Ana Sayfa HABER Bilim dogması

Bilim dogması

YORUM | ALPER ENDER FIRAT

Prof. Dr. Üstün Dökmen’in Armağan Çağlayan’ın YouTube kanalında yaptığı konuşma toplumdaki eski bir travmayı yeniden tetikledi. Dökmen’e göre başörtülü psikolog, başörtülü psikiyatrist, başörtülü PDR uzmanı meslek etiğine aykırı imiş. Yani daha net ifadeyle diyor ki başörtülü olanlar bu meslekleri yapamaz.

Üstün Dökmen, insanı kendi doğrularına göre standardize ediyor ve uymayanların terapist olmasının yanlışlığını savunuyor. Onun standart insan anlayışında başörtülü olmayı atipik bir şey olarak görüyor.

Psikiyatrist Ayşe Güzin Altunbay, Dökmen’in sözlerini değerlendirirken “Bir terapistin engelli, siyahi ya da hamile olması da bu bakış açısıyla sorun olabilir. Bu mantığa göre sadece kendinizle aynı insanlarla psikoterapist olarak çalışabilirsiniz,” tespitinde bulunuyor.

Altunbay, Dökmen’in söylediklerini analiz ederken şu sözleri sarf ediyor: “Meslek etiği hem kendinin hem de kendiyle beraber terapi odasına getirdiği aidiyetlerinin farkında olup, bunun hasta ile terapi ilişkisine zarar vermediğinden emin olmaktır. Yine meslek etiği, terapistin bundan emin olamadığı durumlarda hastayı başkasına yönlendirmesini gerektirir. Ancak bu etik, sadece başörtülü terapistler için değil, başörtüsüz, makyajlı, kilolu, zayıf, uzun, kısa, gözlüklü, engelli, koltuk değnekli, siyahi, … tüm terapistler için geçerlidir.”

İşte Üstün Dökmen’in sözlerindeki sorun burada başlıyor. Altunbay’ın dediği gibi terapistin terapi odasına getirdiği aidiyet sadece dindar olması değildir. Bir psikiyatrist ya da psikoloğun binlerce farklı aidiyetlere, kişisel özelliklere, farklı inançlara sahip olması mümkündür ve hepsinin de terapi odasına taşınması muhtemeldir.

Bu kadar farklı inanç ve aidiyetlerin değil de sadece başörtülü bir terapistin aidiyetinin sorun olarak algılanması bilimsel dogmatikliğin bir yansımasıdır. Dini dogmatik bir kurum olarak kabul edenlerin, din karşıtlığına aynı, hatta çok daha sıkı bir dogmatiklikle yaklaşmaları, bilim olarak kabul ettiği şeyin kendisini tartışılmaz bir nas olarak kabul etmeleri, Türkiye’deki bilim ve akademisyenler için çok temel bir sorundur.

Altunbay’ın Batı’da çalışma şansı bulduğu kliniklerin birinde, bölüm başkanı Üstün Dökmen’in endişelerinin aynısı dile getiriyor ve diyor ki: “Biz nötrallik ve ‘absence’ prensipleri konusunda örtünüz nedeniyle endişeler taşıyoruz, ancak siz de bizi bu konudaki farkındalığınız konusunda ikna ettiniz. Bir sene boyunca denemek istiyoruz, sorun olmazsa kontratınızı uzatırız. Siz de bu riski göze almaya hazırsanız başlayalım.” Altunbay şöyle devam ediyor: “Risk aldım, risk aldık. Ama hocalarımın dürüst ifadeleri ve ‘ezberleri’ sorgulama cesaretleri sayesinde eşsiz bir deneyim yaşadık. Sene sonunda hocalarımın birisi dedi ki: Başörtülü olmanızın ne terapi süreçlerine ne de takım çalışmasına en ufak olumsuz bir etkisini gözlemlemedik. Sizinle çalışmaya devam etmek istiyoruz!”

Bilimi bir ‘nas’ gibi dinin tam karşısında konumlandıran ve ona din gibi inanan akademik anlayış Türkiye’de bir duvar gibi varlığını sürdürüyor. Bu duvar uygulamaya da ‘yasak’ olarak yansıyor. İnsanı, toplumu, yaşadığı coğrafyayı anlamayan ve bilimi bunlarla bir mücadele biçimi olarak değerlendiren bu zihin yapısı, Türkiye’nin çok önemli bir kesimi için travmadan başka bir anlam ifade etmiyor.

AKP’nin yıllardır iktidar olmasının en önemli sebebi işte bu dogmatik akademik anlayışın, toplumun ekser çoğunluğuna yaşattıklarıdır. Yasaklayan, yaklaştırmayan, toplumun inandıklarına, mücadele edilmesi gereken bir şey olarak bakan bu yaklaşım, AKP’nin motoruna yakıt taşımaktan başka bir şey yapmıyor.

Sorun başörtülü bir terapistin hasta üzerine olumsuz şeylere sebep olacağına inanmak değil, sorun bu düşüncenin asla ve asla değişmez olmasıdır. Aynı sorun, Batı’da yaşandığında çözüme bir şans veriyorlar ve nasıl sonuçlanacağını gözlemliyorlar; buradaki akademisyenler ise çözümün kesinlikle yasaklamaktan geçtiğine inanıyor.

10 YORUMLAR

  1. Selman
    Cok tesekkurler yazı için. üstün dökmen gibi birinin böyle bir açıklamayı bir amaç için yaptığıni düşünürüm. Amaç dağılan bir grubu tekrar bir arada toplanmaya ikna etmek olabilir mi acaba?
  2. AhmetinAhmet
    Alper bey, Güzel yazılarınıza bir tanesini eklemişsiniz, çok güzel bir noktadan da olayı yakalamışsınız, keyifle okudum. Eklemek istediğim birkaç husus var, ama ondan önce şunu belirtmeliyim. Muharrem İnce'nin son başörtüsü karşıtı çıkışı, Üstün Dökmen'in bu çıkışı kanaatimce, belirli bir amaca hizmet ediyor; Yaklaşan seçimlerde, bu tarafını unutmuştuk diyen muhafazakar kesime, Erdoğanın kucağına atmak için, öteki taraftan hatırlatmalar yapılıyor. Kasten yahut değil, ama bunun köpürtülmesi, ön plana çıkarılmasının bilinçli olduğundan şüphem yok. Siyasi yönünü kenara çekersek, meselenin sizinde aslında söylediğiniz gibi, anlaşılır tarafı var, ki batı da bile gözlemlenmeye çalışılıyor olup olmayacağı diye. Annesi annannesi teyzesi halası akrabası bilimum çevresi yarı yarıya örtülü insanlarla çevrili olanların ülkesinde gerçekten başörtülü bir hizmet verene, danışman, psikolog, hakim, savcı vb farklı bir tutum var mı? Ben dikkat ederseniz, ön yargı olarak söylemiyorum, daha genelleştirerek farklı bir bakış var mı diyorum, yani olumlu olumsuz yahut daha farklı bir algısı varmı diye. Kadının yeri dört duvar arasıdır... diyen bir anlayışı, bunun dine bile dayandırıldığını, hatta kalp ehli diye bildiğimiz insanların, gönül insanlarının bile tolere etse de, kadını asıl olarak evde görmek istediğini çocukluğumuzdan itibaren değişik şekilde duyduk, gördük, dinledik. Bu nedenle, meselenin DİN ile Modernizm arasındaki bir çeşit çatışmanın ucu olarak görüyorum bir taraftan. Üniversite yıllarında da, bir erkek olarak farklı zaviyeden o bakışı aslında, kıyas edileyecek kadar küçük olsada, bir erkek olarak fark ederdik. Kumaş pantolon giymenin bir çeşit kutsandığı, kot giymenin ise bir çeşit hafiflik hissedildiği ortamları iliklerimize kadar yaşadığımız gibi, ilginç yanı ki, bu giyim tarzını bizzat benimseyip, bu bakış açısıyla zaman zaman karşıdakini irdelediğimiz dahi olmuştur. Tam tersi, bu bakış sadece giyenlerde değil, giymeyenlerin giyenlere karşı tutumunda da vardı. Kumaş pantolon üzerinden gidersek, simge olarak giyilmese de, bir çeşit işaret olarak algılanmaktaydı ki bu da yerindeydi. Kumaş pantolonun rengi ve terzine göre, hangi dini gruba ait olduğunu bile fark edebilirdiniz. Nitekim bu husus başörtüsü üzerinden de yapılırdı ki, nitekim hala da bu geçerli. Demem o ki, meselenin kültürel kodları barındıran bir yanı var. Kültürel kod, yanında sosyalik gerçeklikleri, ayrımları da yanında getirecektir elbette ki, nitekim bu ayrımcılığı hepimiz yaşadık. Aslında bu ayrımcılık değişik şekilde herkese dokunuyordu dönemlerine göre, otobüs durağında duran kısa etekli kadına, çarşaflı kadının eğilip, "cehennemde yanacaksın, niye böyle giyiyorsun" demesi de bunun bir parçasıydı, başını örtene "bu medeni devirde, neden kendini böyle kısıtlıyorsun" şeklinde yahut türlü türlü şekilde yansıyordu. Siyasi gücün baskın olduğu dönemlerde yön değiştiriyordu sadece, ama esas olarak baskın olan elbette, Laik olarak tanımlanan kesimin, muhafazakar kesime yapmasıydı. Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan çıkar... durumu haline gelen bu tuhaf kamplaşma da, bunu laik yahut belirli bir kesim mi ortaya çıkardı, yoksa ilk muhafazakar kesim mi yaptı, hangi mahalle hangisine ilk baskıyı yaptı da etkiden tepki doğdu kısmının anlamsızlaştığı bir durumdayız. Artık bir anlamı yok, kimin başlattığının, nesiller sürdüğü için, başlangıcının köklerinen eskiye gittiğini de pek ala söyleyebiliriz. Bu satırları şu nedenle söyledim, evet kıyafet üzerinden, bir kültürel kod var, batı insanının bakış açısını da etkileyen, bizim bazı insanlarımızın da bakış açımızı etkileyen bir bilinçaltının yansıması bunlar. Bununla birlikte, belirttiğim üzere, müslüman bir ülke, Türkler 751 de başlamışsa, coğrafyamızda Selçuklularla birlikte, 1000 yılı aşkın bu kültürle dolayısıyla kıyafet tarzıyla yoğrulmuş durumda. Bu aslında eski bir hikaye bir yönüyle, Osmanlı Sarığı batı da farklı görülürken, batının kavukları da bizde görülmüş, lakin homojenlik olduğu için, en azından birlikte yaşansa da sosyal yaşamda tolere edilmiş olsa da, difüzyona neden olacak bir çeşit karışma durumuyla karşılaşılmadığı için yaşamın özünü saran, önemsenmemiştir. Belki de tespitim dışı iç içelik de vardı, erbabı da bilir, ama bu denli sorun edilmemişti. Bunun nedeni de elbette güç dengeleriyle ilgili, baskın görüşün kültürü de baskın olması, hegemonyanın kültürüyle birlikte gelmesi normal bir durum. İlginç olan şu ki, halkı müslüman olan bir toplumun çağdaşlaştırılması projesinde, kıyafet üzerinden bazen haklı bazen de haksız bir zorlama olmuş ki, kökenleri Cumhuriyete değil ta Osmanlının duraklamasının dönemine rastlanır. Bugün övgüyle ecdadımız dediğimiz, 2. Mahmut, pantolonu getirdiği için, kamu kurumlarına resmini astırdığı için "gavur padişah" olarak ele alınırken, getirdiği "fes" e de gavur icadı denilmiş, sarık yok edilmek isteniyor denilerek ısrarla karşı çıkılmıştır. Dünün "gavur padişahı" ve "fesi" bugünün "kutsal ecdadı" ve "kıyafetine" dönüşmüştür. Fes giymeyi bir çeşit dini motifle sunan kitleler, mahfiller, özellikle Siyasal İslamcılar da, aslında geçmişin Siyasal İslamcılarından farksızdı. Bu nedenle, bazen simgeleşme kastı olmasa da, siyasi olarak manipüle edildiği için kıyafetler nasibini alıyor ve simge haline geliyor. Kısaca bir çeşit farklılığa karşı kültürel kodlarla tepki olarak görüyorum meseleyi. Özünde, bir çeşit yargıyı barındırıyor bu nedenle. Kıyafetler üzerinden bir çeşit üstünlük gösterisi yapılması, yahut küçümsenmeye çalışılması da bunun parçası. Geçtiğiniz on yılları da bizzat yaşadığımız için analizine gerek kalmadan şu söylenebilir ki, muhafazar insan, ki bunun somutlaşmış hali, örtülü kadın, bir çeşit küçümsenme güdüsüyle karşı karşıya. Diğer yandan da, yeni, alışılmamış olması cephesinden de farklı bir ayrımcılığa tabi tutuluyor. Okul koridorlarında, başörtülü öğretmene farklı, açık öğretmene farklı davranan bırakın öğretmen/idareci profilini, öğrenci profilini, çeşit çeşit yaklaşımları bizzat yaşayarak tecrübe etmiş nesiliz. Dikkat ederseniz çeşit çeşit dedim, çünkü o kadar çok varyasyonla yaklaşım tarzı var kı, kategorize etmek zor, ama bu kültürel kodlarının etkisiyle, yanına yaklaşılmasının açık öğretmene kıyasla bu nedenle çeşitli olmadığı konusunda kanaatim tam. Örtülü öğretmene, ki biz bunu genelleştirebiliriz başörtülü hizmet sunan tüm kamu görevlerini söyleyebiliriz, bir çeşit saygı duyma yahut duymama, içten yaklaşma yahut yaklaşmama, çekinme, örtüsü nedeniyle uzak durma yakınlaşamama duygusu vb yaşanılmış hissedilmiş şeyler. Açık kadına bakışta alışılmış olduğu için kamu hizmetinde, kanıksanmış ollduğu için bu nedenle tutum farkı bu derece çeşitli değil, hatta yok. Bunun alışkanlıkla alışmayla da ilgisi var. Başörtülü doktora, kızım diye konuşan bir yaşlı kişinin, açık doktora, doktor hanım demesi, bunu farklı yaşlı kişilerde ve doktorlar üzerinde gözlemlemem işin bir diğer yanı. Bununla birlikte, kızım dediği kişiye görece daha sert davranırken, demediği açık doktora daha saygılı, çekingen davrandığını da söylemeliyim. Meselenin gözlemim yönüyle, bir OTORİTE tarafı var sanırım. Nietzche belki otorite üzerinde en fazla düşünmüş bir sosyal teorisyen. Toplumdaki her türlü kurumsal ilişkinin, anne babanın çocukları üzerindeki velayetinden tutun toplumun her alanında olduğunu belirtmiştir. Nitekim, Nietzche doktorunun, anguazı nedeniyle tedaviye gittiği doktorunu bir süre sonra reddetmiş, kendisinin doktor kimliğiyle üzerinde bir otorite kurduğunu, niyeti öyle olmasa bile, ilişki biçiminin buna netice verdiğini söylemiş, bunun kendisinde baskı ve rahatsızlık yarattığını, zihnindeki eşitlik anlayışını zedelediğini söyleyerek tedaviyi kesmiştir. Bu zaviyeden, sanırım, bizler başörtülü kadını, evimizde ailemizin içinde bir fert, yahut görece formel olmayan ortamlarda, rahat ilişkiler ağında alıştığımız için, birden karşımıza bir otorite olarak gelmesinden rahatsızlık duyuyor ve buna alışamıyoruz. Özünde bu başörtülü kadına yönelik değil, aslında açık kadına da yönelik bir tutum. Kadını bir otoriteyi temsil ederek görmeye alışık olmayan erkek açısından bir çeşit tepkinin yansıması bunlar. Ki birde bunun üzerine, altkültür olarak görüp yıllarca küçümsenen, toplumda biçilmiş rolüyle sürekli karşısına daha basit işlerde karşısına çıkan Kadının birden bir OTORİTE olarak karşısına çıkması yadırganması d aha büyük elbette. Aslında bu kabullenemeyiş, yahut alışılamama, sadece karşıtlık ile değil, aynı kültürel kodlardan gelenler arasında da kadınıyla erkeğiyle de olabilir. Doktor üzerinde gidersek yine, erkek doktoru kadın doktora tercih etmek, üstelik bunu yapanın kültürel kodu ve cinsiyeti ne olursa olsun, bir çeşit bilinçaltı bilgisi gibi uygulanması yaşamda karşılaşılan durumlardan sadece bir tanesi. Bu nedenle, Alper bey, Konu aslında özünde derin bir konu. Otoritenin kim olduğu, kimlerin temsil etmesine alıştığımız hususunu da barındırıyor. Bugün dikkat ederseniz, hastanelerde başörtülü hemşirelere, fizik tedavilerde başörtülü kadınlara, kreşlerde başörtülü kadınlara alışıldı, yazınızda belirttiğiniz husus bahsettiğim yerlerde görece çözülmüş durumda, kanıksanmış durumda. Hatırlarsınız, 28 Şubat sürecinde başörtülü okul birincisi hemşireye ödül verilmemesi olayında yaşanılan gerginlği o dönemin kodları. Bugün bunlar aşılmış durumda, meselenin alışkanlıkla ilgisi var demek istediğim. Bizzat örneği kendimden vererek söylemem gerekirse, işyerine az çıkmış sakalla gidince kendimi rahatsız hissettiğim gibi, bir başkasının da sakallı işe gelmesi beni rahatsız ederdi, bunun sebebi yönetmelikten daha öte, bir çeşit o konumun, kamu hizmetinin gereği gibi görmemdi. Örneğin, ki ihraç olmadan az evvel ufaktan başlamıştı ve duyduğuma göre şu an, kamudaki dostlarımda dahil, erkeklerde sakal bırakmalar, uzun saçlılar, bağlayanlar var, çeşit çeşit bıyıkta olanlar artık adiyattan bir durum imiş. Ötesi imaj olarak da güzel olmaya başladığını, erkeklerde güzel sakalın birçeşit çekicilik ile ilişkilendirildiğini, kadınların da yakıştırdığını vs duymaktayım. Demem o ki, daha 20 sene önce, aşağılanan sakal bugün dini kimlikten arınmış, bir çeşit moda, giyim kuşam aksesuarına dönüşmüş durumda. Ben meseleyi Üstün Dökmenin bağlamından birazkoparıp daha farklı şekilde ele aldım malum. Yani, Üstün Dökmen bunu demese de, bu hususların varlığı ortada, birilerinin böyle bir tutumda olacağı görülen bir gerçek. Hatta ben başörtülü bir kadının, yahut muhafazakar bir erkeğin, başörtülü bir psikiyatriste gidip gitmeme noktasında bir tutum farkının var olup olmadığı noktasında bir çeşit anketin, araştırmanın olması gerektiğini düşünmekteyim. Kendi gözlemime göre, bu tarz ayrımcılığın kendi mahallesinden bile çıkacağını düşünmekteyim. Mesele çünkü bir çeşit OTORİTE meselesi, kimlere o otoriteyi vermeliyiz, vermemeliyiz meselesi. Başörtülü kadını, anne, kardeş, temizlikçi, hizmet sektöründe bir çalışan olarak görürken, bi çeşit otorite konumunda karşımıza çıkması, buna alışılamaması. Psikososyal, psikoekonomik süreçlerin bilinçaltına yaptığı yıllarca süren göndermeler ve beyin korteksinin onlarla mücadelesi. Türk toplumunda, kadının yeni konumuna alışılmamışken, üzerine başörtülü kadının yeni konumunun getirilmesi, erkek egemen bir sistemin Error ları arasında malesef. Bu yeni duruma uygun zihinsel kodların oluşması da zaman alacaktır, Mesele kimi OTORİTE gördüğümüz sorunudur. Kadının ve özelinde başörtülü kadının, sunum şekli, yönetme şekli, hizmet verme şekli olarak OTORİTE olarak koyduğumuz her alanda kabul edilişi bir zaman sorunudur aslında. Zamanla herkes alışacaktır. Elbette bunda medyanın, siyasi ve sosyal atmosferinde etkisi büyüktür, onlarında desteğe ihtiyacı olacaktır. İnsanın manipüle edilebileceği, provoke edilmesinin zaten hayatının bir parçası olduğu gerçeğinden yola çıkarak bence insandan korkmamak gerek. Güdülerle yaşayan insan, nasıl güdülenirse öyle gidecektir, bu nedenle, hukukun, insan haklarına dayalı bir yaşamın inşası, kendiliğinden insana da yansıyacak, fark etmeden en karşı çıkan insanların bile o güdülenmeyle eleştirdiği şeyden vazgeçtiğini göreceğiz. Bu nedenle, ikna süreçlerinin farklı yapılması taraftarıyım. Anlatmak, kamu oyunun bilgilendirilmesi belki batı toplumlarında daha işlevsel ama kanaatim bizim gibi doğu toplumlarında buna bile gerek yok, uygulamanın hayata geçirilmesi ve üzerinden zaman geçmesi, onun kanıksanması için yeterli olacaktır. ..... Tom Cruise, Top Gun filminde hafif boynu görünen yuvarlak yaka bir T Shirt giymişti, o seneye kadar var olduğu bilinen, pekte rağbet görmeyen o tshirt o sene satış patlaması yaşamış, TOP GUN etkisi denmişti. Bu nedenle, demem ki, bilgi dolu bir anlatımla bir psikiyatrist kadının ekranlarda boy göstermesinin ne anlama geldiğni bilemeyiz. Neye hizmet ettiğini de. .... Kendimi tartıştırmak, kendimi, değerlerimi bir tartışmanın merkezinde, öznesi sokmak beni her zaman rahatsız etmiştir. Bir süre kamu çalışanı olarak çalıştığım dönem de de, belirli zihniyetteki insanların, değerlerimi tartışmasını zaman zaman kesmiş, neden siz OTORİTE olarak beni ve değerlerimi tartışıyorsunuz, irdeliyorsunuz ki, ben sizi tartışmak, sizi ve değerlerinizi tartışmanın odağı yapmak istiyorum, siz rasyonal bir şekilde konuşmak tartışmak isterken, bir öznelliği de barındırıyorsunuz, çünkü bir otorite olarak, üstelikte bir başka farklı bakış açısının etkisile beni değerlendiriyorsunuz. Bunun adı tartışa değil, bir çeşit, Oryantalizm demiştim. Kısaca, bu yazıyı okuyan ve olur ki az da olsa bu kadar irdelenmenin etkisiyle rahatsız olan kadınlardan özellikle başörtülü kadınlardan da özür dilerim. Bu durumu, kendime yapıldığı şekliyle, bir OTORİTE edasıyla, kendimi konumlandırma niyetim elbette yok, ama konunun analiz edilmesi bir yönüyle bu anlamı çıkarmışta olabilir. Bu nedenle, kastı aşan bir şey, inciti satır olursa da özür dilerim. Başkaları tarafından iğdiş edilip, bin kritiğe tutulup, tartışılan şey olma durumundan, bir OTORİTE nin kritiğine tabi edilgen bir durumdan kurtulup, gerçek özgürlüğü yaşayacağımız nice günlere diyelim. Bu da bu neslin imtihanı olsun. Sürçü lisan ettimse affola. Hürmetle....
    • Raci C.
      Bence köprünün altından çok sular aktı. Bizim kültürel kod kaygılarımız olsun, Batılıları tarafsızlık kaygısı olsun büyük bir talep karşısında günden güne önemini kaybediyor. Ülkemizde bu konuda iki önemli tecrübemiz oldu. Biri 'Ne mutlu Türküm diyene' demelerini beklediğimiz Kürtler, diğeri de evde kalmasını istediğimiz kadınlar. Her iki grup da bendini aştı. Bir grup 'Ben Kürdüm' diyerek kendini kabul ettirdi. Diğer grup da 'Başörtüsü simge değil, Allahın emri' diyerek sözünü geçirdi. Elbette her iki grupta da bu sürtüşme esnasında korkula yola sapanlar oldu. Bir kısım Kürtler ırkçılığa yelken açarken, bir kısım kadınlar da başörtüsünü bir simgeye dönüştürdü maalesef. Şu an taşlar bizim kültürel kodlarımız veya kaygılarımız temelinde döşenmiyor. Bugünün başörtülüleri artık çoğunluk itibariyle modern bir düşünce tarzına sahip. Bu düşünce tarzına sahip olduğunuzda mesleğinizdeki bütün kalıpları olduğu gibi benimsiyorsunuz. Direnç gösterilen yerler artık saldırı gördükleri yerler. Almanyalı Türklerin asimile olmamasının arkasındaki sebeplerden biri de Türk karşıtı politikalardır mesela. Başörtülülerin psikologluk gibi meslekleri gayet güzel yapabilmeleri için bugün şartlar hazır aslında. Erkeklere göre çok daha modern bir kafa yapısına sahipler, onun dışında Türk olmanın bir gereği olarak pragmatistler ve profesyonel bir meslek erbabı olmak adına Freudsa Freud, Darwinse Darwin, öğrenip uyguluyorlar. Bütün kadın veya erkek doktorlar da böyle değil mi. Sorgulayanları, farklı yaklaşımları geliştirenleri akademi dünyasında bulabiliyorsunuz. Aslında bütün dünyada bu iş böyle. Gayet modern bir kafa yapısına sahip olmanın yanı sıra giyim kuşam konusunda çok farklı tercihleri olan bir çevrede yetişiyor bugünün kızları. Kiminin kendisi başörtülü, annesi başörtüsüz, bir teyzesi var başörtülü, bir halası var başörtüsüz, mini etek giyen bir kızın kuzeni kara çarşaflı olabiliyor ve çoğu birbirlerini bu konuda yadırgamıyorlar bile. Yadırgamıyorsanız, empati de yaparsınız. Size, bana abartı gelen karaçarşaf mini etek giyen bir kadın için sorun olmuyor, size, bana bir başörtülünün düğünde oynaması garip geliyorsa halkın geneline garip gelmiyor. Garip bir normalleşme yaşadık son yıllarda. Dini yaşam açısından iyi bir gelişme midir, tartışılır ama birileri kaşıyana kadar insanlar umursamıyor. Bu sitede birçok yorumda dile getirmiştim. Başörtülüden arındırılmış Türk dizi ve reklamları Erdoğan döneminde bile sosyal bir çalkantıya sebep olmadı. Anca biri kaşırsa o zaman. 'Bir Başkadır' diye bir dizi vardı, izlemişsinizdir mutlaka, o dizinin çekildiği ve izlendiği bir ülkede aslında bu konuda söylenecek her şey söylendi. O diziden sonra bir profesör böyle bir laf ediyorsa iyi saatte olsunlar namına iş görüyor demektir. Bir diğer avantaj, nötr olmaklığın psikoloji eğitimlerinin önemli bir parçası olması. Bu eğitimleri alanlar, belli hastanelerde asistanlık yapanlar zaten araba sürer gibi, bisiklet sürer gibi o beceriyi elde edebiliyorlar. İkidilde ve iki kültürde büyümüş insanları düşünün. Esasen başörtülünün başörtüsüze veya tam tersi bu şekilde bir hizmet vermesi tam tersine önyargıların ortadan kaldırılmasında rol oynar ve bugüne kadar oynadığına eminim. Bu bakımdan makalede sözü geçen Batı kliniklerinin yaklaşımı da aslında sorunlu. Bir eşcinsel psikolog olduğunda böyle bir çekinceyi dile getirmekte eminin zorlanırlardı. Çok daha kötü problemleri Almanya'da yaşıyoruz. Berlin'de başörtülüler öğretmen olamıyor, Almanya'nın tamamında başörtü ile hukuk alanında kariyer yapmak da çok zorlu, belli mesleklerde imkansız. Bunun sebebi bahsettiğim kaygılar değil. Türkiye'deki kaygılara benzer kaygılar bunlar. Asıl sorun sizin bahsettiğiniz otorite sorunu. Bir Müslümanın Alman çocuğuna öğretmenlin yapması, bir başörtülünün bir Almana mahkumiyet vermesi. Bu alanlarda otoriteyi kaybetmek rahatsız ediyor bu insanları. Yoksa mesele nötr olmak olsa, 60 yıldır Türklerle birlikte yaşıyorlar, huylarını-sularını biliyorlar, ellerinde tonla istatistikleri var hakkımızda. Hadi yok diyelim, önlerinde bir İngiltere örneği var. Bakarsın bu ülke tanıdığı serbesti ile problem yaşıyor mu, yaşamıyor mu? Başörtülü öğretmenler, hakimler Almanya için bir şans halbuki. Bunun yerine ne oluyor? Eşcinsellerin bir festivalinde bir kadın polis müziğe kendini kaptırıp dansediyor. Bütün Almanya birkaç hafta bunu tartışıyor. Polis görev başındayken dans edebilir mi diye. Mesaj ama ulaşıyor yerine: Eşcinseller masumdur, problemsizdir, eğlencelidir, onların bir etkinliğinde bir polis memuru bile dans edebilir. Polis kim? Başörtüsüz bir Türk kızı. Mesut Özil Türkiyeyle oynanan bir maçta Türk kalesine gol atınca birden Almanya'nın kahramanı, Türk gençlerinin idolü olarak kutlanmıştı. Taki Erdoğanla resim çektirene kadar. Profesyonellik, liyakat, oynanan oyunun kalitesi? Onlar bir yere kadar!
      • AhmetinAhmet
        Raci bey, Öncelikle hoşgeldiniz diyorum. Yorumcu-yorumcu çatısı oldu burası. Dayak yediğimiz memleketimizde, dost meclislerinde çay arası yaptığımız sohbetlerin tadını arayan birisi olarak, bazen konu değil de, atmosferi sevdiğim için buradayım. Bir çeşit sığınma evi gibi. Atomu parçalayan yorumlarımdan, tut, tüm dünyaya niza veren yorumlarım, bazen içime kapandığım yazılar, kasvetin etkisi satırlarım, bazen bir umut geleceğe yönelik düşüncelerim ve tüm bunların ortasında, sadece ama sadece sıran biri olarak duran ben. Hoşgeldiniz tekrar. Yorumunuzu keyifle okudum yine. Bir gerçeği farklı cephelerden görüyoruz buralarda malum. Bahsettiğiniz, köprünün altından çok sular aktı tabirinizde bu cephelerden biri. Bende o akışı, alışmayla ilişkilendirdim yorumumda malumunuz. Kültürel kodlar, yeni nesillere çok aktarılmıyor gibi bir anlam çıkarıyorum ki yorumunuzdan, buna bende katılıyorum. Ortada bir olgu var, -Birileri başörtülü birinden danışmanlık almak istemiyor. Bu konuyu irdelerken sebeplerine iniyoruz. O birileri kimler ve hangi sebeple bunu yapıyorlar, bunu tetikleyen sebep ne, aradığımız sorunun cevabı bir bakıma. Yeni nesilde bu kültürel kodlar format değiştiriyordur ki buna katılıyorum, diğer yandan üstün hoca neslinin ve belki biraz daha genç neslinde bu tutum var, hepsinde olmasa da, yoğunlaşmış bu tutumda olan insanlar var. Sebeplerini de ben pek çok cepheden ele almak yerine, hepsini birleştiren OTORİTE kavramı üzerinden değerlediriyorum. Dine karşı önyargının bilinçli yönlendirmesiyle bir çeşit bilimsellik kisvesi altında nefretin sunumu olarak, başörtülü kadını otorite konumunda görmek istememeyi bir kenara koyarak, bu OLGU nun varlığını kabul ediyorum sadece ve kritik etmek istiyorum, nefret söylemleri bağlamında söyllenenleri kenara koyarak. Özünde bir çeşit küçümseme, ayrımcılık duygusuyla hareket eden Kasten hareket eden bir zihniyetin bu OLGU yu beslediğini de aslında biliyoruz. Ömrümüz bunu anlamak için gayet yeterliydi şu ana kadar. Bununla birlikte, odaklandğım nokta, onların dışında, iyi niyetle, oluşan algıyla yetişmiş bir neslin varlığı. Nitekim, başörtülü bir kadını OTORİTE olarak görme/görememe sorununun, sadece laik kesimden olmadığını, muhafazakar kesimde de olduğunu gözlemlediğimi de belirttim. Kadın psikiyatrist, kadın doktor dan yazımda bahsetmiş, kısmen savcı ve hakim olarak da görülmesinde benzer hususların olduğnu sölyemiştim. Bu bir alışma sorunu. Yani, bir süre sonra buna alışılacaktır, bu bir zaman sorunu demem ile yorumunuzun örtüştüğünü de görmekteyim. Malumunuz, kadının yeri evidir, diyen laik kesim değil, muhafazakar kesimdi, kadını evden çıkarmak isteyen ülkemiz açısından laik kesimdi. İlginçtir onlar bu zorlamalarını yaparken evinden çıkan kadını görünce şaşırdılar, çünkü evinden çıkarıp eğitim alan kadının, değişeceğini de yanında düşündüler. Dogma olmasının sebebi de bu, eğitilen insanın baş örtüsü takacağının düşünülememesi, özünde din ile bilimin ayrı görülmesinin bir yansıması. Dinin bir dogma olduğu, bilime yöneldikçe tutumlarından vazgeçeceği de beklenilen bir husus. Çok ilginç genel olarak bu kanıya bende katılıyorum. Dindarlaştıkça dinini sorgulama bir OLGU. Yani, bu dünya da bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor, bilime yönelen insan, dinini sorgulayabiliyor, yahut daha yüzeysel yaşadıı gibi, sorgulamaları daha artıyor. Bu hususu dinimiz, Müslümanlık açısından da bir OLGU olarak kabul ettiğimi yine söylemeliyim. Bir tespityaptığımı, yanlış doğru bulduğumu bir kenara koyuyorum. Bu gerçeklik var. Bilime yönelen insan, dinini sorguluyor, çoğu geçmiş müktesabatı reddedebiliyor. Bunun istisnası değil de, müstesnası diyelim Hizmet hareketi genel olarak. Bir çeşit ikisini de birleştirebilmiş, Tekvin Ayetleri ile Cenabı Hakkın Kuranda ki ayatlerinin asla birbiriyle çatışamayacağını, muhalif olamayacağını Risalelerden öğrenen bir gelenekten geliyoruz. Ama bu bahsettiğim var olan OLGU nun varlığını değiştirmiyor. Üstadın dediği, Batı dininden uzaklaşarak, ki dogmalarla doluydu haklılık yanları vardı, başarılı oldu, araştırmalara göre de daha mutlu, Aynısının bizde de olacağı düşünüldü. Müslüman toplumda bu tutmadı. Konunun derin yanını muhakkak biliyorsunuz zaten. Özetle, böyle bir durum var ve evet ALIŞKANLIK yapacak bu durum, bu yaygınlaştıkça insanlar alışacak, ama şunu da unutmamalıyız ki, bu bir gerçek, bilinçaltı diyelim, ister kültürel kodları, insanlar böyle bir tutumu benimseyebiliyorlar, kasten de değil üstelik. Bunun yönü elbette, laik kesimde daha fazla, ama muhafazakar kkesimde de var, biraz cinsiyetçilikte de var. Ve evet cinsiyetçi yaklaşımlar, yeni neslin pek alışmadığı bir durum ve özellikle de batı da daha rahat alışılabilecek bir husus. Ama bu OLGU var olsa da, bunu tetikleyen sebepler yer ve zaman olarak çeşitlilik gösterebiliyor. Bu nedenle, sosyolojik bir tespit yaparak, çatı kavram olan, OTORİTE kavramı üzerinden değerlendirdim. Bir solukta yazıp, tapaj ve mantık düzeltmesi yapmadan yazıyorum, umarım anlaşılır oluyordur. Görüşmek üzere, başka yazı ve yorumlarda buluşmak üzere. :) Bununla birlikte, bu
  3. Erkan Baysal
    Değerlendirmeleriniz çok önemli; teşekkürler. 1) Başörtülülerden helallik dileyen genel başkan, bu konuyla ilgili de düşüncelerini belirtebilir mi acaba? 2) Üstün beyin bu çıkışı, Erdoğan karşıtı oyların artışı ile ilgili olabilir mi? Yani AKP iktidarının 2011-2012 sonrası baskıcı rejimi ve "bırakınız birbirlerini yesinler" opportunist yaklaşımı karşısında sessizliğinin iftar habercilerinden biri olabilir mi?
  4. Ahmet
    Bayan hakimlerin yarısı baş örtûlü şimdi "kifayetsizler o ayrı" ama her yerde çogunlukta artįk basörtululer . üstün dökmen yürek yemiş olmalı ya da oyun icinde oyun var.
  5. Veysi canbolat
    Her konuyu dini temelde ele almak bazen bizi yanlışa sevk edebilir.. mesela açık saçla amaliyata erkek dahi olsa bir doktor giremez, hasta için risk teşkil eder.. yani türbanlı bir bayandan cerrah olabilir olmalıda veyahut türbanlı bir hakime ateist bir insanın içinde uyandıracağı olumsuz kanaattan dolayı kişinin vicdanında adil yargılanacağına dair olumsuz bir etki bırakabilir.. zaten mevzu şu ; inan bir insan her mesleği rahatlıkla yapamayacağını kafasına koymalı.. nasılki bankacılık sektörü müslüman biri için haram ve o mesleklerden uzak duruyor çünkü faizle para kazanan bir müesseseden dolayı maaşınıda faiz gelirinden elde edecek buda haram olacak. Hem ayet “faiz yiyenlerin kâtipliğini yapmayınız” diye buyuruyor ve sonuç itibari ile burada dindarlar için inancından dolayı mesleki bir kısıtlamada var.. “ben dindarım ve bu tarz giyinerek her mesleği yapabilirim” doğru sen yapabilirsin ama o kılığın bir hakime olarak yargıladığın ateist , seküler veya başa bir inanca mensup insan üzerindeki olumsuz etkisinide görmen gerek..nasıl bir kimyager, cerrah erkek dahi olsa başını kapamadan ameliyata giremiyorsa başartülü bir bayanda her mesleği yaparım demesi doğru değil toplumsal karşılığını iyi okumak gerek. Sadece hamasi veya ezilmişliğin verdiği duygularla konuşmak veya hareket etmek doğru değil toplumun gerçeklerinden bağımsız hareket etmek sadece sıkıntı doğurur.. doğum ebeleri neden genelde kadın oluyor .. neden erkekler çok teşvik edilmiyor öyle ya doktora sonuçta mübah.. ama çok oturmuyor kafaya çünkü toplumsal karşılığı zayıf kalıyor..
  6. Deniz
    Benim anladığım sorun şu; başörtülü bir terapistin karşısındaki hasta kendisini rahat ifade edebilecek mi edemiyecek mi? Bu adama göre hastalar sorunlarını baş örtülü birine rahat anlatamaz. Yani burada yargıyı yapıştırmış. İnsanları engellemeye çalışmış, kadınları kısıtlıyor. Niye? Hasta, sorunlarını anlatması gerekiyor, baskı altında olduğunu, daha özgür olmak istediğini söyleyecek. Ama baskı yapanlardan korkuyor. Çünkü onlar sorgulanamaz. Ve bu sorgulanamayanlar bazı dini davranışlar gösteriyorlar. Şimdi bu psikiyatrist dr üstün bu hikayeleri muhtemelen çok duyuyor. Yani hastalıklı, helal ile haramı ayırt etmeyen, muhafazakar insanların içinde yaşadığını biliyor. Diyelim talibana benzettik. Talibandan korkan ama taliban yüzünden Allaha isyan etme noktasına gelmiş hasta bir psikiyatrist doktora psikolojik sorunlarını açacak ve bu sayede eldeki imkanlar nisbetinde yardım alacak. Ama terapistin odasına girdiğinde bir bakıyor ki 'talibanın' doktoru karşısında. Doktorun örtünmesi ile mesela baş örtülü bir doktorla tayyip arasında ilişki kuruluyor. Sorunların mesela ekonomik kriz, sorunlarını 'tayyipin' doktoruna nasıl anlatacaksın? Ya beni fişlerse, ya beni şikayet ederse, ya kendimi ele verirsem? Mesela Allaha karşı, dini değerlere karşı isyan bayrağı açmışsın ama bir yandan da kendinde bir şeylerin ters gittiğinin farkındasın, yardım almak istiyorsun. Baş örtülü bir doktor karşısında bunları nasıl ifade edebilirsin? Mesela baş örtüsü takmak istemeyen bir kadın terapiye gelsin. Sorunların içeriğinde baş örtüsüne karşı olması da bulunsun. Baş örtüsüne karşı olduğunu baş örtülü bir doktora anlatması gerekecek. Ayrıca baş örtüsünün gericilik olduğunu da yani kendi düşüncelerini de terapide paylaşacak. Belki baş örtüsü takanların bir zavallı olduğunu da düşünceleri gereği söyleyecek. Ya da baş örtüsünü insanların çıkarı gereği taktığını iddia edecek. Belki daha ağır şeyleri sorununun çözülmesi adına paylaşmak isteyecek. Bunları o hasta doktorla paylaşamayacağından tedavi şansını kaybedecek demek istiyor. Şimdi gelelim saçmalıklara. Bir ateist doktor karşısında dindar bir hasta konuşabilir mi yoksa yargılanabilir mi? Ateist onu olduğu gibi kabul eder mi yoksa küçümser mi? Bu psikolojideki dindar hasta ateistin karşısında nasıl oturabilir, nasıl kendisini rahatlıkla ifade edebilir? Hocam cin çarptı galiba dediğinde sen cinlere inanıyormusun diyor gülerek. Mesela feminist bir kadın doktordan yardım almayı düşünün. Sizin sorunlar erkek kadın ilişkilerine dairse size taraflı yaklaşabilir diye düşünmezmisiniz? Belki gerçekten doğruyu söyleyecek ama senin kafanda hep kuşku, acaba kadının tarafını mı tutuyor yoksa gerçek mi diye. Kaldı li buradaki gerçekleri kabullenmek zor bir süreçtir. Şimdi gelelim baş örtüsüne. Baş örtüsü görünen bir şey. Ama inanmak, ateist olmak, feminist olmak görünmeyen bir şeydir. Yani Üstün doktora göre ateist kendi içinde otodenetimini yapıyor. Hasta da onun ateist olduğunu bilmiyor. Yani ateistşiğini gizlediğini varsayıyor. Yoksa imanlı bir kadın karşısımda dine karşı olan biri yani laik biri nasıl rahat konuşamazsa, ateist karşısında da inançlı biri doktoruna tam güven duyamaz. Üstün dr burada garip şekilde bir sürü şeyi birbiriyle karıştırıyor. Baş örtülü insana indirgiyor yetişmiş bir uzman doktor kadını. Yani terapistin sadece kadın olması bile ondan çekince duymaya yetebilir ki. Bir kadın karşısında bir erkeğin en duyarlı şeyleri dökmesi ne kadar zordur. Ama bu zorluk görevi erkeğe verilmiştir. Yani yardım istiyorsan kadın karşısında konuşacaksın. Adamın belki kadınlara karşı bir sorunu var? Gördünüz mü baş örtüsünden girdik nerelere geldik. Bunlar baş örtüsünü yani müslüman kadını yani müslümanı kafalarına takmışlar. Eğer hasta baş örtülü bir kadın karşısında sorunlarını açamayacaksa DOKTOR SEÇME diye bir hak verilmiş. İnsanlar zaten doktor seçmiyorlar mı? Üstün doktora göre doktor seçimi yerine hastaların belirlediği doktorlar terapist olsun. Hastalar için baş örtülü doktorlar sakıncalıymış. O zaman baş örtülü doktor kabul etmeyelim. İyi de insanlar neden doktor seçiyor o zaman. En çok hangi doktorları seçiyorlarsa o kriterlerde doktorlar hariç diğerlerini atalım. Sanki kendi bölümleri çok özelmiş gibi davranıyor. Zaten baş örtüsünü kendi uzaman olduğu alandan vuruyor. Yani kendi koltuğuna baş örtülüler oturamaz. Bak bak yasakçı zihniyete. Bunlar literatüre göre tedavi ediyorlar. Acaba bir araştırma yapılmış mı? Mesela değişkenler baş örtülü doktor olsun, ateist doktor birde feminist doktor olsun. Ateist ve feminist doktor kendilerini tanıtmak zorunda olsunlar. Yoksa ateist ve feminist olduklarını gizlemeye mi çalışıyorlar? Ama hastanın hakkı değil mi feminist yada ateist bir doktora dünyasını açacak olması? Dinsizlikle bilim nasıl bir araya geliyor anlamıyorum. Zaten müslümanların bilime girmesi onları çok rahatsız etti. Zorbalıkla bilim adamların bilim yapmalarına engel oldular. Hiç bir yerde kendilerini ifade edemeyecekler. Türkiye, suriye, iranda sıkıştılar. Onları dinleyecek bir dünyaları yok. Hangi araştırma sonucuna göre bu kanıya varmış? Hastalara sormaları gerekiyor; baş örtüsü seni etkiledi mi, ateist doktor olması, feminist kadın olması seni etkiledi mi? Etkileme kriterlerine de bakılır. İşte tedavi olabildi mi, yarım mı kesti, kaçtı mı, doktora saldırdı mı? diye. İnsanların baş örtüsünü gördüğünde korkacağını varsayıyor. Mesela talibanın doktoruna gidip talibanı şikayet etmek gibi. İşte "bana çok baskı yapıyor, özgürlüğümü elimden alıyor, psikolojim bunu kaldırmıyor" dediğinde Üstün dr varsayıyor ki talibanın doktoru seni alıp talibana götürecek ve derdini şimdi anlat diyecek. Yani kafasında bir sahne var ve o sahneye kendisi inanmış. Acaba hastalar da inanıyor mu? Adli tabipliklerde işkence görmüş yada cezaevinde yatamayacak derecede hasta olanlar için olumlu rapor düzenleyen doktor profilini nasıl düzeltiriz? Bir kadın erkek bir cerrahı kabul etmek istemeyebilir. Bunun çok örneği var. Yani meseleyi gelip kendi mesleği üzerinden sınırlama, engelleme, yasaklama girişimine kalkışması onun aslımda taliban ile bazı özelliklerin benzer olduğunu yani taliban da baş örtülü kadınların çalışmasına karşı, üstün dr da öyle. Eğer bu iki insanın zihin dünyası derinlemesine analiz edilse ben ortak bir noktaya ulaşılacağına eminim. Çünkü aynı davranışları farklı gerekçelerle yapıyorlar. Yani talibanı da ikna edemiyorsun bunu da. Bütün kötü şeyleri baş örtüsü işe ilişkilendiriyorlar. Kötü olabilecek şeyler başka nedenlerle de olabilirken sadece baş örtüsü ekseninde kötülük ele alınmakta. Talibanla baş örtüsü eş tutuluyor ama değil. Tayyiple baş örtüsü eş tutuluyor ama değil. Işidle baş örtüsü eş tutuluyor ama değil. Ama baş örtüsüne vurmak için taliban, tayyip ve ışidin kötülüklerin kullanılmakta. Bunlar baş örtüsü üniversitelerden kovan yapılar. Tıpkı Üstünün yapmaya çalıştığı gibi. Ama Üstün bu işi taliban, tayyip, ışidin açtığı yaralar üzerinden yapıyor. Yani insanlar bu karanlıktan korktuğu için hatta haklı olarak travma yaşadığı için bunları çağrıştıran baş örtülü bir terapistin faydasız olacağını iddia ediyor. Ama bu travmaları tayyip tek başına çıkarmadı ki. Ergenekon çeteleri sokağa saldı, bahçeli tayyip yıkılmasın diye destek çıktı. Tayyip tek adam olsun diye anayasa referandumunda pusulalar kabul edildi. Tek adam rejimini tayyip tek getirmedi. Travma çok boyutlu tartışılacak terapide.
  7. manifesto
    Basörtüsünden vazgecerek meslegine devam kadin psikologlari ne yapacaksiniz Üstün Bey? Karsilarina gelen basörtülü bir danisana belki de cok daha karmasik duygularla yaklasacak, kendi gecmisiyle hesaplasacak mi diyeceksiniz? Psikologlar yillarca süpervizyon aliyorlar, yansitma, karsi-yansitma, tetiklenme gibi durumlarda ne yapacaklarini gayet iyi bilirler mi diyeceksiniz? Evetse, o zaman bu profesyonellik basortulu bir psikogdan da beklenmelidir ve o da karsisinda gelen danisinandan zaten "etkilenmemeyi" meslek haline getirmis bir profesyoneldir. Ustun Bey'e göre en ideali, terapi odasinin kapisina neydim/ne oldum/ne olacagim manifestosu mu yazmak acaba?