HABER-YORUM | KEMAL AY
Öğlene doğru uyandı. Yataktan kalkmadan elini telefonuna attı. WhatsApp ve Snapchat mesajlarını kontrol edip oradan Instagram’a geçti. ‘Ben uyurken dünyada neler olmuş acaba?’ diye düşünüyordu. Mutlu yüzler, dostça mesajlar ve beğenilerle uyanmak enerjisini arttırmıştı.
Sonra uzun zamandır yazmadığı ama olup biteni takip etmek için kullandığı Twitter hesabına girdi. Kendince her kesimden insanı takip etmeye çalışıyordu. Böylece dengeli bir bakış açısı edinecekti. Meriç Nehri’nde alabora olan botla ilgili tartışmaya ortasından girmişti. Önce fotoğrafları görüp üzüldü. Küçücük çocuklar, masum görünen bir kadın. Kayıplar da vardı.
Ama kimdi bunlar? Neden Türkiye’den kaçmaya çalışıyorlardı ki? Çokça RT ya da ‘mention’ almış tweet’lere daldı. ‘Bunlar nasılsa FETÖ’cü’ diyenlerle, ‘Önce insan…’ diyenler arasında gidip geldi.
Hayatı boyunca hep uzak kalmıştı Cemaatçilerden. Lisede bir kez dershanelerine gitmeye niyet etmiş fakat arkadaşları başka dershaneye kaydolduğu için onlarla birlikte hareket etmeye karar vermişti. Okulda konuşulanları biliyordu. Onların yurdunda kalırsa zorla sabah namazına kaldıracaklarını, insanları ailelerinden kopardıklarını, hem şimdi iktidarla birlikte hareket ettikleri için her yerde olduklarını duymuştu. Tafsilatını bilmese de, az çok fikir sahibi olduğu Ergenekon ve Balyoz davalarını, TV’lerde yapılan tartışmaları hatırladı.
Üniversite okumak için bu şehre geldiğinde de etrafında çok fazla ‘Cemaatçi’ olmamıştı. Sınıfta ‘onlardan’ olduğunu kestirdiği arkadaşları vardı ama kimse ona gelip de ‘propaganda’ yapmamıştı. Siyasetle fazla ilgili değildi. Arkadaş ortamı içerisinde muhabbetten kopmamak için kullandığı birkaç kalıp vardı. Çoğu zaman ortamın öne çıkanlarını onaylayarak başka konuların açılmasını bekliyordu.
Kendini apolitik de görmüyordu. Askere gitmek istemiyordu ama askerlerin büyük bir fedakarlık içinde olduğunun farkındaydı. Devlet önemliydi. Türkiye’nin güçlü olmasını kim istemezdi ki? Eskiden daha sık kullandığı Twitter’ın siyasî yorumlarla dolmasından bıkmıştı. İnsanlar eskisi gibi gülüp eğlenmiyordu. Etrafında da kutuplaşma vardı. Bozulan arkadaşlıklara, hatta ayrılan sevgililere şahit olmuştu. Zaman zaman memleketine gittiğinde, ailesinin de bütün bu tartışmalardan uzak kaldığını fark etti. Normal olan buydu.
Üniversitede geçirdiği birkaç yılda çok şey gördü. Terör saldırıları, seçimler, yeniden seçimler, hapse giren insanlar, eylemler… 15 Temmuz 2016’da memleketindeydi. Darbe haberini TV’de ailecek seyretmişler, fakat dışarı çıkmaya da çekinmişlerdi.
Dersler yeniden başladığında bazı arkadaşlarının okulu bıraktığını duydu. Belli ki ‘onlardandı’. Uzaktan bir akrabalarının tutuklandığını, ailecek perişan olduklarını ise annesi anlatmıştı telefonda. Sesinde bir üzüntü vardı. Ama hemen toparlanıp, ‘Keşke bulaşmasaydı onlara…’ deyivermişti.
Bazı arkadaşları, ‘Kimsenin adamı olmamak lazım!’ diyor, bazıları, ‘Dincilik belası’ diye söze başlıyordu. ‘Her yere sızmışlar, hak ettiler!’ diyenler vardı. Okulu bırakan arkadaşları hakkında fazla da bir şey bilmediklerini fark etti. Ama işte ‘onlardan’dı ve şimdi başlarına bela gelmişti. Hem zaten 3-4 sene önce ülkenin sahibi gibi davranıyorlardı. Arkadaşları değil ama ‘onlar’.
Sene içinde bazı hocaları da kayboldu. Derslerin işlenmediği dönemler olmaya başladı. Boş vakit bol olunca muhabbetler de uzuyordu. O sıralarda tanışmıştı sevgilisiyle. Kendisi gibi Anadolu’nun küçük bir şehrinden gelmişti. Daha başarılı, daha hırslıydı. Okul bitince bir an önce çalışma hayatına girmek istiyordu. Şimdiden bir sürü şirkete staj başvurusu göndermişti. Sosyal medyadan ziyade LinkedIn profilini önemsiyordu.
Bir yılda ondan çok şey öğrendi. İngilizce’sini geliştirmeye başladı. Okuldaki derslerin ona fazla bir şey öğretmediğini, eğer sonrasında iş bulmak istiyorsa tıpkı onun gibi bağlantılar kurması gerektiğini çabuk kavradı.
Sevgilisi de tıpkı kendisi gibi siyasetten pek hoşlanmıyordu. Mantıklı bir sebebi de vardı: Biz nasıl değiştireceğiz ki? Babası şöyle derdi hep: ‘Bu düzen böyle gelmiş, böyle gider!’ Neticede Türkiye’ydi burası. Norveç değildi. Bunun için hayatını karartmak aptallıktı. Evet, kötü şeyler de oluyordu ama ne zaman olmamıştı ki? En iyisi yurt dışında iş bulmaktı ama nasıl? Kendine pek güvenmiyordu.
Twitter’daki tartışmaların daha fazla vaktini almasını istemediğinden telefonu kenara koydu. Akşam sevgilisiyle yemek yiyeceklerdi. Aylardır bunun için para biriktiriyordu. Şık kıyafetler, Instagram’da gördüğü nezih bir restoran. Hazırlık yapmak için yataktan doğruldu.
Akşam mekâna vardığında çok mutluydu. Sevgilisi çok güzeldi. Sarıldı. Hayalini kurdukları plaza şirketinde ikisi de çalışırsa, bunu sık sık yapabilirlerdi. Menüde her şey ateş pahasıydı!
Havadan sudan konuştular. Haberi ikisi de görmüştü. Üzülmüşlerdi ama elden ne gelirdi ki? ‘Onların yerinde olduğumu düşündüm bir an,’ dedi sevgilisi, ‘ne yapardım?’
Hemen elini tuttu. ‘Korkma,’ dedi kendinden emin bir şekilde, ‘bizle ilgisi yok ki bu olanların. Hem ben seni çok seviyorum. Kılına zarar gelmesine izin vermem!’
Gülümsedi kız. Oğlanın gözleri parladı. Birlikte geçirdikleri ilk 14 Şubat’tı. Bugünü hep hatırlayacaklardı…