BİR ANNELER GÜNÜ YAZISI | ‘Şu adam keşke benim kocam olsa!’

M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME

Annem ülkemiz şartlarında uzun denebilecek bir ömür sürdü. Yaşamak denilen şeyin lezzetine vardığı anlar oldu ama bunu bir gün boyu bile tam yaşadığını pek sanmıyorum.

Annemle ilgili çocukluğumdan kalan ilk anılar, babamdan işittiği azarlar idi. Akşamın olması çoğu zaman babamın anneme bağırıp çağırması, kimi zaman da paylaması anlamına gelirdi. İlk fırsatta yatağa girip sessizce ağlardım. Annemin babamdan bu sözleri işitecek bir şey yapmadığını düşünür ve içimden ona kızardım.

Babamın iş yeri yaşadığımız yerin birkaç kilometre dışındaydı. Giderken de sefertası denilen üç gözlüye annem yemeğini koyup uğurlardı. Bir gün annemin yaptığı yemeği beğenmediğini ve sefertasını duvara fırlattığını hatırlıyorum. Salçalı ve yağlı kuru fasulye dolu kabın içindekiler çarpmanın etkisiyle bembeyaz karyola örtüsünün üzerine yayılmıştı.

Babamın aylık geliri, yaşadığımız yerde en yüksek gelire sahip üç beş kişiden biriydi. Bunu da o zaman çevremizdeki “amca” dediğimiz büyüklerden duyardım. Buna rağmen anneme hiç cep harçlığı vermezdi. Hayatının sonuna kadar da böyle devam etti.

Evin rutin ihtiyaçlarını, özellikle de beslenme ile ilgili olanları cömertçe eve taşırdı. Arkadaşlarım çoğu zaman imrenerek, kim bilir belki de kıskanarak, “Baban yine şundan şundan almış gidiyordu!” derlerdi. Ama aynı kişi, eve kullanmak için bir eşya alınması gerektiği söylendiğinde evde kızılca kıyamet kopardı. Zavallı annem onu aldırabilmek için işitmediği azar, duymadığı kötü söz kalmazdı.

Alınacak şeyin tartışması günler, bazan aylar sürerdi. Hatta alım kavgası birkaç yıl sürenleri hatırlıyorum. Sanki alınacak her ne ise annem kendisi için istiyormuş gibi tepki verirdi. İşin garip tarafı eve gelen eşya her ne ise en çok da babamın işine yarardı. Bir gün olup da, “Ya hanım iyi ki ısrar ettin de bunu aldık. Kusura bakma sana da az laf söylemedim.” tarzında bir gönül alma yoluna gitmedi.

Annem onu hep grand tuvalet giydirirdi. Takım elbise ve kravat takma alışkanlığı o dönemde çevrede pek yaygın olmasa da babam şık olmayı severdi. Ütüsüz gömlek ve pantolon giydiğini hiç hatırlamam.

ABLAM DERT ORTAĞIMDI

Ben ilkokuldan sonra evden ayrıldım. Hep ailemden ayrı yerlerde okumak zorunda kaldım. Yazları kısa süreliğine ailemle birlikte olabildim. Ayrıldığım senenin yazına eve geldiğimde ablam da evlenip yuvadan ayrıldı.

Küçük yaşlarda ablamla dertleştiğimiz çok olurdu. O benden 4 yaş büyük olduğu için anlamadığım bazı şeyleri onun anlamlandırması ile algılamaya çalışırdım. Anne babamla ilgili bazı sorularıma “Amaaan Edem! Boş ver bunları!” derdi. Yıllar sonra fark ettim ki o da içinden çıkamadığı durumlar olduğunda, “Bunları boş ver kardeşim!” deyip beni geçiştirirmiş.

Aradan yıllar geçti, hepimiz evlenip yuvadan uçup gittik. Kardeşler ve anne baba bir araya gelmemiz üç-beş senede ancak mümkün olurdu. En son 2010 yazında tam kadro buluştuk. Sonrasında benim küçüğüm olan kardeşim bir trafik kazasında aramızdan ayrıldı. Kalan kardeşler bir daha anne babayla hiç toplu halde birlikte olmadık.

Son birkaç yıl hariç her sene bahar aylarında İstanbul’a gelmeleri için anne babamı ikna ederdik. Zaman yaklaştığında telefonda anneme söylediğimizde, “Benim iğnem başımda. Siz babanızı ikna edin!” derdi. Her yıl gelmeleri için babama defalarca yalvarırdık. “Tamam bu sene gelelim ama bir daha gelmemiz çok zor.” derdi. Ama biz onları 30 yılı aşkın süreyle her sene iki üç haftalığına yanımıza alırdık.

Annem gezmeyi severdi, babam ise önceden kendinin belirlediği yerlerin dışında dışarı çıkmaya kolay kolay yanaşmazdı. Annemle babamın sürtüşmesine neden olma ihtimalini göz önünde tutarak, “Bugün şuraya gidelim!” diye teklif etmeye bile çekinirdik. Bir tatsızlığa neden olmasın diye gezi programının dolaylı altyapısını günler öncesinden hazırlamaya çalışırdık.

SARIŞIN IRKÇISI

“Sarışın ırkçılığı” diye bir kavram var mı bilmiyorum. Annem tam “sarışın ırkçısı” biriydi. Kendi gibi sarışın ve mavi gözlü olmayanları ikinci sınıf sayardı. Bunu kelimelere dökmezdi ama beden dili ve seçtiği kelimelerle bunu anlaşılır bir şekilde ifade ederdi.

Ablam ve ben babam gibi siyah gözlü ve anneme göre biraz koyu tenli idik. Öteki kardeşlerim ise annem gibi renkli gözlü ve açık tenliydi. Bundan dolayı öteki kardeşlerimin aile içindeki yeri annemin nazarında farklı idi. Annemin yanında ayırımcılığın kılıfı, “Onlar küçük!” sözleriydi.

Önceki seneydi. Ablam yanlarındaydı. Bir sabah, ablamın telefonda, “Annemin durumu iyi değil!” sözlerini duyar duymaz ayağa fırlamamız, hazırlanıp evden çıkmamız ve arabaya binmemiz birkaç dakika içinde oldu.

Bin küsür kilometre yolu gittiğimizde annem kendine gelmişti. Neredeyse eski sağlığına kavuşmuş gibiydi. Oturup sohbetler edildi, geçmiş günlerden anılar yad edildi. Yaşlı haliyle bile babama hizmette hiç kusur etmedi. Kendi hizmete muhtaç iken babamın her ihtiyacını karşılamaya çalışırdı.

Buna rağmen babamdan azar işitmediği gün geçmiyordu desem yanlış değildi. Bütün kardeşler, kırmamaya çalışarak babamla fırsat buldukça böyle davranmaması için söylerdik.

O günlerde babamla annem balkonda, ben de o sırada salondaydım. Ne olduysa babam birden yine ağır sözlerle anneme saydırmaya başladı. Akla gelmedik hakaretler sıraladı. “Bu son cümlesidir herhalde!” diye bir süre bekledim.

Baktım ardı arkası kesilmiyor, duracak gibi değil. Ben de balkona çıktım. İlk kez babama çıkıştım. Annemin durumunu anlattım, dördüncü evrede olduğunu ve takatinin bulunmadığını hatırlatıp böyle yapmamasını söyledim. Birden o kızılca kıyameti koparan adam gitti, sanki bir çocuk gibi biri geldi. “Ben ne dedim ki?” diye benim çıkışmama şaşkınlık ifade etmeye başladı.

Sonra kalktı gitti. Daha sonra balkona döndüğünde elini öpüp gönlünü almaya çalıştım, sesimi yükselttiğim için özür diledim. Ama içimdeki yara hâlâ yüreğimi sızlatıyor.

‘ŞU ADAM KEŞKE …’

Aradan bir iki gün geçmişti. Bir ikindi vakti apartmandan inilmiş annem-babam evin yan tarafındaki gölgede komşularla sohbet ediyorlardı. Onlara ben de eşlik ettim. Erkekler bir tarafta kadınlar bir tarafta kümelenmişti. Ben iki grubun arasında oturmuş iki tarafı da dinliyordum. Kimi zaman kadınların, kimi zaman erkeklerin sohbetine katılıyordum.

Babam etrafındakilere siyasetten, hayatın farklı alanlarına uzanan yelpazede konuşuyor, etrafındakiler onu hayranlıkla dinliyordu. Kimi zaman sordukları sorulara bilgece cevaplar veriyordu. Annem, etrafındakilerin babama hayran hayran bakmalarına ve onu can kulağıyla dinlemelerini görünce kulağıma eğildi ve “Keşke şu adam benim kocam olsa!” dedi. Sonra da ekledi: “Baksana dışarıda melek gibi biri. Konuşmasını bilen, kendine güvenen, ne dediğinin farkında olan bir beyefendi. Evde ise bambaşka biri oluyor. Babanızı dışarıda görünce hep keşke bu adam benim kocam olsa diyorum.”

Her ikisini de geçen sene altı ay arayla bu dünyadan uğurladık.  Bu benim annemin hikayesiydi. Anadolu’da sessiz dünyasında yaşayan her annenin ayrı bir hikayesi var.

Bütün annelerin ve çevresine anne şefkati gösterenlerin Anneler Gününü kutluyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Ahmet bey, anne babanıza Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsınlar. Ama bir kere babanıza yanlış yaptığını söylediniz diye neden kendinizi kötü hissediyorsunuz ki. Geç bile kalmışsınız, keşke tüm çocuklar birer yetişkin olduğunuzda babanızı usulünce uyarabilseydiniz. Babanızı kırcağım diye yıllarca annenizin kırılmasına göz yummuşsunuz. Benim de annem annem aynı durumda olduğu için biraz fazla empati yapmış olabilirim, hatta ben kendim de aynı durumdaydım. Sonra bitirdim zaten.
    İyi günler

  2. M. Ahmet bey, Allah öbür aleme göçenlerinize rahmet etsin, anne babanızın ve küçük kardeşinizin mekanı cennet olsun.
    Çok içten, samimi, gerçek bir yazı olmuş. Okurken bazı yerlerinde kendi ailemizden sahneler gözümün önüne geldi.

  3. Ahmet bey açıkçası yazılarınızı beğenmiyorum.. Ama yine de okuyorum ne demiş yine diye.. Ede sözünden Kahramanmaraşlı olduğunuz anlaşılıyor hemşehriyiz sizinle.. Allaha emanet olun

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin