HABER ANALİZ | ADEM YAVUZ ARSLAN
15 Temmuz 2016 tarihli askeri darbe girişimi iddiası ile açılan 289 davadan 24 Ocak 2020 tarihi itibariyle 273’ünde karar çıktı, 16 dava halen sürüyor. Yani darbe davaları olarak bilinen yargılamaların yaklaşık yüzde 95’i sonuçlandı.
Sıradan davaların bile yıllar boyu sürdüğü Türkiye’de darbe girişimi gibi bol sanıklı ve çok karmaşık bir olayın yargılamasının 2 yıl gibi bir süre içerisinde bitirilmesi özellikle üzerinde durulması gereken bir konu.
Çünkü iddianamelerin yazımı bile bir yılı aşmışken yüzlerce sanıklı davalar jet hızıyla bitirildi.
Çoğunluğu askeri okul öğrencisi ve erlerden oluşan 7 bin 124 sanıktan 1230’una ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilirken bin 180 sanığa da müebbet hapis cezası verildi.
Toplamda 2 bin 500’e yakın müebbet cezası verilmiş oldu ki bu rakam toplam yargılamaların yüzde 35’ine tekabül ediyor. Müebbet hapis cezası verilenlerden 91’i zorunlu askerliğini yapan er, 346’sı ise 18-19 yaşındaki askeri okul öğrencisi.
Geride kalan 15-16 davanın ise kısa sürede bitirilmesi ve oradan da çok miktarda müebbet hapis cezasının çıkması bekleniyor. Henüz yargılaması süren bir dosya ile ilgili ‘müebbet bekleniyor’ dememin nedenini tahmin etmeniz zor değil.
Daha ilk günden ‘gerekli talimatları veren’ Erdoğan, yargılamaların ‘ne kadar sürede bitirilmesi gerektiğini’ bile söylemişti. Korg. Metin İyidil kararında olduğu gibi, Erdoğan’ın istemediği türden bir karar çıkarsa ‘devreye girilip gerekli talimatlar verilerek’ müdahale edildi. Hakimler sürüldü, önce müebbet sonra beraat alan İyidil tekrar tutuklandı.
18-19 yaşındaki askeri okul öğrencileriyle 3 günlük erlere müebbet hapis veren bir yargılamanın ne kadar adil olduğu baştan tartışmalı ama dosyaların içerisine girdiğinizde yapılanın gerçek bir yargılama olmadığını da yakinen görüyorsunuz.
Çünkü normal bir hukuk düzeninde ilk derece mahkemelerin verdiği bu kararlar tümden bozulur.
BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️
HİÇBİR ŞEYİ ARAŞTIRMAYAN MAHKEMELER
Darbe yargılamalarına bakıldığında sözde darbe kumpasını planlayanların en kritik hamleyi daha 15 Temmuz akşamında binlerce hakim savcıyı açığa alıp tutuklamakla yaptığı görülebiliyor. Genelkurmay Başkanının, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nerede olduğu bile belli değilken binlerce hakim savcı için tutuklama kararı alanlar, yargılamaların ne yönde seyretmesi gerektiğine de karar vermis oldular.
Erdoğan rejiminin AKP teşkilatlarından topladığı yeni hakim ve savcılar dosyaları bile okumadan, sanıkları dinlemeden kararlar veriyorlar. Sanıkların araştırılmasını istediği en basit konuları bile dikkate almadılar.
Daha önce bu köşede yazdığım “15 Temmuz’da TSK envanterinde olmayan mühimmat kullanılmış” ve “Bu sivilleri kim vurdu?” başlıklı yazılarımda Ankara’da devam etmekte olan Akıncı ve Jandarma Genel Komutanlığı yargılamalarından bölümler aktarmıştım.
Her iki yazıda da Erdoğan rejiminin ‘resmi 15 Temmuz söylemi’ni sarsacak veriler vardı.
Özetle, 15 Temmuz akşamı Jandarma Genel Komutanlığı önünde şehit edilen bazı sivillerin üzerinden TSK envanterinde olmayan zırh delici çelik uçlu mermilerin çıktığını, bazı sivillerin vücudundan çıkan mermilerin balistik raporlarına göre bu kişilerin sanıkların silahlarından çıkan kurşunlarla hayatını kaybetmediğini, en kritik delillerden olan 11CO1248 seri numaralı MP5 tabancanın ortadan kaybolduğunu, olay mahallinde olan 18 silahın kriminal incelemesinin yapılmadığını, 18 Temmuz günü yani darbeden üç gün sonra Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın duvarına TSK envanterinde olmayan bir roket atıldığını, sivil kişilerde olan kaleşnikofların izinin sürülmediğini anlatmış, Akıncı Nizamiyesi’nde vurulan sivillerin enselerinden tek kurşunla öldürüldüğünü, bu kişilerin yüzleri nizamiyeye dönük iken enselerinden vurulmalarının şüpheli olduğunu anlatıp yargılamaların failleri arama niyetinde olmadığını anlatmıştım.
Bu yazıda aynı şekilde mahkeme dosyalarından detaylara bakacağız.
Daha önce defaatle örnekleriyle anlatmıştım; 15 Temmuz akşamı ne yaptığınızın, nerede olduğunuzun bir önemi yok. Sıkıyönetim direktifindeki ‘hata’ darbecileri deşifre etti başlıklı yazıda detayıyla ve somut belgeleriyle anlattığım gibi, fişleme listelerinde yer alanlar otomatikman darbeci olarak damgalandı ve tutuklandı.
O gün yurt dışı görevde olsanız, tatilde bulunsanız ya da elde silah darbecilerle çatışıp yaralansanız da bir önemi yok.
Soruşturmalar bu çerçevede yapıldığı için mahkemelerde aynı minvalde sürüyor. Çünkü normal şartlarda eldeki verilere göre soruşturmaların genişletilmesi, şüpheli işlemlerin tekrar incelenmesi gerekirdi.
Mesela; Ankara’da devam etmekte olan Jandarma Genel Komutanlığı davasına bakalım.
Uzatmama adına isim isim yer vermeyeceğim ancak özetle şunu söyleyebilirim. Çok sayıda şüpheli durum var. Düşünün aynı kişiye ait iki farklı otopsi raporu var. Aynı silahlara ait balistik raporlar ‘konjonktüre göre’ değişiyor.
OTOPSİ VE BALİSTİK RAPORU 3 KEZ DEĞİŞMİŞ
Sivil şehitlerden Ömer Can Açıkgöz’ün dosyasına bakalım.
2 Ağustos 2016 tarihli otopsi raporuna göre ateşli silah yaralaması ile hayatını kaybediyor. Otopsi raporuna göre vücuda giren 2 adet ateşli silah mermi girişi var. Mermilerden birisi vücuttan çıkmış, cesetten çıkarılan 1 adet deforme mermi çekirdeği savcıya teslim edilmiş. Yani elde bir mermi çekirdeği var.
Ancak Ankara Polis Kriminal Laboratuvarı’nın 14 Şubat 2017 tarihli raporuna göre bu bir mermi değil ‘metal parçası’ ve ‘kesin tanı için yeterli değil’ denmiş.
Aynı olaya dair üçüncü rapor olan 11 Şubat 2019 tarihli balistik raporunda ise mermi ya da metal parçası değil, ‘nüve’ olduğu, teşhis niteliği olmadığı belirtilmiş.
Basit bir teknik detay gibi gelebilir ancak unutmamak lazım ki mermi çekirdeği o merminin hangi silahtan çıktığının delilidir. Otopside ‘mermi çekirdeği’ olan delil, daha sonra ‘metal parçası’na en sonunda da ‘nüve’ye dönüşüyor.
Ceset aynı ceset, delil ayın delil iken bu değişiklikler nasıl oluyor ?
Eğer o çekirdeği ‘kaybeder’, raporları değiştirirseniz gerçekten o kişiyi öldüren kişi ya da kişileri de yargıdan kaçırmış olabilirsiniz. Sanıkların buna dikkat çeken tüm talepleri mahkeme tarafından geri çevrildi.
Şüpheli işlem Açıkgöz ile sınırlı değil.
ŞEHİTLERİN VÜCUTLARINDAKİ MERMİLER NASIL KAYBOLDU?
Bir de cesetlerden ‘kaybolan’ mermiler var.
Yani vücuda giren ve çıkmayan mermiler bir süre sonra ‘kayboluyor’.
Şehitlerden Erkan Er’in otopsi raporuna göre vücudunda 4 mermi giriş, 3 mermi çıkış yarası var. Doğal olarak cesette bir mermi çekirdeğinin olması gerekirdi.
Ancak o mermi çekirdeği delil klasörlerinde yok. O mermi çekirdeği merminin hangi silahtan çıktığının tespiti için önemli ama ortada yok. Otopsi raporuna göre çıkarılıp delil klasörüne konmuş.
Jandarma önünde hayatını kaybeden teğmen Abdulkadir Karadağ’ın otopsi raporuna göre 3 giriş ve 1 çıkış yarası var.
1 mermi çekirdeği savcıya verilmiş ama ikinci mermi kayıp. Aynı durum yüzbaşı İlyas Pekdemir’in otopsisinde de görülüyor. 3 mermi girişi, 1 çıkışı gözüküyor ancak savcıya teslim edilen 1 mermi çekirdeği var.
Söz konusu kişilerin kimler tarafından vurulduğunun tespiti için hayati öneme sahip ama mahkeme bunları araştırmadığı gibi, delil mahiyeti olan mermi çekirdekleri otopsi ile adli tıp arasında buharlaşmış.
Şehitlerden Ümit Çoban’ın yüzü jandarmaya bakarken ensesinden vurulmuş, Medet Ekizceli’nin vücudundan çıkan mermi TSK’ya ait değil, Rüstem Resul Perçin’den çıkan mermi de sanıkların silahından çıkmamış.
15 Temmuz akşamı çok sayıda şüpheli işlem olduğu için acaba birileri delilleri yok ederek gerçek katilleri saklamaya mı çalışıyor sorusu ortada duruyor.
EĞER KIBLE YANLIŞ DEĞİLSE
Sivil şehitlerden Battal İlgün’ün dosyasına bakalım.
35 yaşındaki Battal İlgün, abisi Erkan İlgün’ün anlatımlarına göre Cumhurbaşkanlığı Külliyesi önündeki çimlerde sabah namazını kılarken vuruldu. İlgün’ün otopsi raporuna göre öldürücü mermi sol omuz üst kısmından girip göğüs sağ meme bölgesinden çıkmış.
Yani soldan gelen bir atışla vurulmuş. Bu ayrıntı çok önemli.
Mahkeme dosyasında ayrıntılı kroki var. Kıbleye dönen birisinin jandarma genel komutanlığı istikametinden sol omzundan vurulması mümkün değil. Merminin giriş açısına göre Atatürk Orman Çiftliği içinden ateş edilmesi gerekiyor. Üstelik İlgün’ün vücudundan çıkan mermi çekirdeği jandarma personelinin kullandığı silahlara ait değil.
İlgün gibi çok sayıda şüpheli ölüm var mahkeme dosyalarında. Gerçi mahkemeler bu argümanların hiç birini dikkate almıyor. Oysa ortada temel bir şüphe var; eğer bu kişi askerlerce vurulmamışsa kim vurdu?
KÜLLİYE CİVARINDA MOBESE YOKMUŞ!
Mahkeme evrakları hayli ilginç detaylarla dolu.
Mesela Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile Jandarma Genel Komutanlığı arasındaki bölgede mobese kamerası yokmuş. Malum olduğu üzere bölge Türkiye’nin en iyi korunan yeri.
Her yerde kamera olduğunu bilmek için uzman olmaya gerek yok.
Ancak söz konusu MOBESE kayıtları mahkemeye getirilemedi. Sanıkların ısrarlı talepleri sonrasında Ankara Emniyeti’nden gelen yazıda (6.celse) bölgeye mobese kameralarının 24 Ekim 2016 tarihinden sonra yerleştirildiği söyleniyor. Yani Ankara Emniyeti’ne göre 15 Temmuz’da bölgede MOBESE kamerası yokmuş.
Fakat ilginçlik burada bitmiyor.
Sanıkların ısrarlı talepleri sonrasında 14 Ekim 2019 tarihli bir cevabi yazı geliyor. Daha önceki açıklamaların aksine emniyet ‘ellerindeki görüntülerin arşivde olduğunu, istenmesi halinde verebileceklerini’ söylüyor. Oysa aynı emniyet daha önceki yazışmalarda o bölgeye ait MOBESE kaydı olmadığını açıklamıştı.
Aradan geçen 3,5 yılda Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni çevreleyen kamera kayıtlarının hala mahkemeye ulaştırılmadığı bir yargılama var ve mahkeme karar aşamasına geldi.
HAYALET KESKİN NİŞANCILAR
15 Temmuz’un cevabı aranan sorularından birisi de şüphesiz keskin nişancılar. Bilindiği gibi İstanbul Boğaz Köprüsü’nün ayaklarında bir keskin nişancının olduğu iddiası uzun süre konuşulmuştu.
Benzeri bir durum Ankara’da söz konusu.
Jandarma Genel Komutanlığı civarına yerleşen keskin nişancılara dair bir araştırma henüz yapılmadı.
Oysa ki orada keskin nişancıların olduğu delilleriyle sabit. Zaten iddianamenin 91. sayfasında 3 adet keskin nişancının civardaki yüksek binalara yerleştirildiği, 652. Sayfa da ise polis ile askerler arasında çıkan çatışmalarda darbecilerden öldürülenlerin olduğu anlatılıyor.
Ayrıca dönemin Polis Özel Harekat müdürü Eraslan Er, 30 Kasım 2016’da TBMM Meclis Darbe Komisyonu üyelerine şöyle demiş “Jandarmadaki generalin bize söylediği Türkiye’deki darbe buradan yönetiliyor. Biz de ya Allah Bismillah dedik, artık tepecilerimizle, keskin nişancılarımızla ufak ufak avlamaya başladık hainleri”.
Çok sayıda müşteki de mahkeme ifadelerinde keskin nişancıları anlatıyor.
Müşteki Muttalip Akpınar’ın ifadeleri 7 Şubat 2019 tarihli çözüm tutanağına şöyle yansımış : “ Ben tam sırtımı caminin perde betonu var, perde betonun arkasına sırtımı dayadım. Ben göğsümde beş tane kırmızı noktanın olduğunu gördüm. Tişörtüm de siyahtı. Bizi vuracaklar dedim”
Bu esnada mahkeme başkanı Abdullah Köksal ‘nereden geliyor kırmızı ışıklar?’ diye soruyor.
Akpınar anlatmaya devam ediyor; “Nereden geldiğini görmedim, sırtım Jandarma Genel Komutanlığına dönüktü, yüzüm aşağı dönüktü. Ben koşmaya başladım, ama ateş etmedi. Lazerin göğsümden geçtiğini gördüm”
Bir başka örnek.
17.Ağır Ceza Mahkemesi, müşteki Hülya Özsoy eşinin şehit oluşunu anlatıyor… Özcan Özsoy’un Jandarma’nın önünde başından yaralandığını, 4 ay tedavi gördükten sonra hayatını kaybettiğini aktarıyor.
Hakim helikopter atışı ile mi şehit olduğunu sorunca Hülya Özsoy “hayır keskin nişancı vurdu?’ diye cevap veriyor. Hakimin aynı minvaldeki sorularına ‘çatıdan keskin nişancı atışıyla şehit oldu’ cevabını veriyor. Ancak sonradan ilginç bir gelişme yaşanıyor ve Özcan Özsoy Jandarma davasındaki maktüller arasından çıkartılıyor.
ŞÜPHELER BÜYÜYOR
Bu anlattığım detaylar sadece Ankara Jandarma Genel Komutanlığı davasından bir kesit. Başka mahkemelerde benzeri çok hikaye var. En temel sorular cevap bulamıyor.
Eline silah almamış, kurşun sıkmamış, balistik raporları da bunu teyit etmiş olduğu halde Harbiyeli öğrencilere müebbet hapis cezası veren hakimler yukarıda anlattığım şüpheli durumların hiç birini araştırtmadı.
Otopsi raporu nasıl değişir? Yüzü nizamiyeye dönük siviller enselerinden tek kurşunla nasıl vurulur? Şehitlerin vücudundan TSK envanterinde olmayan mermiler nasıl çıkar? Hem Ankara’da hem İstanbul’da olduğu kesin olan keskin nişancılara dair teknik veriler neden incelenmez?
Normal bir yargılamada bu sorulara cevap bulunması ya da, en azından cevap bulmak için çabalanması gerekmez mi? Bu noktada 15 Temmuz akşamı yaşanan olaylara karışanlara yargılanmama garantisi getiren KHK’nın gerçek katilleri korumak için çıkarıldığı eleştirileri haklı hale gelmez mi?
Maalesef darbe davaları kararı önceden verilmiş bir yargılamanın mizanseninden öteye gitmiyor. TBMM Darbe Araştırma Komisyonu’nu çalıştırmayanlar, mahkemeleri doğrudan kontrol edenler yargılama aşamasını da boş bırakmıyor.
Bir gün hukuk geriye gelirse bu davaların tamamı eksik soruşturma ve hatalı işlemlerden bozulur. Ancak geç kalan adalet ne kadar adalet olur orası tartışmalı.
Çok teşekkürler Adem Bey.Bu konuları kapsamlı bir şekilde araştırıp bizleride doğru bikgilendirdiginiz için.Emeginize yüreğinize sağlık.