya para yatırma, sendikaya üye olma, okula öğrenci gönderme, sosyal haberleşme uygulaması kullanma, gazete-dergi aboneliği, sosyal yardım faaliyetinde bulunma gibi eylemler sıralanmaktadır.

KESİNLEŞMİŞ MAHKEME KARARI YOK

İddia edilen örgüte isnad edilen tek şiddet olayı 15 Temmuz darbe kalkışmasıdır. Bu kalkışmanın bu oluşum tarafından planlanıp icra edildiği henüz kesinleşmiş bir yargı kararıyla ortaya konulmamıştır. Bir an bu şiddet eylemine karışmış olan kişilerden bazılarının bu oluşumla iltisaklı olduğunu düşünsek bile Anayasa’ nin 33.maddesinde yer alan “suç ve cezaların şahsiliği” ilkesi gereği meydana gelen sonuçtan sadece eylemi gerçekleştiren kişilerin sorumlu tutulması hukukun gereğidir.

Burada dikkati çeken bir başka husus siyasi iktidarın istemediği/muhalif herhangi bir topluluğu bu şekilde çıkartılacak bir KHK ile terör örgütü ilan etmesi halinde hukuk düzeninde ortaya çıkacak kaostur. Zira yukarıda açıklanan evrensel ve yerel hukuk kriterleri baz alınmadığı taktirde bu kaos ortaya çıkacaktır. Bu yöntemin benimsenmesi halinde kimsenin iktidar karşısında bir garantisinin bulunmadığı görülecektir.

Yine iktidar tarafından bu şekilde çıkartılan KHK ile terör örgütü ilan edilen bir oluşum yine bir başka KHK ile örgüt olmaktan çıkartıldığı taktirde -ki bunun olmayacağını kimse temin edemez- soruşturmalara maruz bırakılan bireylerin durumu ne olacaktır? Yukarıda da belirtildiği gibi “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesine açıkça aykırı bu durumda iktidar idari bir tasarrufla suç oluşturmaktadır.

BİR KHK İLE GÜNLÜK FAALİYETLER SUÇA DÖNÜŞTÜ

Bilindiği üzere bu şekilde ilan edilen KHK ile binlerce insan soruşturma geçirerek örgüt üyeliği suçundan yargılanmaktadır. Örgüt suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Yani kişi yardım ettiği kuruluşun, okuduğu okulun, kayıtlı olduğu sendikanın vs., bir terör örgütü olduğunu bilecek ve bunu bilerek ve isteyerek bu eylemlerde bulunmaya devam edecektir. Ancak bu şartlarda suç manevi unsur açısından tamamlanacaktır. Oysa bu suçlamaya maruz bırakılan bireylerin eylemleri 15 Temmuz 2016 öncesine aittir. Yani faaliyetlerde bulundukları tarihlerde KHK ile bile olsa ilan edilmiş bir terör örgütü iddiası bulunmamaktadır. Suçlanan bireylerin hiç birinin suç tarihi 15 Temmuz 2016 tarihinden sonrasına ait değildir. Burdan çıkan sonuç şudur. Geçmişe ait ve o tarihte yürürlükteki kanunlara göre suç teşkil etmeyen eylemler ve işlemler sonradan çıkartılan bir KHK ile suç olarak kabul edilmektedir. Bu hem Anayasanın 38. maddesine hem de Türk Ceza Kanununun 2. maddesine açıkça aykırıdır.

Sonuç olarak idari bir kararla bir oluşum ve bununla ilgili olduğu iddia edilen bireylerin silahlı terör örgütü gibi ağır bir suçla itham edilmeleri ve haklarında tutuklama kararları verilerek özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları AİHM ve uluslararası hukuk nezdinde ciddi bir hukuk ihlali olarak görülmeye adaydır. Bunun neticesinde iç hukuk uygulayıcılarının ağır müeyyidelerle karşı karşıya kalacakları gözardı edilmemelidir.

HENÜZ YORUM YOK