YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar,
güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar,
hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde ediyor…”
Hacc – 18
Kur’an-ı Kerim’in ikna metodolojisinde gökyüzünün; ay, yıldızlar ve gezegenlerin yeri büyüktür.
Mukaddes kitapta onlarca yerde ibret için bakışların göğe çevrilmesini salık verir:
“Biz yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.” Saffat – 6
“Hayır! Akıp giden, bir kaybolup bir etrafı aydınlatan yıldızlara andolsun…” Tekvir – 15
Şair;
“Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur
İçiçe mimarî, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur.!” diyor.
Sizi bilmem ama şu fakir, yapımı 20 yıl süren ve 9 milyar dolara mal olan Webb Kızılötesi Teleskobu’nu NASA, Avrupa Uzay Ajansı ve Kanada Uzay Ajansı ile ortaklaşa olarak 25 Aralık 2021’de fırtlatıldığından beri yakından takip ediyor.
Malum olduğu üzere fırlatıldıktan bir ay sonra da dünyadan 1,5 milyon kilometre uzaklıkta güneş etrafındaki yörüngesine ulaşmış ve kısa süre içerisinde evrendeki o muhteşem görselleri dünyaya göndermeye başlamıştı.
Webb Kızılötesi Teleskobu’nun beni hayrete düşüren ilk görüntüsü “Yaratılış Sütunları” olmuştu.
Konuyu yakından takip edenler bilir; Yaratılış Sütunları ilk defa 1995 yılında Webb’den önce görev yapan Hubble Uzay Teleskobu tarafından görüntülenmişti.
Şunlardan bahsediyorum:
Modern astronomi tarihinin en önemli keşiflerinden biri olan Yaratılış Sütunları, James Webb uzay teleskobu tarafından daha derin, net ve renkli bir şekilde görüntülenmiş ve ibret alanlar için mutlak bir hayrete sebep olmuştu.
NASA tarafından yayınlanan görüntülerde dünyadan 6 bin 500 ışık yılı uzaklıktaki Yılan (Serpens) takımyıldızındaki Kartal Nebulası’nın genç yıldızlarının oluşumunu sürdürdüğü bir bölgede toz ve gaz bulutundan oluşan 3 adet devasa sütun görülüyordu.
Yine NASA’ya göre sütunların hemen dışında görülen kırmızı objeler büyük gaz ve toz bulutu kümelerinin kendi yerçekimleri ile toplanarak kütle kazanan oluşum aşamasındaki genç yıldızlardı.
Sütunların dış çeperindeki kızıl dalgalı lav gibi görünen çizgiler ise oluşumu devam eden yıldızlardan püsküren maddeler olduğu ve sadece birkaç yüz bin yıllık olduğu tahmin ediliyor.
Webb’in yolladığı hayranlık uyandıran görseller bu kadar da değil elbet.
Ve fakat, önce size Webb Teleskobu’ndan bahsetmem gerekiyor.
James Webb Uzay Teleskobu insanlığın şimdiye kadar uzaya gönderdiği en gelişmiş uzay teleskobu olma özelliğini taşıyor.
James Webb ile çok daha uzaklara bakmak, yani kainatın daha erken dönemlerine şahit olmak mümkün.
25 Aralık 2021’de uzaya fırlatılan ve 6 aylık kurulum aşamasını başarıyla tamamladıktan sonra elde ettiği ilk bilimsel görüntüleri bu yıl 12 Temmuz’da paylaşılan James Webb Uzay Teleskobu, muhteşem detaylara sahip yeni görüntüler göndermeye başladı.
Kainatın en derin noktasını ve bulutsuları şimdiye kadar görülmemiş detaylarıyla görüntüleyen James Webb, 1000 ışık yılı uzaklıktaki WASP-96b ötegezegeninin atmosferinde suya dair bulgular keşfederek şimdiden neler yapabileceğini tüm dünyaya göstermiş oldu.
1,32 metre çapındaki 18 adet altıgen şekilli aynadan oluşan ana aynasının toplam çapı 6,5 metre. Teleskop, bu ayna çapıyla daha çok ışık toplayarak uzayın derinliklerine dair bizlere daha net ve keskin görüntüler gönderebilecek. Ayrıca aynalar ultra hafif berilyumdan imal edildiği için uzay soğuğuna karşı da oldukça dayanıklı.
10 milyar dolara mal olan James Webb Uzay Teleskobu’nun inşasında başta NASA ve ESA olmak üzere toplamda 16 ülkeden bilim insanı yer almıştı.
James Webb Uzay Teleskobu’nun bir başka önemli özelliği ise Güneş Kalkanı’na sahip olması. Bu kalkan sayesinde yapılan gözlemler Güneş’ten gelen ısı ve ışığın olumsuz etkilerinden korunarak, daha sağlıklı sonuçlar alınması sağlanacaktı.
James Webb aynı zamanda kızılötesi dalga boyunda gözlem yapma kapasitesine de sahip. Dünya atmosferi kızılötesi dalga boyundaki ışığı geçirmediği için dünya yüzeyinden bu dalga boyunda gözlem yapmak mümkün olmuyor. Bu nedenle James Webb’in bu dalga boyunda yapacağı gözlemler büyük önem arz ediyor. James Webb kızılötesi dalga boyunda yapacağı gözlemlerle, görünür ışıkta görünmeyen ve yıldızların adeta doğumevi niteliğinde olan bulutsuların içini de görüntüleyerek yepyeni keşiflere kapı aralaması bekleniyor.
James Webb’in fiziksel özellikleri dışında uzayda bulunduğu nokta da çok özel.
Dünya’dan 1,5 milyon km uzaklıkta Güneş ile Dünya’nın kütleçekim etkilerinin sıfırlandığı ikinci Lagrange (L2) noktasına yerleştirilen James Webb, Dünya’nın etkisinde kalmadan her an her yeri görüntüleyebilecek.
James Webb’e 5-10 yıl arasında bir görev süresi biçilse de sahip olduğu kapasite vesilesiyle bu kısa sürede çok sayıda keşfe imza atacağından kimsenin şüphesi yoktu.
İnsanları hayrete düşüren ve bir zaman makinesi gibi çalışan teleskopun, 12 Temmuz’da uzak galaksilere, sönmüş yıldızlara ve güneş sistemimizin dışındaki gezegenlerin atmosferlerine ait ilk görüntüleri iletmesi insanlığa dair önemli bir eşikti.
Teleskobun gönderdiği en hayranlık uyandırıcı fotoğraflardan biri Hayalet Galaksi (Phantom Galaxy) olarak adlandırılan M74’e aitti. Webb’in ışığın elverdiğinden daha uzun dalga boylarını toplama kabiliyeti bilim insanlarına bunun gibi galaksilerdeki yıldız doğuran bölgeleri bulmasını sağladı.
Jüpiter’i yakından gördük!
James Webb Teleskobu’nun bir diğer muhteşem görseli ise Jüpiter gezegeni ile ilgiliydi.
Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) bilim insanları güneş sistemimizin en büyük gezegeni olan Jüpiter’in “akla hayale sığmaz” şeklinde tanımladığı yeni fotoğraflarını da yayınlayınca gördük bu muhteşem manzarayı.
James Webb Teleskobu Jüpiter’e ait fotoğrafları temmuz ayında çekti ve gezegenin kuzey ve güney kutuplarındaki ışıkları (aurora) ve girdap halindeki kutup sisini görüntüledi. Fotoğrafta, Dünya’yı yutacak güçteki fırtınanın olduğu “Büyük Kırmızı Nokta” da diğer sayısız fırtınanın yanında dev bir parlaklıkla yansıyordu.
Geniş açılı bir başka fotoğrafta ise, dev gezegenin etrafındaki soluk halkaların yanı sıra galakside parlayan Amalthea ve Adrastea adlı iki küçük Ay görülüyordu.
Aslen siyah beyaz olan kızılötesi görüntüler, fotoğrafların daha anlaşılır ve etkileyici hale getirilmesi için Amerikalı ve Fransız araştırma ekibi tarafından mavi, beyaz, yeşil, sarı ve turuncu ile renklendirilmişti.
Yeni ve gelişmiş James Webb Teleskobu’nun çektiği fotoğraflar bilim insanlarını büyülemeye yetti. Gözlemleri yöneten Berkeley Üniversitesi’nden gezegenleri araştıran gök bilimci Imke de Pater, Jüpiter’i hiç böyle görmediklerini belirterek fotoğrafların bu derece etkileyici olmasını beklemediklerini ifade etti.
Araba Tekerleği Galaksisi
Webb Teleskobu’nun bir diğer hayranlık uyandıran keşfi ise Araba Tekerleği Galaksisi oldu.
Teleskobun geçtiğimiz Eylül ayında gönderdiği bir diğer fotoğraf grubu sayesinde Tekerlek Galaksisi’ni detaylarıyla incelemek mümkün oldu. Fotoğraflar iki galaksinin çarpışması sonucu ne olduğunu göstererek evreni daha iyi anlayabilmemiz için bir fırsat sunuyordu.
James Webb’in kızılötesi kameraları bize küçük bir başka galaksi ile çarpışmasının ardından ortaya çıkan kozmik tozlarla Araba Tekerleği Galaksisi’nde başlayan değişimleri gözler önüne seriyordu.
Yine şairin dediği gibi, insanoğluna “Allah derim başka hiçbir şey demem” demekten başka seçenek bırakmayan bu görüntülerde araba tekerleğine benzeyen iç ovali mavi tozla kaplı büyük pembe ışıltılı galaksinin solunda iki küçük spiral galaksi yer alıyordu.
Ortaya çıkan görüntü galaksilerin çarpışmasından sonra yıldızların doğuşunu gösterebiliyor, ki bu süreç henüz tam anlamıyla anlaşılabilmiş değil.
Carina Nebulası
Webb Teleskobu sayesinde gözlemlediğimiz başka muhteşem keşiflerde var. Örneğin, Güney Halka Nebulası, Carina Nebulası ve Stephan Beşlisi gibi devasa yıldız kümeleri.
Göreni hayrete düşüren olan Carina Nebulası görseli, yaklaşık 7 bin 600 ışık yılı ötedeki devasa toz ve gaz bulutuydu.
2 bin ışık yılı uzaklıkta sönmekte olan bir yıldızı çevreleyen Güney Halka Nebulası ise bir başka muhteşem görüntüydü.
Milyonlarca kilometre uzakta, galaksiler birbirine çarpıyor, yepyeni galaksiler oluşuyor, yepyeni formlar beliriyor ve insan küçücük dünyasında her hırsları, zaafları, fenalıklarıyla kainatın sahibi gibi davranıyor. Ne trajik bir durum değil mi?
Ne muhteşem görüntüler, seyr-i temaşâsı dahi insanı aciz bırakıyor ve insan adeta küçük dilini yutuyor ve gayri ihtiyari iç dünyasına dalma lüzumu hissediyor, hissediyor zira görülen ihtişamı gelişi güzel tarif etmekten imtina ediyor, zaten edemiyeceğinin farkında çünkü küçük dilini yutması boşuna değil.
Yukarda sizinde belirttiğiniz gibi insanın aklına bu muhteşem kâinat’da bir kabir kadar dar bir mekân ancak işgal edebilen beşeri bu Kâinatın sahibi olduğu zehabına iten şeyler acaba onun içindeki sonsuz hırsları ile bitmek tükenmek bilmeyen tû-lu emelleri ve daha nice derinlikleri bilinmeyen zaaflarımıdır?..
Aynı zamanda bu zâaf ve acziyetin şuuruna varmakla o ihtişamlı kâinatın muhteşem sanatkâr’ını dahi yine iç dünyasındaki tefekkür deryasına dalarak sezebiliyor olması da?..
Şâir’de sanki yukardaki ihtişamı o teleskoptan görmüş gibi;
Ne yalanlarda var ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış,
Boşuna gezmişim yok kâinatta,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
demiyor mu?…