YORUM | M. NEDİM HAZAR
Gerçi güzelim şarkının sözlerini tornistan ettim, Kemanî Serkis Efendi bağışlasın.
Orijinali şöyle:
“Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbâlime
Perde-i zûlmet çekilmiş,korkarım ikbâlime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbâlime”
Evet, sizi bilmem ama ben hala Bartın’da yaşanan facianın etkisinden tam olarak çıkmış değilim. Belki acılar kendi haline bırakılsa zaman her şeyi o divitten ucuyla yavaş yavaş ya silecek, ya başka şeye çevirecek ama siyasal İslam öyle lanet olası bir şey ki, her acıdan oy devşirmeyi artık temel karakteristiğine dönüştürmüş durumda.
Normal bir ülkede olsa, her şeyden önce savcılar olaya el atar, kimin ihmali, kusuru, suçu varsa bir iki günde ortaya çıkarılır. Ceza kesilir, istifa furyası yaşanır.
Bizde ise böyle bir şeyin olması mümkün değil maalesef.
Ve netice olarak ölen öldüğüyle kalıyor.
İktidar da “Bu işin kader planı böyle ne yapalım!” diyerek ortalıkta salınıyor. Utanmadan, sıkılmadan insanların acısından, ölüsünden oy devşiriyor!
Hoş, dünkü yazımda aynayı kendimize tutmak gerektiğini de belirtmiştim. Biliyorsunuz, o facianın tam ortasında pişkin pişkin gezen bir cumhurbaşkanına ne bir hesap sorma, ne surat asma yaşandı. Hatta tam tersi, “Allah seni başımızdan eksik etmesin” diyenler oldu.
Nasreddin Hoca’nın Timur’a götürdüğü fil gibi, “Bir kaç facia daha isteriz”in fıtri duasını yaptılar Allah muhafaza.
Neyse, niyetim acıları tazelemek ya da dinmeye başlayan öfkeleri tekrar kabartmak değil.
Bir hafta sonu sabahı önünüze düşen bu yazıda bir kültür sanattan, geziden filan bahsetmek.
Maden Mühendisleri Odası’nın bir raporundan bahsedeceğim.
Çok da yeni olmayan (2009) bu rapora göre (yenisi yazıldıysa haberim yok) Avrupa Birliği henüz AET yani Avrupa Ekonomik Topluluğu iken İspanya, Portekiz ve Yunanistan‘ın katılmasından sonra, madencilik sektörünün ekonomik profili önemli ölçüde değişmişti.
AB içinde maden açabilmek oldukça zordur. En az 3 ila 4 yıl sürdüğü biliniyor ve öylesine şartlar aranıyor ki, her babayiğit maden açamıyor. Yani bizdeki gibi, iki dudak arasında değil insanların kaderi.
Açılacak yerin elverişli olup olmadığına, çevre şartlarına, en önemlisi de işçi güvenliğinin tam olarak sağlanıp sağlanmadığına bakıyorlar. Avrupa Birliği özellikle madenlerde işçi can kaybına çok tahammülsüz. Bu nedenle yıllardan beri olan kazalarda can kaybı yaşanmıyor çünkü güvenlik önlemleri had safhada.
İşin maden kısmı böyle…
Bir yandan da Yeşil Enerji politikası gereği madenleri birer birer kapatıyor Avrupa ülkeleri.
Vaktiyle, örneğin 2. Dünya Savaşı’nda uçak bile üretilen bu ürpertici mekanlar artık ya müzeye dönüştürülüyor ya da doğal gezi alanı ilan ediliyor. Özellikle Almanya, Lüksemburg, Avusturya gibi ülkeler bu konuda öncü.
Örneğin Heinkel He 162 Volksjäger, Luftwaffe tarafından II. Dünya Savaşı sırasında kullanılan, tek motorlu, jet itkili avcı uçağının üretildiği Avusturya’dan Seegrotte Hinterbruhl. Avrupa’nın en büyük yeraltı gölü olarak ziyaretçilere açılmış durumda.
Evet yazının bundan sonrası ağır sanat içeriyor, uyandırayım…
Post-empresyonist akımın en önemli temsilcilerinden Vincent Van Gogh’un, Ocak 1878’de misyonerlik amacıyla Belçika’da fakir bir madenci bölgesi olan Borinage’a rahip yardımcısı olarak atandığını biliyoruz. Buradaki madencilerin zor ve kötü şartlarda yaşadığını gören ünlü ressam, onlarla empati kurabilmek adına önce sahip olduklarını paylaşıyor. Ardından ise en az onlar kadar zorlu hayat koşullarında yaşıyor.
Kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda durumu şöyle anlatıyor Van Gogh: “Burada gördüklerim bana Thijs Maris’in ya da Albert Dürer’in eserini hatırlatıyor. Bu adamlar karanlık madenden gün ışığına çıktıklarında kapkaradırlar, baca temizleyicilerine benzerler. Evleri çoğu zaman küçüktür, onlara ev değil de kulübe denebilir, çukur yolların kenarına, ormana, tepelerin yamaçlarına dizilmiş, serpilmiştir bu evcikler. Şurada burada yosunla örtülü damlar görülür, geceleri sevimli bir ışık sızar ufacık camlı pencerelerden…”
Başka bir mektubu: “Geçenlerde çok ilginç bir gezi yaptım, bu arada bir madende altı saat kaldım. Kapkara bir yer burası, bütün çevresi de ilk bakışta donuk ve kasvetli. Bu madenin işçileri genellikle zayıf, hastalıktan yüzleri solmuş, yorgun, yıpranmış, kavrulmuş ve vaktinden önce ihtiyarlamış adamlar, kadınların da hemen hepsi sapsarı ve solgun. Madenin çevresinde madencilerin perişan evleri, dumandan kapkara olmuş birkaç ölü ağaç, dikenli çitler, gübre ve kül yığınları, dağ gibi yığılmış kullanılmaz kömür tozları, vb… Maris burada seyrine doyulmaz bir tablo çizebilirdi…”
Vincent van Gogh’un konuyla ilgili geniş yazısını şuradan okuyabilirsiniz.
Gelin görün ki, 2018 yılında başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesi son madenlerini de kapattı. Bu tarihte ülkede faal olan son maden ocağı Bottrop’tan dün son kez taşkömürü çıkarıldı. Böylece Almanya’da taşkömürü madenleri tarihe karıştı. ‘Kömür Havzası’ olarak da bilinen ve kuşaklar boyunca aralarında Türklerin de bulunduğu milyonlarca insana ekmek kapısı olan Ruhr Bölgesi’ndeki madenlerde kapandı.
Duygulu anların yaşandığı kapanış töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier, madencilerin yaptığı işin büyük takdiri ve saygıyı hak ettiğini belirtti ve “Madenci olarak Almanya’nın kalkınmasına önemli katkılarda bulundular, onlara minnettarız” diye konuştu. Madenciler, Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’e bir parça taşkömürü hediye etti. Son madencilerin çoğu erken emekli olurken, kalan 200 dolayında madenci için yeni işyerleri buldular.
Bir yeryüzü cenneti: Maria Enzersdorf
Fotoğrafta gördüğünüz mekan Lihtenştayn Kalesi.. Aşağı Avusturya’daki Mödling Bölgesi’ndeki Maria Enzersdorf’ta bulunan bu tepe kale deniz seviyesinden yaklaşık 300 metre yükseklikte kayalık bir sırt üzerinde yer almakta
1683’te İkinci Türk Viyana Kuşatması sırasında büyük ölçüde yıkılan kaleyi Lihtenştayn prensleri harabe olarak 1808’de geri satın aldı ve onları Neo -Romanesk tarzında restore ettiler . O zamandan beri, Lihtenştayn Princely House’a ait kale kompleksi artık film ve edebiyat sahnesi olarak kullanılıyor. Tabiat varlığı olarak da koruma altında.
Burada uzun yıllar kömür üretilen bir maden var, Seegrotte…
Hikayesi çok enteresan.
1800’lü yıllarda tesadüfen bir değirmenci tarafından keşfedilen alçı yatağından yaklaşık 150 yıl boyunca maden çıkarıldı. Birinci Dünya Savaşı esnasında askerlerin kontrolüne giren madende mayın taşımak için bir de demiryolu inşa edildi.
Takvimler 1912’yi gösterdiğinde büyük bir patlama yaşandı ve madeni su bastı.
Su bastı dediysek öyle basit bir baskın değil, maden bir anda dünyanın en büyük yeraltı gölüne dönüştü. Suyun ilk etaptaki miktarının 20 bin metreküp olduğu varsayılıyor!
6 yıl boyunca kimse madene girmeye cesaret edemedi. Ettiyse de buranın geleceğiyle ilgili plan program yapmak için 6 yıl geçmesi gerekti. 1918’de, henüz 1. Dünya Savaşı bitmeden, eğlenceye düşkün bir likör üreticisi olan Friedrich Ficsher bu madeni satın aldı. Niyeti bir eğlence tesisi kurmaktı ancak bunda muvaffak olamayınca mantar üretmeyi denediler.
1920’de ise restorasyona girişti. Önce kemerleri sağlamlaştırdı sonra 200 metre uzunluğundaki konveyör tünelini tuğlalarla muhkemleştirdi.
Ziyarete açılması ise 1928’i buldu. Özellikle okullar, öğrenciler için gezi takvimlerine aldılar Seegrotte Madeni’ni.
1930 yılında elektrik çekildi madene. 1932 yılında ilk tekne gezisi düzenlenmeye başladı. Madenin en izbe yerlerine bile ziyaretçi gitmeye başlamıştı.
6 bin 200 metrekare büyüklüğündeki tabiat ve insanoğlunun ortak yapımı olan bu mekanda, suyun seviyesini stabil tutmak için pompalarla her gün belli bir miktardaki su çevredeki derelere basılıyordu.
Maden 2. Dünya Savaşı’nda Almanların eline geçince hemen uçak fabrikasına dönüştürüldü. Naziler uçak üretimi için madendeki tüm suyu dışarı pompalayıp gölü kuruttular.
Bu fabrikada yaklaşık 800 mahkum köle gibi çalıştırılıyordu.
Viyana’ya sadece 12 kilometre uzaklıktaki bu doğal mekan, Hitler’in tarihten silinmesiyle tekrar suyuna kavuştu.
Kısa süre sonra; 1949’da tekrar gezilere açık hale getirilen maden, bir süre sonra profesyonel bir müzeye dönüştürüldü. Bu esnada Walt Disney’in meşhur Üç Silahşörler filmine de doğal platoluk yapan, yaz/kış 9 derece olan Seegrotte’yi kayıkla 45 dakikada gezebiliyorsunuz. Madende bulunan Ejderha teknesi o filmden hatıra olarak hala durmaktadır.
Ve o meşum kaza!
Seegrotte madeninde faalken kaç kaza yaşandı, kaç kişi öldü tam olarak bilmiyoruz ancak bir gezi faciası yaşandı. 31 Mayıs 2004’te 28 turisti taşıyan tekne alabora oldu. Garip bir kazaydı çünkü tekne istiap haddinden fazla yolcu aldığı ve bu yolcuların tekneye dengeli oturmadığı için alabora olmuştu.
İşin daha da tuhaf yanı ise derinliği 1,2 metre olan bu gölde 4 Alman ve 1 Belçikalı ölmüştü.
Kaza raporunda teknenin kusurlu yapısının yanında en fazla 25 kişi olması gereken turistlerin tekneye 28 kişi binmiş olduğu da yazıyordu. Ölen turistler ise, tekne alabora olduğunda teknenin altında kalan bahtsızlardı!
Avusturya hukuku bu işin peşini bırakmadı. 2007 yılında yapılan temyiz mahkemesi sonunda tekneye onay veren yöneticiler (görevden çoktan alınmışlardı) 5’er ayı kesin olmak üzere 15 ay hapis cezasına çarptırıldılar.
Ve bir kez daha ziyarete kapanmıştı Seegrotte.
2012 -2016 arasında göl gezisine kapalıyken kuru alanlarında kültür sanat faaliyeti yapılmasına izin verdi Avusturya makamları.
Peter Turrini’nin, Almanların en meşhur müzikali Der Blauue Engel’i burada sahnelemesi mekana büyük sükse kazandırmıştı.
Marlene Dietrich’i bir dünya yıldızı yapan Heinrich Mann’in romandan sahneye uyarlanan bu eserinde umutsuz bir aşk anlatılır.
2018 yılında büyük uğraşlar sonucunda tekrar ziyarete açıldı Seegrotte.
25’i yolcu, biri kaptan/mihmandar olmak üzere en fazla 26 kişilik kapasiteli sadece iki teknenin gezide kullanılmasına izin verildi. Gemilerin ismi enteresandı: Elenore ve Monika.
Faciada ölen iki kadının isimleri Eleonore Maurer ve Monika Schmaddebeck’ti…
Hikayemiz burada bitmiyor..
Avusturya Federal Hükümeti bu enteresan mekanla ilgili 2019 yılında yapısal açıklar olduğunu açıkladı. Dönemin işletmecisi Hinterbrühl Schaubergwerk, mağarayı “bakım çalışmaları” için hemen kapattı. Bir yaz boyu hiçbir şey yapmadan geçince niyeti anlaşıldı.
Uğursuz olduğuna inandığı madeni elinden çıkardı. İsmi artık “gösteri madeni” olarak markalaşan Seefrotte Yeraltı Gölü’nün yeni sahibi K & K Bergbau şirketi olmuştu.
Şirket son derece ciddi restorasyonlara girişti ve yapılan yenileme çalışmaları ile bugünkü halini aldı.
İsterseniz mekan ile ilgili birtakım genel bilgileri paylaşarak bu enteresan mekan yazısını bitirelim:
Seegrotte’nin girişi Wagnerkogel’in eteğinde. Hafifçe yükselen bir tünel, dik bir şekilde yükselen dağ yamacının altından, yaklaşık 120 m kadar uzakta, dağın içine uzanıyor, burada tünel ve 1. seviye yaklaşık 300 metre devam ediyor. Bu seviyede çok sayıda enine tünel, 8 °C su sıcaklığına sahip 300 metrekare’lik küçük “Mavi Göl”, dev salon ve doğal bir mağaradan çıkan bir kaynak bulunuyor. Dağın hafifçe yuvarlatılmış zirvesi alanında 3 havalandırma bacası dikey olarak gün ışığına çıkıyor.
Birkaç adım daha yüksekte, 25 metre yüksekliğinde ve 11 metre genişliğinde “Förderturm” şaftı aracılığıyla dağın yukarısındaki daha düz bir noktadan açılan daha küçük, en eski maden alanları (1. ufuk) bulunuyor. Gömme ahşap merdiveni ile artık ikinci gün çıkış kapısı olarak hizmet vermekte.
1.seviyeden (2. yeraltı mühendisliği) Bremsbergsteig 83 basamakları ile sürekli su basan 2. seviyedeki (3. yeraltı mühendisliği) gemi iskelesine inebilmek mümkün.
Gölün dibinden ölçüldüğünde, dağ ile örtü tabakasına kadar 65 m’ye yakın bir yükseklik söz konusu. Göl, üstteki zemin gibi 3 uzunlamasına ve 10 enine tünelden oluşan tamamlanmamış bir ağ oluşturuyor.
Atlar ile madenin hüzün dolu bir hikayesi de var.
Maden çıkarıldığı dönemde atlar için ahırlar bulunan Seegrotte’de bazı atların neredeyse 20 yıla yakın bu madende yaşadığı belirtiliyor. Ve sonradan gün ışığına çıkarılınca bütün atlar kör olmuşlar!
Bilmem yolunuz düşer mi ama Viyana’nın hemen dibindeki bu gizemli mekanı görmenizi tavsiye ederim.