ORHAN ÖZCAN | YORUM
Geçtiğimiz hafta yatırım çevreleri Amerika’da ‘Jackson Hall’ diye bilinen ve her yıl yapılan merkez bankaları konferansını izledi ve konferanstan çıkan sonuçları değerlendirdi. Bu yılki konferansın konusu “Para politikası ve parasal aktarım mekanizmalarının gözden geçirilmesi” idi. Aslında son dönemde yaşananlar ve özellikle ABD ekonomisinde yaşananlar bazı klasik ekonomi teorilerini alt üst etti.
ABD, son faiz artırımları ile 1980’lerden bu yana en yüksek faiz seviyelerine çıkarken, klasik ekonomi teorilerinin söylediği, yüksek işsizligi, düşük büyüme seviyelerini, hatta resesyonu yaşamadı. Faizler son 40 yılın en yüksek seviyelerine çıktı ama dünya ekonomisinin dörtte biri olan, en son gayrisafi milli hasılası 27 trilyon dolar olan ABD ekonomisinde, yüksek işsizlik, düşük büyüme ve resesyon görülmedi. Son dönemde ABD’de yaşananlar, ekonomi kitaplarında yazılan ve okutulan klasik ekonomi teorilerini bir şekilde çöpe attı. Bu aslında gerçek bir başarı hikayesi.
Enflasyonla mücadele için faizleri oldukça yüksek bir seviyeye çıkarıyorsun ( yüzde 5.25 – 5.50 seviyesi), enflasyonu düşürüyorsun ama istihdam piyasasına ve büyümeye zarar vermiyorsun. Önemli bir merkez bankacılığı sanatı ve ayakta alkışlanacak bir başarı hikayesi.
Bütün bu gelişmelerden sonra akla başka sorular da geliyor. Örneğin FED’in açıkladığı uzun dönem yüzde 2 hedefi, gerçekten ulaşılması gereken bir hedef mi? Belki de gelinen bu noktada bu hedef doğru bir hedef de olmayabilir. Pandemi dönemi pratikleri, göçmen politikaları ve onun yarattığı iş gücü, hatta yapay zeka teknolojisi, bazı dinamikleri değiştirmiş, değiştirmeye başlamış olabilir. Sanki tüm bütün bu gelişmeler bize hiçbir şeyin eskisi gibi olamayabileceğinin işaretlerini veriyor.
Dünyada tüm gözler FED’de ve 18 Eylül toplantısında en az 25 baz faiz indirimini hatta 50 baz faiz indirimini fiyatlıyor. 18 Eylül öncesi önemli olan bir tek veri var ve o da ABD’de eylül başında açıklanacak olan tarım dışı istihdam verisi. O veri sonrası 25 baz mı yoksa 50 baz mı arttırım olacak biraz daha netleşecek.
Türkiye’de fatura emekliye ve ücretli çalışana kesiliyor
ABD’nin ekonomideki başarı hikayesinden bahsederken, Türkiye’nin ekonomideki başarısızlık hikayesinden bahsetmeden geçmeyelim. Türkiye’deki sözde enflasyon mücadelesi (!) tüm hızıyla sürüyor ve enflasyon mücadelesinin acı ilacı sadece emekliye, asgari ücretliye ve ücretli kesime içiriliyor. Belki Merkez Bankası tarafında yapılması gerekenler, sınırların elverdiği çerçevede yapılıyor ama maliye politikası tarafı tam bir fiyasko. Enflasyon mücadelesinde, enflasyonu aşağıya çekmede en önemli unsur, ekonominin tüm aktörlerinin beklentilerini, gelecek enflasyon beklentilerini çıpalamaktır.
Ekonominin tüm aktörleri, uygulanan politika önlemleri ile enflasyonun düşeceği beklentisine girerse, enflasyonda gerçek düşüş gerçekleşir. Bu beklentileri yönetemezseniz enflasyonu aşağıya çekmeyi başaramazsınız.
Sözde ‘enflasyonla’ mücadele ediliyor!
Merkez Bankası faizleri arttırarak iç talebi kısmaya, kredi arzının daraltmaya çalışırken, öte yanda enflasyonu doğrudan etkileyecek temel enerji girdilerine (elektrik, doğal gaz), köprü geçiş ücretlerine yüzde 40 civarında zamlar yaparsanız enflasyon beklentilerini nasıl çıpalayabilirsiniz?
Gerçekten şaka gibi bir sözde mücadele. Kamuda tasarruf önlemleri diye üstünkörü bir paket açıklıyorsunuz ve hemen ardından ülkenin cumhurbaşkanı Washington’daki NATO zirvesine beş uçakla geliyor ve bunu da herkes biliyor. Tüm bu gariplikler sonrası nasıl olacak ve ülkedeki herkesi enflasyonun gelecekte düşeceğine ikna edeceksiniz?
Ülkede yaşayan herkes, ülkeyi yönetenlerin enflasyonu düşürme konusundaki samimiyetine ve kararlılığına inanırsa ancak o zaman enflasyon düşer. Gerçek olmayan enflasyon verilerine göre yapılan bu sözde mücadele bir tarafa, baz etkisi ile enflasyonun düşme ilizyonu bir tarafa, siz gerçekte ülkeyi ve ekonomiyi yönetenlerde böyle bir samimiyet ve kararlılık görüyor musunuz?