Ana Sayfa HABER Binali Yıldırım, ‘suikastçilerini’ neden affetti? 

Binali Yıldırım, ‘suikastçilerini’ neden affetti? 

ADEM YAVUZ ARSLAN | YORUM

Yıllardır söylüyorum; bu süreçte Türkiye’de olabilsem 15 Temmuz mahkemelerini yerinde izler, duruşmaları takip eder ve dosyaları didik didik ederdim. Çünkü 15 Temmuz Türkiye tarihinin en büyük, en kompleks ve bana göre en başarılı kumpaslarından. Aradan geçen bunca zamana rağmen hâlâ bildiklerimiz bilmediklerimize oranla çok az.

Rejim medyası ve mahkemeleri ilk günden bu yana haber verme ya da yargılama yapmadığı için aradığımız sorular -en azından bir kısmı- ancak sanıkların mahkemelerde yaptığı savunmalarda cevap bulabiliyor. İddianameler Saray-MİT hattında yazılıp savcıların adları sonradan eklendiği için gerçeği bulabilmek için duruşma salonları kritik önemde.

Malesef Türkiye’de ne medya ne de 15 Temmuz üzerine kalem oynatanlar mahkemelere gitmiyor. Gidenler de ‘işlerine gelmeyen’ gerçekleri duymuyor, yazmıyor ve anlatmıyor.

Hiç istisna yok değil. Müyesser Yıldız neredeyse tek başına bu duruşmaları izliyor. Bugün kamuoyunun konuştuğu bir çok detay-bilgi-belge de onun takiplerinden çıktı. Dünkü yazısı da öyle.

Yurtta Sulh Konseyi üyesi olduğu iddiasıyla yargılanan sanıklar Ankara 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hakim karşısına çıktı. Detaylara geçmeden önce bütün 15 Temmuz yargılamalarında gördüğüm tabloyu not düşeyim. Çünkü burada da aynısı yaşanıyor. Mahkeme başkanları yargılama filan yapmıyor. Malesef duruşma salonlarında tiyatro oynanıyor.

Düşünün; aralarında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başyaverinin de olduğu ‘deve dişi gibi adamlar’ sanık sandalyesinde, yani o gün ne olup bittiğini bilecek birileri varsa onlar ama mahkeme başkanı bırakın sis perdesini dağıtacak sorular sormayı, anlatmak-konuşmak isteyenleri susturmakla meşgul.

Kilidi açacak talepleri de işleme koymuyorlar. Ne yazık ki tüm mahkemeler böyle.

Gelelim detaylara.

Müyesser Yıldız’ın aktardıklarına göre sanıklar çok ilginç ifadeler kullanmış. Dediğim gibi; normal bir mahkeme ve medya bu ifadelerin peşine düşer, sorar, sorgular, didik didik ederdi.

Nitekim sanıklar mahkeme başkanına tepki gösteren ifadeler kullanıyorlar…

Mesela; Hulusi Akar’ın başdanışmanı Orhan Yıkılkan, herkesin aklındaki soruyu soruyor, tepkisini dile getiriyor: “Evet, mahkemeyi yönetmek sizin hakkınız ama benim de doğruları öğrenme hakkım var. 8 yıldır buradayız. İşin arkasındaki insanlar ortaya çıkarılacaksa sabırla dinlemek lâzım. Bilen insanlar da bunlar olduğuna göre, konuşmaları gerekir. Bunları öğrenmek basının da kamuoyunun da hakkı.”

Bir başka sanık Murat Aygün, “Daha net olarak yaralı sayısını bilmiyoruz. Bu yaralılar ve avukatları neden burada yok?” diye soruyor.

Sanık Muhsin Kutsi Barış ise bamteline basıyor: “15 Temmuz’un senarist ve planlayıcılarına ulaşmak yerine neden susturuyorsunuz? Neden Hulusi Akar, Yaşar Güler, Zekai Aksakallı gelmez? Arkadaşları neden dinlemek istemediğinizi anlayamıyorum!”

Diğer sanıklardan da son derece makul talepler var ama mahkeme başkanı hepsini görmezden geliyor.

8 yıldır gelmeyen ‘yazı analiz’ sonucu!

Gelelim kritik sanıkların kritik ifadelerine. Kurmay Albay Bilal Akyüz, 15 Temmuz’un en büyük muammalarından birine dair çok önemli bir soru soruyor. Uzun olacak ama önemine binaen aynen aktarıyorum;

Ilgaz Tüneli’nde bunu yapanların sözde darbeciler olmadığı anlaşılınca Binali Yıldırım şikayetçi bile olmadı. Evet, yanlış duymadınız, şikayetçi bile olmadı. Ben önce suçlandım. Sonra bu gerekçeden çıkarıldı ve iddia düşürüldü. Böylesi önemli bir iddia araştırılmadı, soruşturulmadı ve kamu davası açılmadı. Binali Yıldırım hangi pazarlık sonucu bu iddiasından vazgeçti ve kenara çekildi? Kesinlikle bana ait böyle bir not yoktu. Israrla yazı örneğimin alınmasını istedim. İki kez örnek verdim ama sonuç gelmedi. Nitekim eski Mahkeme Başkanı Oğuz Dik, kurşun kalemle yazılmış bu yazı için, ‘Sen o kadar çirkin yazmazsın ya… Biz onu çok gönderdik ama sonuç gelmedi.’ dedi. Demek ki, yazı benim değilmiş. Binali Yıldırım’ın şikâyetçi olmamasının tek bir izahı var; bunun bir tiyatro olduğu, Cumhurbaşkanı’nın üzerine gitmesini istemediği belirtilerek Binali Yıldırım susturulmuştur” 

Düşünün, dönemin başbakanına suiakastle suçlanan sanık albayın el yazısını 8 yılda test ettir(e)memişler! Ya da test ettirmişler ama çıkan sonucu mahkemeye göndermeye korkuyorlar; zira kumpas çöküyor!

Sahi, Binali Yıldırım’ın şikayetçi bile olmamasına kim nasıl bir açıklama getirebilir? Gerçekten de bir mahkeme ya da medya bu sorunun peşine düşmez mi?

Muhalefet partilerini bilerek saymıyorum çünkü onların dünyası koltuk ve rant paylaşımından ibaret.

Binali Yıldırım kameraların önünde, “En sevmediğim proje 15 Temmuz!” demişti. Ayrıca dönemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a kendisine neden haber vermediğini sorduğunda “Bana değil Erdoğan’a sorun!” cevabı aldığında neler olduğunu hatırlayalım. Yıldırım Erdoğan’a gidip duyduğu rahatsızlığı aktarınca “Bir daha 15 Temmuz’a dair soru sorduğunu duymayacağım. Bu işleri karıştırma Binali, işine bak” cevabını almıştı.

Bir ülke düşünün, medyası-muhalefeti bu olayın peşine bile düşmüyor.

8 yıldır bir Allah’ın kulu soru sormadı!

İfadelere devam edelim… Darbenin 1 numarası olduğu öne sürülen eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk ifadesinde bi rara şunları söyledi;

“Eski Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı, ifadesinde, “Akıncı’da Yaşar Güler ve Abidin Ünal’la birlikte Akın Öztürk’ü kurtardık.” diyor. Bu en kritik nokta. O gece Akıncı’ya gidişimin nedeni, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın arayıp, “Abi gider misin?” demesidir. Gitmeden önce Akıncı’ya telefon ettik. Hulusi Akar oradaymış. “Seni bekliyor!” dendi, gittim. Sabaha kadar Hulusi Akar’la beraberdim. Ama TBMM 15 Temmuz Darbesini Araştırma Komisyonu’na gönderdiği ifadede benden hiç bahsetmedi. İtirafçı bir amiralin ifadesiyle beni bu iddianameye yapıştırdılar. O amiral daha sonra, “Ben Akın Öztürk demedim, Adil Öksüz dedim. Akın Öztürk’ü tanımam, bilmem.” dediği halde konsey başkanı olarak iddianamede kaldım. 8 yıl boyunca bir Allah’ın kulu bana bir şey sormadı.”

Gerçekten de bir mahkeme başkanı, Akın Öztürk’ün durumunu sorgulamaz mıydı? Kızınızın evinde pijamanızla oturup torun severken Hava Kuvvetleri Komutanı’nın telefonuyla görevlendiriliyorsunuz, gece boyunca Genelkurmay Başkanı ile oturuyorsunuz, kol kola görüntüleriniz var, Genelkurmay’ın resmi açıklamasında görevlendirildiğiniz kayda geçiliyor ama sonra bir el o açıklamayı ortadan kaldırıp sizi darbenin ‘bir numarası’ yapıyor.

Üstelik o orgeneral öyle ağır işkenceler görüyor ki yaşadıklarını mahkemede anlatmaktan çekiniyor. Böyle bir durumu mahkemenin, medyanın veya muhalefetin didiklemesi gerekmez miydi?

Hulusi Akar’ın, Reis’le ilgili neler söylediğini biliyorum!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o dönem başyaveri olan Ali Yazıcı’nın ifadeleri de öyle. Ülkenin cumhurbaşkanının her daim yanında olan, ‘bir şeyler biliyorsa kesin o biliyordur’ denilen adam mahkemede konuşmak istiyor ama mahkeme başkanı susturuyor. Hatta bir ara “Kitap yazın, piyasaya çıkarın!” diyor. Yazıcı konuşabildiği bölümde sis perdesinin ucunu açıyor ama devamını getirmesine izin verilmiyor.

Mesela diyor ki; “Reis’e suikast girişimi yapılsa Saray’da canlı kalmazdı. Reis’in kılına zarar gelmesin diye canımı dişime taktım. Reis’i öldürmeyi kafama koysam, iki suikast silahım vardı. 4 saat yanında yaşadım. Yaşadıklarım, gördüklerim namusumdur. Hiçbir yerde anlatmadım, ama beni taciz ediyorlar. İbrahim Kalın’ı da kurumunu da severim. Ama burada birileri kurumdan olduğunu söyleyip üzerime geliyor. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler birinci amirim, Hulusi Akar ikinci amirimdi. Hulusi Akar, ‘Sen askersin, gelip bana tekmil vereceksin.’ dedi. Bir iki haftada bir gidip tekmil verdim. Neler söylediğini anlatmadım. Ama şimdi, Akar’ın 1 Ocak’ta Galata’da yapılan Filistin buluşmasındaki açıklamalarını görünce utandım. Reis için neler söylediğini biliyorum. Anneler en büyük kutsaldır. Reis’le inanılmaz şeyler gördüm, paylaştım. Öldürseler de anlatmam, ama bana çok eziyet ediyorlar.”

Kokain partilerini, Lut kavmine gidildiğini söylemedim ki!

Normal şartlarda bir mahkeme başkanı sanığa takip soruları sorar; kendisini kimin taciz-tehdit ettiğini sorgular, gerekirse talimat yazdırır. Ancak bunları yapmadığı gibi sanığa, “Şov yapma!” diye fırça atıyor. Bunun üzerine Ali Yazıcı bizim tabirle manşetlik sözü sarf ediyor: “Ne şovu Başkan? Kokain partilerini, helikopterlerle Vatikan’a, Lut kavmine gidildiğini söylemedim ki. Ama beni daha fazla zorlamasınlar. Gelmeyin ya üstüme artık! Hasan Doğan’ı, Fahri Kasırga’nın örtülü ödeneğini, giderayak insan haklarını hatırlayan Zühtü Aslan’ı anlatmadım!”

Tekrar hatırlatayım; bu sözlerin sahibi devletin en mahrem bilgilerine ulaşabilecek, en gizli konuşmalarına şahitlik edebilecek bir konumdaydı. Şurada ifade ettiği bir kaç cümle bir şok edici. Kokain partileri, hortumlamalar, uygunsuz ilişkiler… Ama mahkeme hiçbirini dinlemiyor bile. Medya ise görmezden geliyor.

Bu noktada bir gözlemimi de not düşeyim. Bugün ‘fetöcülük’le suçlanan hakimler, savcılar, polisler ya da askerler bana göre iki noktada rüştlerini ispatladı. Birincisi şu; sadece kendileri değil eşleri, çocukları hatta ikinci-üçüncü derece akrabaları didik didik edildi ama ne parasal ne de gayri ahlaki bir işlerine rastlanmadı.

Oysa ki bu kadrolar çok kritik yerlerdeydi. Bugünün güvenli ve yargı bürokratları gibi mafyayla iş tutup hesaplarını şişirebilirlerdi. Ama yapmamışlar. En ufak şaibeli bir iş olsa Erdoğan medyası pehlivan tefrikası gibi yayardı.

İkincisi ise hepsinde ciddi bir devlet adamı adabı var. Düşünün, kumpas mağdurusunuz, işkence görmüşsünüz, eşiniz ve çocuklarınızla tehdit edilmişsiniz ama devletin size emanet ettiği bilgileri ifşa etmiyorsunuz.

Gerçi, “Eş ve çocukları ile tehdit ediliyorlar isteselerde konuşamazlar!” diyenler var ama ben bu görüşe katılmıyorum. Bir şekilde çıkar ve engel olunamaz. Ben bu bürokratların devlet adabı gereği sustuklarını düşünüyorum.

Tekrar ana konumuza dönersek; 15 Temmuz mahkemelerinde tarihi ifşaalar, ortaya çıkan bilgiler-belgeler var ama ne medya ne muhalefet ne de sivil toplum dönüp bakmıyor bile.

HENÜZ YORUM YOK