YORUM | HASAN CÜCÜK
Fenerbahçe’yi neden tuttuğumu bilmiyorum. Sanırım küçükken ilk duyduğum takım adı olması bunda rol oynadı. Başarı kriteri olsa muhtemel tutacağım takım Trabzonspor olurdu. Zira, benim hayatın farkına vardığım yıllarda ligde Karadeniz fırtınası esiyordu. Nedenini hiç bilemedim ama iyi bir Fenerbahçe taraftarı oldum. Son dönemde yaşadıklarım ise sadece futboldan değil, ülkemden de soğumama yol açtı. Gençlerbirliği maçı sonrası bir yöneticinin yenilgiyi ‘FETÖ’ye bağlaması çoktan taşmış bardağa hortumla su tutmak gibiydi.
Danimarka’da gazetecilik yapıyorsanız hele Türkçe bir gazete için çalışıyorsanız, haber kaynaklarınız sınırlıdır. Türkiye’de gündem olacak Danimarka menşeili haberler yılda birkaç tane olurdu en fazla. Zaten futbolu yakından takip eden biri olarak, hobilikten mesleğe çevirmeyi tercih ettim. Uzun yıllar Zaman’a Avrupa’dan futbol haberleri yazdım. Milli takım ve kulüplerin Avrupa’daki birçok maçını yerinde takip ettim.
Türk futboluyla ilgili yazmadığım için rahattım. ‘Fanatik’ bir Fenerli olarak, hislerimi haberlere karıştırmamam önemliydi. Habercilikten taviz vermek olmazdı. Allah’tan böyle bir derdim yoktu. Avrupa futbolunu yazmanın kolaylığı, Fenerbahçe’yi tutmanın zevkini yaşadım.
Futbol benim için bir hobiydi. Bilinçli bir tercihle, bilgisayar oyunlarına ilgi duymadım. Zaman israfı olarak gördüm. Mevzu futbol olunca durumlar biraz değişti. Premier Lig ve La Liga başta olmak üzere Bundesliga ve Serie A’dan maçları kaçırmamaya çalıştım. Türkiye Ligi’nden ise Fenerbahçe maçları zaten bankoydu. Arada Galatasaray ve Beşiktaş maçlarını da takıldım. Hani fanatiğim dediysem, öyle her yıl forma alan, evi takım aksesuarlarıyla donatan biri değildim. Kızımın Beşiktaş’ı tutmasına ses etmeyecek kadar demokrat, Fener’e dönmesi için hediyelere boğacak kadar cömerttim! Kızdan ağzım yanınca oğlumda işi sıkı tutup, Fenerli olmasını sağladım.
Son yıllarda yaşadıklarımız birçok şeyden olduğu gibi futboldan da soğuttu. TR724’te spor yazmamı istediklerinde ağırlıklı olarak Avrupa’dan futbola eğildim. Okuyucunun beklentisini de dikkate alarak Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor haberleri yazdım. Yazdıklarım arşivde duruyor. Sadece bir yazıda ölçüyü kaçırdığımı gördüm. Vedat Muriqi’in adı Galatasaray’la anılırken Fenerbahçe gelmesiyle ilgili “Muriqi transferi 30 yıllık hesabı kapattı” başlıklı yazıdan bahsediyorum. Hatta Belçika’dan bir okuyucu arayıp, sitemini ifade etmişti. Haklıydı. İnsanız duygularımıza dizgin vuramıyoruz. Ne kadar profesyonel davranırsak davranalım, hislere yenik düşebiliyoruz.
Son yıllarda yaşadıklarımız ortada. Ağzımızda ne tat, ne tuz kaldı. Türkiye’dekilerin yaşadıkları yanında benimki sinek ısırığı gelir. Her gün yeni bir acıya uyandık. “Böyle bir dönemde spor yazılır mı?” diyenler oldu. Tam tersi olumlu tepkiler de aldım. Kamplarda kalanlar, ilgiyle takip ettiklerini söylediler. Geçen gün bir abinin eşinin, yazılarımın müdavimi olduğunu öğrenince ayrı bir sevindim. Sürekli acı ve hüzün yaşayan insanlar için de hayat bir şekilde devam ediyor. Bazen farklı konular nefes almak gibi oluyor. Futbola da bu gözle baktım.
Ülke cinnetten geçerken futbolun bundan nasipsiz olması düşünülmezdi. Fenerbahçe’de bu hastalık şike süreciyle başladı. O yıllarda Hizmet adı pek telaffuz edilmedi. Suçlu oldukları delillerle ispat edilmişti. Tarlayı sürenler yakayı ele vermişti. 17/25 Aralık sonrası hırsızlarla darbeciler anlaşınca her şey kumpas oldu. Tüm suçların merkezi olan Cemaat, futbola el atmasa ayıp olurdu. Elbette bu cumhuriyetin sembol kulübü Fenerbahçe olmalıydı. Utanmadan sıkılmadan çıkıp, 15 Temmuz’dan çok önce bize operasyon çekti bunlar dediler. Meydan boştu. Tüm suçların yıkılacağı bir adres de vardı. Altından pis kokular gelen ‘FETÖ’ safsatasına yapıştı.
Haziran 2018’de başlayan Ali Koç dönemi hüsran üstüne hüsranla devam ediyor. Alınan onlarca oyuncu ve harcanan milyonlara rağmen elde var koca bir sıfır. Bu sezon çok iddialı giriş yaptılar. İki takım kuracak kadar oyuncu transfer ettiler. Mesut Özil ve İrfan Can Kahveci gibi iki flaş ismi ara transferde renklerine bağladılar. Ama takım Kadıköy’de önüne gelene yenilmekten kurtulamadı. Çok övündüğü, Galatasaray ve Beşiktaş’a karşı evinde yenilmezlik dönemini bitirdi. Hatta Galatasaray’a 20 yıl aradan sonra üst üste iki kez Kadıköy’de boyun eğdi. Sahasında 6 maçtan puansız ayrıldı.
Bunca başarısızlığa bir kılıf lazımdı. Tabiki ‘FETÖ’ safsatası. Gençlerbirliği yenilgisi sonrası yönetici Selahattin Baki saçmalamanın dibine vurdu. Şu açıklamayı yaptı: “FETÖ’cü zihniyet bilerek Fenerbahçe taraftarının sinir uçlarıyla oynayıp, insanları sokağa döküp kaos yaratmak istiyor. Bu kadar net konuşuyorum. Fenerbahçe camiası daha önce iki kere operasyon yedi. Fenerbahçe iyidir, kötüdür o futbolseverlerin yorumu. Ama sen yediğin gol ofsaytsa saymayacaksın, golse vereceksin.” Nasıl örgütse sadece Kadıköy’deki maçlarda Fenerbahçe’ye operasyon çekip, deplasmanda kazanmasını sağlıyor. Biz beceriksiz bir ekibiz demek zor geldiği için bir safsataya sarılıyorlar.
Alçalmanın sonu olmuyormuş. Zaten pamuk ipliğiyle bağlı olduğum takımdan iyice soğudum. Beter olun dedim. Ülke zaten cinnet yeriydi. Bir futbol keyfimiz vardı onu da bitirdiler. Mesele futbol değil elbet, ülkenin bu denli dibe vurmasıdır. Biraz kişisel bir yazı oldu. Umarım hoş görürsünüz.