Bebeklerle derdiniz ne?

YORUM | AV. OSMAN ERTÜRK

Türkiye Cumhuriyeti’nin yaklaşık yüz yıllık tarihinde fırtınalı yıllar hep olageldi. Ama son beş yıldır yaşananlar “Pes” dedirtecek seviyede. O kadar akıl dışı şeyler oluyor ki, hepsini takip edebilmek mümkün değil. ‘Bebeklerle sorunu olmak’ bunlar içerisinde belki de en akıl dışı olanı diyebiliriz. Bir insanın veya topluluğun bebek ile alıp veremediği olmaz diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Terslikler ülkesi olan memleketimiz, maalesef dünyada en çok bebeğin tutsak edildiği ülke.

15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sonrası iktidar elitleri kendilerine bebekleri de düşman belledi. Zaten sorunlu olan yargı bürokrasisi meşum darbe girişiminden sonra tamamen dağıldı! Tutukluluk istisnai bir tedbir olması gerekirken lohusa kadınları tutuklama sevdasına giren bir yargıyla karşılaştık. Yıkılmış, viraneye dönmüş bir yargı erki, dile kolay 1200’e yakın bebeği cezaevinin boğucu atmosferi ile tanıştırdı. Bu bürokrat takımı, içleri hiç cız etmeden aldıkları kararlarla ne kadar zalim olduklarını dünya âleme gösterdiler. Tutsak bebeklerin bir kısmı zamanla tahliye olsa da, halen yaklaşık 600 bebek bu işkenceye maruz.

Bebekler suç işlemez                                                              

Bebekler annesine ihtiyaç duyan, onun sinesine yaslanarak ihtiyaç gideren sabilerdir. Anneleri ile beraber sağlıklı bir ortamda olmaları hayati önemdedir. Fakat zulme kilitlenmiş bir grup devlet görevlisi, doğumun hemen öncesi ve sonrasında acıları katlamak için azami gayret gösterdi/gösteriyor. İnsan hürriyeti anayasal bir hak iken bunu bilmiyormuş gibi yapmaları sırıtıyor. Tutuklanma isteyen savcı, tutuklama yapan hâkim, doğumhane kapılarında nöbet bekleyen polisler bu dönemin yüzkarası olarak kayıtlara çoktan geçti. Doğum öncesi/sonrası için hastanede nöbet tutan güvenlik görevlilerini önceden duymazdık. Fakat ne acıdır ki, demokrasi ve insan haklarından uzaklaşan ülkemizin utanç hanesine bu meşum görüntüler de yazıldı. Bir bebeği doğumu ile birlikte veya doğumdan kısa bir süre sonra cezaevine koymak için hiçbir neden yok. İlgilileri takmasa da 5275 sayılı kanun bunun önünde engel. Fakat kanun tanımayan bir güruha, bunu anlatmak çok zor. Bu can yakıcı sorun tam anlamıyla bir kangren halini almış durumda.

Cezaevi koşulları ürkütücü

Bu satırları okuyan birçok insan gözaltı ve tutukluluk yaşamamış olabilir. Özgürlüğünden mahrum kalmak her insan için çok zordur. Meşhur latifedir: Nasrettin Hoca bir gün eşekten düşmüş. Hocanın başına insanlar toplanmış. Hocaya demişler ki: -Hocam bir doktor çağıralım mı? Hoca ise: “Yok yok, benim halimden doktor anlamaz, anlasa anlasa eşekten düşen anlar. Siz bana eşekten düşen birisini getirin, o benim halimden anlar” demiş. Cezaevi koşullarını gören bu satırların okuyucusu, dediklerimi daha iyi anlayacaktır. Dört duvar arasında yıllarca mahpus kalmak, en temel ihtiyaçlardan ve sevdiklerinden uzak zaman geçirmek çok zor. Daha zoru da sizinle özel uğraşan koltuk sevdalısı zevatın işkenceye varan zulümleri. 10 kişilik koğuşta 23 kişinin kalması, bebeklerin aşı olamaması,  üzerlerine çay dökülmesi, yürümeyi öğrenen bir bebeğin düşüp kötü bir şekilde kafasını yattıkları demir ranzaya çarpması, bebeklerin emeklemelerine uygun ortam olmaması, oyuncakların yasak olması, temiz suyun sınırlı olması, bebeğin gece ağlamalarının koğuştaki diğer insanlara etkisi, bu durum da mahpus anneler ve çocukları üzerinde baskı oluşturması, ilk bakışta akla gelen problemler. Hamile olarak cezaevi ile tanışıp, demir parmaklıklar ardında düşük yapan anneler de ayrı talihsizlik ve mağduriyetin muhatapları. Dünyaya gelemeden ölen yavrusunun anneye verdiği psikolojik tahribat ayrı bir yazı konusu olacak kadar uzun.

O hakim ve savcılarla aynı sıralarda, aynı dersleri gördük!

Bu hukuksuz, zalimce durumu canla başla savunmak da ayrı bir garabet. 5275 nolu Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin hakkında cari olan bir kanuna sahibiz. Bu kanunun 16. Maddesi “Hamile ya da 6 aydan küçük bebeği olan kadınların tutukluluklarının ertelenmesi gerektiğini” söylemekte, fakat bunu göz ardı eden bir adalet bürokrasisi tutuklama sevdasıyla kendini paralamakta. Bu hukuksuz kararları veren hakimler ve savcılarla aynı anfilerde önlü arkalı derslere girdik. Aynı ceza genel hukuku, ceza özel hukuku, usul hukuku ve hukuk felsefesi okuduk. Ağızlarından Allah kelimesini düşürmeyen yargı üyelerine “İslam hukukunda da anne ve bebeğin tutukluluktan muaf” olduğunu hatırlatmak gerekir. Namus ve şerefi üzerine yemin eden insanların üç kuruşluk dünya menfaati, birkaç yıl oturulacak koltuk için ne hallere düştüğünü görmek çok acı. Hukuk nezdinde masum olan insanları tutuklamak için takla atan hakim ve savcılar, bilin ki bu günler gelir geçer. Ama verdiğiniz kararlarla durduğunuz yeri kendinizin belirlediğini, attığınız imzaların sorumluluğunu yıllar geçse de taşıyacağınızı bilmeniz gerektiğini hatırlatmak isterim.

Bebeklere savaşmayın!

Altı yıldır cemaate karşı sürdürülen kirli savaş aslında bir Pirus Zaferi gibi. Hukuk düzenini alt üst eden, kanunları değiştirerek temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan despot rejim sevdalılarının elinde virane bir ülke kaldı. Neresinden baksan dökülen bir devlet var artık. Ekonomisi evlere şenlik, eğitimi tam bir garabet, dışişleri aciz bir halde. Bu dönemin belki de en çok hatırlanacak tarafı ise adalet mekanizmasındaki tiksinti verici kararlar, bebeklere ve kadınlara musallat olan saray bezirgânlarının yaptıkları. Oyuncaklarıyla oynayamayan bebeklerin, en temel haklarından mahrum bırakılan sabilerin, ana babasından ayrı çocukların ahı sarayın surlarını çatırdatmaya yetti de arttı bile. Sonu gelmeyecek sanılan hukuksuzluk, gasp, gözdağı, tutuklamalar yakın bir zamanda bitince, arkaya bakıp bebeklerin aslında bu sürecin kazananı olduğu görülecek. Onlarla savaşmaya kalkan bedbahtlar ise yıllarca nefretle anılacak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin