Bediüzzaman’ın İstanbul’u (1)

YORUM | M. NEDİM HAZAR

Koskoca bir çağa seslenen İslam tarihinin en mühim alimlerinden biridir Bediüzzaman. 

Müthiş bir zekâ, hayranlık duyulacak hafıza ve insanı hayrete düşürecek bir belagat. 

Hz. Üstad’ın hayatının özellikle 1950-1960 yılları arası çok ama çok enteresandır. 

Kanaat-i acizanemce özellikle siyasi ve sosyolojik açıdan didik didik edilmeli ve hiç çekinmeden yazıya dökülmelidir. 

Korkarım ki bu beni aşan yekûnlu bir iş. 

Daimi okurlar bilirler, daha önce Bediüzzaman’ın vefatından hemen önceki son yolculuğunu, son ramazanını, son sohbetini ve son akşamını kaleme almaya çalışmıştım. 

Tek Parti döneminin din ve dindara yaptığı baskı, inanan insanları öylesine bir “Sütten ağzı yanmış” durumuna düşürmüştür ki, bugün bile neredeyse tüm dindarlar hala CHP’nin bu kodlarından kurtulamadığına -haklı olarak- inanmaktadır.

Bir siyasi partide vücut bulan devlet, tüm baskı ve istibdadını yıllarca CHP üzerinden uygulamıştır. 

Bu durum özellikle çok partili siyasete geçildiği ilk günlerde toplumdaki kanaat önderlerinin yeni partilere büyük umutlar bağlamasına sebep olmuştur. 

Allah rahmet eylesin, kimseyi yargılayacak halimiz yok, ancak Bediüzzaman da dahil pek çok alimin bu sebeple Menderes ve arkadaşlarına gereğinden çok fazla önem atfettiği, kalben yanında oldukları ve bir süre sonra siyaseti buğz ettiklerini görürüz. 

Hazreti Bediüzzaman’ın vefatından hemen önce “Ben gidiyorum ama bunlar böyle (elini ters yüz ederek) olacaklar!” demesi yaşadığı hayal kırıklığıyla beraber inançlı insanın siyaset ile kuracağı mesafenin ayarlamasıyla ilgili çok önemli bir kıstastır. 

Dedikten sonra biz yine ana konumuz otellere dönelim. 

İstanbul, Bediüzzaman Said Nursi için çok önemli bir şehirdi. 

Bu şehrin her şeyi onun için bir laboratuvar gibiydi. 

Beni en çok etkileyen, görselliği ve betimlemesi ile günümüzdeki tüm katastrofobik filmlerden bile ileri olan, kullandığı dil ile muhteşem bir dramatizasyon içeren 10. Rica bunun için şahane bir örnektir. 

Bediüzzaman’ın Walking Dead dizisine taş çıkaran betimlemeleriyle ahireti anlattığı bu risaleyi şuradan okuyabilirsiniz. 

Otel başlığıyla başladığımız bu seride, isterseniz bugünü Bediüzzaman’ın İstanbul’una ayırabiliriz…

Hatta daha önce birkaç sınırlı çalışma ile kalmış bu konuyu belki “Bediüzzaman ve mekan” başlığı altında bir seriye dönüştürebiliriz belki…

“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar/Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar!” diyor şair. 

Bir önceki yazıda belirttiğimiz gibi, aslında zihninde bambaşka bir gelecek tasavvuru olan Hz. Bediüzzaman henüz 19 yaşında bir delikanlı iken, Van Valisi Tahir Paşa’nın getirdiği gazetelerde okuduğu haberle, bambaşka bir istikamet belirler. 

El Ezher’e gidip eğitim almak isterken, iman ve Kur’an’a yapılacak olan saldırıları ve tehlikeleri adeta görmüştür. 

Bediüzzaman’ın bu “Flashforward” özelliğini başka başka yazılarda anlatmıştım. 

Aradan geçen on yıl sonra artık harekete geçmenin zamanı gelmiştir. 

Van Valisi Tahir Paşa’nın Bitlis’e tayiniyle beraber hayatındaki kırılma yaşanır. 

Tahir Paşa bir tezkire yazar ve onu Sultan Abdulhamid’e gönderir.

Tahir Paşa’nın tezkiresi:
Kürdistân ulemâsı beyninde hârika-i zekâ ile meşhur Molla Said Efendi muhtac-ı tedâvi olduğundan şefkat ve merhamet-i hazret-i hilâfetpenâhiye ilticâ ederek bu kere ol-cânibi âliye azimet eylemiştir. Mumaileyh bu havalide ilimce umûmun mercii hal-i müşkilâtı olduğu halde yine kendisini talebeden sayarak kıyafetini değiştirmeye şimdiye kadar muvâfakat etmemiştir. Kendisi veliyyülnimet-i azim efendimiz hazretlerine hakikaten sâdık ve hâlis bir duâcı olmakla beraber fıtraten edip ve kanâatkâr ve fikr-i çâkerânemce şimdiye kadar Dersaadete gitmek bahtiyârlığına nâil olan Kürd ulemâsı içinde gerek ahlâk-ı hasenece gerek Zât hazret-i Hilafetpenâhiye sadâkat ve ubûdiyetçe alâ ziyâde şayân-ı âtıfet bir zât-ı diyânet şiâr olmasına nazaran, mumaileyhima emr-i tedavi hususunda mahzar-ı teshilât ve nâil-i iltifât-ı mahsûsa olması umum kürdistan talebesi hakkında ilelebed unutulmaz bir inayet-i âlel-âl hazreti padişahi telakki olunacağının arzına cüret kılındı. Bu babda ve her halde emrü ferman hazreti menlehül emrindir. 3 Teşrinisani 1323 Bitlis Valisi Tahir
Y.PRK.UM., nr.80/74, 10 Şevval 1325/16 Kasım 1907.

Hz. Üstad, üniversite için uzaklara gitmeyecek aksine doğuda bir üniversite açılması için çalışacaktır. 

Ve niyeti, Osmanlı Sultanına meselenin önemini izah edip, projesini anlatmaktır. 

Bu akademi İslam alemine girmeye hazırlanan ateizm, deizm ve Darvinizm gibi dinsizlik akımlarını, ayrıca dahilden yayılmaya başlayan Şiilik, Vehhabilik ve ırkçılık gibi tehlikelere karşı dini ve ilmi bir altyapı ve jenerasyon üretecektir. 

Gerekçeleri de son derece açık ve mantıklıdır.

Ona göre, medrese ehli mekteplileri dış görünüşüne ait meselelerden dolayı iman zaafıyla suçluyor, mektepliler ise onları fünun-u cedideden bihaber olduklarından cahil sayıyordu. Fikirlerdeki ve metotlardaki bu ayrılık İslâm topluluğunda ahlâkiyatı sarsmış ve medeni terakkiden onları geri bırakmıştı. Bunun ıslahı için yegâne çare, medeni mekteplere dinî bilgiler koymak, medreselerde de eski Yunan felsefesi yerine müsbet ilimler okutmaktı. Ayrıca “dervişan” sınıfını tenvir etmek için tekkelerde “mütebahhir” ulema bulundurmak lâzımdı. Bu suretle topluluğun gencine ve ihtiyarına füyâzât zerk eden üç ana müessese ahenk içinde çalışacak ve cemiyeti terbiye bakımından yüksek mertebelere ulaştırma fırsatı bulacaktı.

Ancak şartlar ve kader olayı bambaşka şekilde geliştirir. 

Fransız neo-empresyonist ressam ve Georges Seurat ile beraber puantilist stili geliştiren Paul Signac’in 1907 yılında ürettiği eseri

Yıl 1907…

İstanbul’daki siyasi kararsızlık, Teşkilat-ı Mahsusa’nın adeta nefes aldırmayan baskısı, insanın özgürlük arayışı ve bu samimi arayışı kullanmak isteyen batılıların kışkırtmaları ortalığı toz duman etmiştir. 

Padişaha ulaşmak hiç de kolay değildir. 

Ne kadar gerçek ne kadar komplodur şimdi tam olarak emin olamadığım Sabetaycı ve Mason güruh padişahın etrafına adeta bir kale örmüştür.

Hünkâr kendi halkından kopmuş, kendi entelektüelleriyle oturup istişare etme kanalları tıkanmış, sadece dalkavuklar ve entrikacıların insafına terkedilmiştir.

Said Nursi İstanbul’a geldiği yıl büyük bir yangınla kavrulan Fatih semti.

Bediüzzaman ne kadar çabalarsa çabalasın tüm girişimleri akim kalır. 

Bir türlü Abdulhamid’e ulaşamaz. 

Bunun yerine avucuna bir bütçe verilip, “git üniversite mi kuruyorsun, ne yapıyorsan yap!” denir. 

Karşılarındaki zatın Bediüzzaman olduğunu ise bu para yüzlerine çarpılınca anlarlar!

Bu mevzu bir yazıda bitecek gibi değildi zaten.

Devam edeceğiz, unutmayın esas konumuz Bediüzzaman’ın ikamet ettiği oteller ve bir alt başlık olarak İstanbul ve Bediüzzaman ilişkisi…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Nedim bey merhaba,

    su yazınıza nasil ulaşabiliriz: Bediüzzaman’ın vefatından hemen önceki son yolculuğunu, son ramazanını, son sohbetini ve son akşamını kaleme almaya çalışmıştım.

  2. O resmî oluşumudur. Varlığı çok öncelerine dayanır.miralay Rasim bey zamanında tahminen 1900 yılında gayr ı resmî olarak faaliyet gösterdiğini, 31 Mart ta önemli aktiviteler yaptığı bilinmektedir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin