BABACANLAR | BEKİR SALİM | @BekirSalim
“Ben o nağmeden müteheyyicim ki, yoktur ihtimâli terennümün…”
Geri dönüp baktım da, ne cesaret yahu! “Aşk”ı yazıyorum… Keşke, Mehmet Âkif gibi;
“Bana sor sevgili kaari, sana ben söyliyeyim,
Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım
Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri;
Ne tasannu’ bilirim, çünkü ne san’atkârım.” diyebilseydim…
Samimiyetimden de çok emin değilim… Benim yaptığım bir çeşit nakil…
Yazılarına ve kişiliğine hayran olduğum bir dostuma, “Yazılarımı eleştirip beni teşvik etmenizi bekliyorum.” dedim de, “üsluplarımız farklı” deyip kestirip attı… Adımız bir kere “taşlamacı”ya çıkınca insanlar aşktan nasipsiz görüyorlar… Her neyse… Allah ehl-i aşk eylesin…
Efendimiz’in (sav) âşıklarından bahsetmeye devam edelim…
Bir Âşık Ömer var (Sakın, kendine Âşık Ömer mahlası veren Cumhuriyet döneminin mütebasbıs şiir heveskârı Behçet Kemâl Çağlar ile karıştırmayın), 1600’lü yıllarda Konya’da yaşamış… Divan (Divan, Âşık Edebiyatında 8+7=15’li hece vezniyle söylenen hele hele irticalen söylenmesi çok zor bir şiir şeklidir. Aruzun bazı kalıplarına da uyar. O yüzden divan denmiştir.) tarzında irticalen söylediği bir Naat’ı var ki, derecesiz muhabbetinden, aşkının yakıcılığından, İslâm’ın en belirgin özelliği olan “Hoşgörü” sınırlarını biraz zorlamış olsa da, âşıktır, mazur görüyoruz:
Atladım gönül dağını müptelâ baçtan geçer,
Bu bir sevdânın oku ki, değerse sacdan geçer,
Padişâh ki, görse senin yâr, o selvi boyunu,
Terk eder tahtı, sarayı, taktığı taçtan geçer.
Hançer-i ebrûnla ey yâr yıkma gönlüm dağını,
Gel seninle dost kalalım, bozma gönül bağını,
Yüz yaşında ruhban görse yâr yüzünün ağını,
İncil’i elden bırakır, taptığı haçtan geçer.
Âşık Ömer der, anayım daim dillerde seni,
Yedi iklim dört köşede, övem illerde seni,
Hacılar Hac’dan dönerken görse çöllerde seni,
İhramını soyar atar, yaptığı Hac’dan geçer…
Daha bu ne ki! Gelin âşık görün…
Ey Molla Câmî, ben senin ne dediğini hâlâ anlayamıyorum. Vakıa, Hocaefendi de kendi için devamlı “Müminlerin Kıtmîr’i” diyor ama…Bunu söyleyebilmek farklı bir buutta olmayı gerektiriyor herhalde:
“Yâ Resûlallah! Çi bâşed çün seg-i Ashab-ı Kehf?
Dahil-i cennet şevem der zümre-i ashab-ı tû,
O reved der cennet, men der cehennem key revast?
O seg-i Ashab-ı Kehf, men seg-i ashab-ı tû…”
(Ya Resûlallah! Ne olur Ashab-ı Kehf’in köpeği gibi ben de senin ashabının arasında Cennette gireyim. O Cennete gitsin ben Cehenneme, reva mıdır? O Ashab-ı Kehf’in köpeği ben senin ashabın köpeğiyim.)
Bir Diyarbakırlı Leylâ Hanım var ki, okudukça yer yarılsa da içine girsem diyorum her defasında… Bu nasıl bir sevdadır ki, sanki hepsini o almış bize bir şey kalmamış:
Bu cismim ateş-i aşkınla yansun Yâ Resûlallah,
Dü çeşmim hâb-ı gafletten uyansun Yâ Resûlallah,
Gidüp boynumda zincirimle ben ol Ravza-i Pâke,
Görenler hep beni divane sansun Yâ Resûlallah!
O rütbe ağlayam çöllerde feryad eyleyem ben kim,
Sirişk-i dîdem al kana boyansun Yâ Resûlallah!
Şu kâfir nefs elinden bu dil-i bî-çareyi kurtar,
Yeter cürm ü fısk u kabahatdan usansun Yâ Resûlallah!
Kulun Leylâ’yı mahşer ehline Sen eyleme rüsvây,
Günahından bu dünyada utansın Yâ Resûlallah!
Hakikaten “şefkat kahramanı” kadınlar âşıklıkta da erkeklere fark atıyorlar. Ama, telâşlanmayın hemen; haftaya öyle bir âşıktan bahsedeceğim ki farkı kapatacağız inşaAllah…