Beş yüz

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bu benim TR724’teki beş yüzüncü (500.) yazım! Tam 500 kez siz değerli okurlara düşüncelerimi sunma, sizlerle görüş, analiz, yorum, duygu ve bilgilerimi paylaşma olanağına sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Eğer bu yazılarda herhangi bir biçimde sürç-i lisan ettiysem affola. Bilin ki bunu bilerek ve isteyerek yapmamışımdır. 

Bu yazıda son dört yıldır toplam 500 kez sizin karşınıza bir gazete makalesi ile çıkmış bir akademisyen yazar olarak genel bir değerlendirme yapmak istiyorum. Yazıya başlamadan önce adını burada vermek istemediğim yabancı bir “gazeteci” tarafından Twitter ortamında,  sözlü hakaret ve saldırıya uğradım. Aslında ilginç bir tesadüf ki, bu genel değerlendirmenin çerçevesine çok uygun bir veri oldu bu hakaret ve saldırı. Bazı soruların yanıtlanması, bazı belki de iyi anlaşılmamış olan noktaların açıklığa kavuşturulması gerektiğini anladım. 

Öncelikle neden yazıyorum? Bunu açıklamak istiyorum. İki nedeni var yazmamın. Bunlardan birincisi, en genel ifadeyle Türkiye’nin gidişatını beğenmediğimden. İkincisi, akademik uzmanlık alanımın Türkiye ile ilgili oluşundan. Birincisi, hem Türkiyeli biri olmamdan dolayı, hem de insani nedenlerle, Türkiye’deki otoriterleşen rejimden ve bu rejimin sonuçlarından dolayı derin endişe duyuyor olmam. Yani duygusal bir motivasyonum var. Rejim ve Türkiye halkının genelinin bu rejime yönelik tutumu hakkında büyük bir hayal kırıklığı yaşasam da, duygusal bu bağ yok olmadı. Çünkü biliyorum ki, sayıca ve oranca çok daha ufak da olsalar, milyonlarca insan var, benimle aynı duygu ve düşünceleri paylaşan. Bu insanlar, tıpkı benim gibi, yaşanan olumsuz dönüşümü görüyor, endişeleniyor, korkuyor. Bu gidişatı durdurmak istiyor ve ülkenin normalleşmesinin hayallerini kuruyor. Akademik olan ikinci motivasyonum ise, çok daha rasyonel bir düzlemde Türkiye’yle ilgilenmemi gerektiriyor. Her iki motivasyon da benim için belirleyici. 

Neden yazıyorum? 15 Temmuz 2016 sonrasıydı. Ben Yarına Bakış gazetesinde köşe yazarı olarak haftada bir yazmaktayken, malum nedenlerden dolayı gazete kapanmıştı. Ben yeni açtığım Twitter hesabımdan elimden geldiğince Türkiye’de neler olup bittiğini yorumlamaya çalışıyordum. Daha onlu rakamlarda takipçim vardı! Günün birinde TR724’ten bir mesaj aldım. Benim bir sıralı paylaşımımı gazetede yayınlamak istediklerini söylediler. KHK’lık olmuştum ve rejimin soluğu ailecek ensemizdeydi. Bir devlet üniversitesinde profesörken Kanada’ya 2015 Temmuz’unda bir yıllığına ailemle birlikte gelmiş, tam bir yıl sonra bir anda durup dururken hain ilan edilmiştik. Hikâyemiz belki kitlesel aydın takibatı ortamında son derece sıradandı. Ama bizim için öyle değildi. Korkuyorduk. Daha kısa süre önce saygın ve makbul kabul edilen kamu personeli ve akademisyenken bir anda hainliğe “terfi” etmiştim ve işin kötüsü, Türk olmayan eşim ve iki küçük çocuğum da bu süreçte aynı benim gibi “devlet düşmanı” ilan edilerek zulme uğramışlardı. Gazetede benim sıralı paylaşımların yayınlanmasından korktum. Ama korkunun ecele faydası yoktu. İstesem “suçsuzluğumu kanıtlamaya” çalışır, araya birilerini sokar, yalvar yakar olup bir şekilde yeniden “sistem tarafından kabul edilen” biri olabilirdim. Türkiye’deki pozisyonuma yeniden dönebilir, ya da en azından bunun hayaliyle susup oturabilirdim.  Hatırlıyorum da, “eşim rejim muhalifi” olma rolüme ve yazıp-çizmeme, Twitter ortamında bile büyük çekinceyle yaklaşmıştı. TR724’te yazma teklifini kabul ettiğimde bu durumdan hiç memnun olmadı. Onu ikna edebilmek için, ileride büyüdükleri zaman çocuklarımın babalarının dik duran ve doğruyu savunan biri olduklarını öğrenmelerinin önemli olduğunu söylemiştim. Bu düşüncemden vazgeçmedim. Bilgisayarımın klavyesine dokunurken hep onlar gözümün önüne geldi. Bundan 10 yıl, 20 yıl sonra ya bu yazdığımı okurlarsa! Onları utandırmamalıydım! Eşim Marina artık benim yazıyor olmamla ve tarihin doğru tarafında olmamla gurur duyuyor. Laik-Kemalist mahalleden olan annem başlangıçta kabullenemese de, artık sadece benim yazılarımın değil, gazetenin de müdavimi oldu. Birçok samimi arkadaşı da bizim gazeteyi okuyor. 

Ben neden Gülen Cemaati’ni savunuyorum? Bazıları bunu çok merak ediyor. Onları da sizi de şaşırtsa da, bu soruya benim yanıtım çok basit. Ben asla Gülen Cemaati’ni savunmuyorum. Ben hiçbir grubun avukatı değilim. Açık söyleyeyim, Kürt siyasi hareketinin, liberallerin, LGBT bireylerin, solcuların, Grup Yorum’un, Barış Akademisyenleri’nin, Alevilerin ya da gayrimüslim azınlıkların olanların uğradıkları mağduriyetleri dillendirmemle, Gülen Cemaati’nden olanların, mağduriyetlerini dillendirmem arasında hiçbir fark yok, motivasyon açısından. Azıcık aklı olan ve beni yazılarımdan ve sosyal medya paylaşımlarından tanıyan biri, bunu derhal anlar. Dahası, beni yakından tanıyan arkadaşlarım ve meslektaşlarım da bunu bilir. Benim derdim birilerini savunmak değil. Böyle bir misyonum ve amacım yok. Benim amacım, Türkiye’deki otoriterleşme ve faşizanlaşmadan dolayı mağdur olan herkese aynı ölçütlerle yaklaşmak. Mağdurların dünya görüşü ve ideolojilerine göre pozisyon almayıp, herkese aynı kriterleri ve standartları uygulamak. “Düşüncelerinize katılmıyorum, ama onları savunma hakkınıza sonuna kadar sahip çıkarım” ilkesiyle hareket etmek. 

Neden TR724? Neden olmasın? Cemaat’e yakın oldukları için mi? Peki, mesela Diken’de ya da Ahval’de, Cumhuriyet veya Sözcü’de, bugüne dek TR724’te yazdığım şeyleri yazsaydım, o zaman o yayın gruplarına mı “tasnif edilecektim”? TR724’te açıkçası her yazarın ideal ortamı olan bir redaksiyonel özgürlük rahatlığında yazıyorum. Bugüne dek yazılarımda birçok “aykırı” şeyler olsa da tek bir kez bile müdahale görmedim. Bu benim öznel deneyimimdir. Aynı deneyimi Yarına Bakış’ta ve Zaman’da da yaşamıştım. İddia ediyorum ki, bugün mesela Can Dündar bir yazı yayınlamak istese, gazete bu yazıyı da derhal yayınlar. Gazeteler platform olmalıdır. Yazarların görüşleri yazarları bağlar. Ben TR724’te yazarken tümüyle bu parametrelerle düşünüyorum. Yazdığım platform önemli değil. Nerede yazdığım değil, ne yazdığım önemli. 

Cemaat’çi miyim? Bu, özür dilerim ama bunu bana biri sorsa (ki sıklıkla soruluyor, malum Türkiye sosyolojisi!) son derece kaba bir soru olurdu. Fakat burada 500’üncü yazının hatırına çok açıkça yazayım. Hayır, ne Gülen Cemaati (GC) veya Hizmet Hareketi ile, ne de başka bir İslami Cemaat veya dini grupla herhangi bir aidiyet veya sempati bağım yok. Fakat hemen şunu ekleyeyim ki, olsaydı da bunu gururla söylerdim. Çünkü din ve inanç özgürlüğüne inanıyorum. Herkes istediği dini düşünceye inanmakta ya da inanmamakta, istediği dini örgütlenme veya gruba girmekte veya girmemekte özgürdür. Ama hiç kimse, kendi dini düşüncesini baz alarak, diğer insanların inancına veya dini örgütlenme gereksinimine laf edemez. GC bugün günah keçisidir. Daha dün GC’ne yakın medyada çalışan veya gazetelerinde yazan birileri, bugün kalkmış GC için terör örgütü falan diyorsa, o zaman bu kişilerin kendileri de teröristtir. GC içinden veya onunla ilişkilendirilen birileri eğer suç işlemişlerse, mutlaka yargılanmalıdırlar. Fakat bugün Türkiye’de bağımsız yargı bitmiştir. Bu ortamda yüz binlerce kişinin sudan ve komik gerekçelerle, vodvil mahkemelerde “yargılanıyor” olması, en asgari insan hakları standartlarına göre bile utançtır. Buna karşı çıkmamak, bunu kendi ideolojik pozisyonları gereği görmezden gelmek ve insanların çığlıklarına kulaklarını tıkamak, aydın davranışı olamaz. Eğer bu ortamda salt TR724’te veya öncesinde Yarına Bakış ile Zaman’da yazdım diye Cemaat “iltisaklı” ilan edilerek takibata uğratılacaksam – ki olan bu! – benim için onurdur bu. Aynı şeyi büyük rahatlıkla, Kürt siyasi hareketi, LGBT, Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, yoksullar, sekülerler, Barış akademisyenleri ve solcular için de söylüyorum. Nasıl ki LGBT haklarını savunmak için homoseksüel olmak, ya da Yahudilerin haklarını savunmak için Yahudi olmak gerekmiyorsa, Cemaat’ten olanların hak ve hukukunu savunmakla da “Cemaat’çi” olunmaz! Hele, “FETÖ” gibi rejim diskurunu kullanmak, benim gözümde ancak bir rejim borazanının yapabileceği bir davranıştır; bunu yapan aydın olamaz, entelektüel kabul edilemez. Aynı şey, Kürt siyasi hareketini destekleyen herhangi birine terörist demek için de geçerlidir. 

Kendisine “uluslararası gazeteci” diyen biri, benim birkaç Twitter paylaşımıma son derce saldırgan ve nefret dolu yanıtlar verince, bu 500’üncü yazının konusuna karar verdim demiştim. Bakın o paylaşımlardan birinde Aya Sofya’nın yeniden camiye çevrilmesi hakkında şunu söylüyorum: “Aya Sofya konusundaki ikazlarımın altına yapılan bazı yorumlar kafamda tolerans kültürü hakkında birçok şeyi daha da netleştirdi!”. Adam bana “Senin kült kardeşlerin masum insanları sahte suçlarla yargılarken toleransın neredeydi hödük?” diye yanıt veriyor. İngilizce yazdığım bir başka Twitter paylaşımında Aya Sofya’nın 1500 yıllık ve Hristiyan dünyasının en eski katedrali olduğunu; cami olarak değil kilise olarak açılmasının çok daha normal olacağını söylemişim, ona şu yanıtı veriyor (tercümesi): “Aya Sofya’nın Hristiyan geçmişini bir kült üyesi olarak [Gülen Hareketi’ni kült olarak betimliyor ve benim o kültün üyesi olduğumu ileri sürüyor] kendi politik Haçlı Seferinle [amaçların doğrultusunda] enstrümentalize ediyorsun. Bir Hristiyan olarak (en azından kültürel) bunu iğrenç buluyorum. Sana ve fırsatçılığına yazıklar olsun [utan]”. Trolün birinin yazdığı “Tivitlere bak [yazım hatası kendisinin] çoğunda Türk düşmanlığı, Türkiye aleyhine. Paul eminimki [yazım hatası kendisinin] sen bundan daha Türksün” diyen bir başka Twitter paylaşımına cevaben de “Türk düşmanı, Kürt düşmanı, genel olarak bu bölgenin düşmanıdır ama Kanada anlamaz bunu maalesef” diyor, beni kast ederek. Bunu sıradan bir Twitter kullanıcısı yazsa, görmezden gelir, engellemekle yetinirim. Fakat bunları yazan The Guardian gibi, The Atlantic gibi yayın kuruluşlarında yazılar yayınlayan, Türkiye muhabiri olarak kabul gören, Sabancı Üniversitesi’nden Türkiye çalışmaları yüksek lisans programından mezun, uluslararası bir gazeteci! Ek bilgi olarak, Türkiye kökenli değil, Amerikalı! 

Bu paylaşımların nefret suçu içerdiği çok nettir. Rejimin diskuru eğer muhalefet tarafından benimsenmemiş olsaydı, Kemalist-ulusalcılarla sosyal etkileşimde olduğunu düşündüğüm bu gazeteci bu tür cümleler kuramazdı. Ülkesi ABD’de nefret suçlarına karşı hem yargı yaptırımları çok serttir, hem de mesleki olarak bu tür aşırı düşüncelere sahip, nefret suçu işleyen bir “gazeteciyi” ABD medyası asla herhangi bir medya kuruluşunda barındırmaz. Mesele Ortadoğu olunca, özellikle de Türkiye’deki hâkim politik dil rejim jargonunca belirlendiği için, bu tür sözlü saldırılardaki eşik de düşük oluyor. 

Türkiye’de iktidarın da muhalefetin de rejimi oluşturması, evrensel insan haklarını ve bunların gereğini talep eden demokratların gardını düşürüyor. Bu ise, benim 15 Temmuz 2016’dan bu yana yazma gerekçelerimin başında gelen bir motivasyon. Tam 500 kez, aşağı yukarı 3 sayfa, neredeyse dün aşırı yazdım ve buna karşı mücadele verdim. Açıkçası bir avuç benim gibi insan gibi, ben de çok yoruldum. 500 yazında, üçer sayfadan 1500 sayfaya yakın bir faşizme eleştiri güncesi oluştu. Bugün “iyi ki yazmışım” diyorum. Çünkü alternatifi direnmeden teslim olmaktı. Biliyorum ki yalnız değilim. Sizler varsınız. Umarım başka yazılarla hak ve hukuk arayışı mücadelemize devam ederiz. 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

6 YORUMLAR

  1. Sayın M.E.Çaman,
    Yazılarınızı büyük bir keyifle okuyorum.İyi ki varsınız…
    Şu an Türkiye’nin en ahlaksız,en şerefsiz,en ruhsuz bir yayın organında yazsanız bile o yayın organına ulaşır ve yazılarınızı yine takip ederdim…
    Sağlık sıhhat ve afiyetle hoşçakalınız,sağlıcakla kalınız

  2. Sayın Çaman,
    Allah, size, annenize, eşiniz Marina hanıma, çocuklarınıza ve sevdiklerinize dünya ve ahiret saadeti ihsan etsin. Yazdıklarınızın, iki cihan için de gözaydınlığı olmasını dilerim.
    Düşüncelerinize her zaman tümüyle katılmasam bile, yazılarınızın çok büyük bir kısmını zevkle okuyorum. İyi ki varsınız ve iyi ki tr724’de yazıyorsunuz.
    Tr724 okurlarından bir olarak şunu rahalıkla söyleyebilirim: çevremde sizi okumayan çok az arkadaşım var; okuduklarını değerli bulmayan birine bile rastlamadım.
    Sizi seviyoruz…

  3. Sevgili Efe Hocam,
    Yazdiginiz yazilar icin ictenlikle tesekkur ederim. 500 yazinin neredeyse tamamini okumusuzdur. Arada kacanlar olmustur belki. Hatta ilerde konu butunlugu icinde ciltler halinde kitaplastirilmasini cok isterim. Ve emin olun yalniz degilsiniz.
    1000. yazinizda gorusmek uzere.
    Saglicakla kalin.

    **Ingilizce klavye icin kusura bakmayin:)

  4. Muhterem Mehmet Efe beyfendi.
    Cesaretiniz, doğruluğunuz, hakkı savunmanız, haksızlıkların karşısında olmanız açıkçası bana ve benim gibilere umut kaynağı, cesaret kaynağı, yalnızlığımızı unutturan çok önemli duruşlardır. Teşekür ederim size.

  5. Sevgili Mehmet Hocam,
    Ben de yazılarınızı çok beğeniyorum. Gerçekten çok kaliteli yazılarınız (hem dil olarak hem de fikir olarak). Bazen kullandığınız ifadeleri çok hayret ederek okuyorum. İyi ki varsınız. İyi ki yazıyorsunuz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin