YORUM | AHMET KURUCAN
Tam 8 yıl olmuş kızını gurbete salalı. O günden bugüne de onu bağrına alıp saramamış, baharda açan gonca güller misali kokusunu içine çekememiş, küçükken hep yaptığı gibi dizlerine oturtup güzelliğine güzellik katan saçlarını tarayamamış.
Kokusunu ulaştıramasa da, bağrına basıp sarma imkanı vermese de teknolojinin nimetlerine şükür, hiç olmazsa bembeyaz bir camın arkasında simasını ve sesini ulaştırıyor ona. Mutlu oluyor anne onun simasını görünce, sesini duyunca ama bu mutluluk eksik. Gönül evinde yanan evlat hasreti yangınını söndürmüyor çünkü. Hayatın tabii akışı içinde, gündelik işlerin telaşında bu duygular çok yoğun yaşanmıyor belki ama bugün bayram ve bayramda bu hisler tavan yapıyor, her türlü engeli aşıp Everest tepesinin üzerine oturuyor.
İşte bugün de öyle oldu. Bu kaçıncı bayram ve hayatımı hayatına feda ederim dediği ciğerparesine bu bayram da sarılamayacak o anne. Özlemini, hasretini uzakları yakın eden o ekranların önünde gidermeye çalışacak. Üzülecek ama üzüldüğünü belli etmeyecek. Sevinecek ve sevincini Amazon Nehri misali uzunca ve Niagara Şelalesi misali coşkuyla yaşayacak. Fakat o telefonu kapattıktan sonra da kızım üzülmesin diye tuttuğu gözyaşlarını salıp, kendi gözyaşlarından oluşan durgun gölde sakinleşmeye çalışacak.
Bakın eli kalem tutan, düşüncelerini duyguları ile harmanlayıp kaleminin mürekkebi ile bembeyaz bir kağıt parçası üzerinde buluşturup okyanus ötesi ülkede yaşayan kızına gönderen anne ne diyor? Nerede mi? Ramazan’ın son gününden birinde gönüllü vazife yapan üniversiteli öğrencilerin annelerine böyle güzel çocuklar yetiştirdikleri için verilen teşekkür iftarında. Kendisi gelemediği için o salonda okunmak üzere yazdığı şiirinde.
Ne diyor dedim de aslında neler demiyor mi demem lazım. “Ateş harına kurban arar” diyor. “İnançtan gömlek diken annelerden” bahsediyor. “Gurbet iki hece ama “kaç asırlık yol” gel de onu bana sor” diyor. Özlemi yakasız beyaz gömleğe yani kefene benzetiyor. Sadece ben değil yüzyıllardır nice anneler tattı bu acı gerçekliği diyor ve kadere isyan olur korkusuyla çok dikkatli bir dil kullanarak katlanması zor diyor.
Sonra birden bunca yıldır tek başına yaşadığı onca tahammülfersa hadiselere rağmen yüzünü yere baktırmayan, insanüstü gayretleri ile kışta baharı, zifiri karanlıkta aydınlığı üreten kızını hatırlıyor ve ona sesleniyor. Sen diyor ümitlerin kefensiz olarak yerin derinliklerine gömüldüğü dünyada umuda umut oldun yavrum. Her sabah yeniden doğan güneş misali hayata yeniden doğdun diyor. Bu sözleri ile kendi hüznünü içine gömüp kızına umut pompalıyor binlerce kilometre öteden. Ne mutlu böyle bir evlada sahip anneye ve ne mutlu böylesi bir anneye sahip evlada.
Şimdi isminin de ifade ettiği manaya uygun bir şekilde kelimelerle dans eden ve o dans ile şahsen benim duygu ve düşünce dünyama adeta sihir ve büyü etkisi yapan o şiiri sizlere bayram hediyesi olarak sunuyorum.
“Ateş harına kurban arar
Su can olmak için toprak
Kimi kendini arar evrende kimi ister kaybolmak
Acıyla işaretlenmiş kapıların ardından
İnançtan gömlek diken annelerin yaraları
Bir de göç yoluna vedasız çıkan kanadı kırık kuşları
Gurbet iki hece lakin kaç asırlık yol
Yerkürenin acılarına direnmeyi
Özlemin yakasız beyazını giymeyi
Annelerin kalbine sor
Yüzyıllık hikayeler vardır tekrarlanan
Neresinden okusan katlanması zor
Beyaz patiskalara iğne ile kuş işleyen kadınların
Direngen kızları vardır
Hüzün taşlarıyla örülü yollara umut ekerler
Kuşlara yem verip çiçeğe su dökerler
Onaran kadınların merhem olmaya ant içmiş kızları vardır
Kışın ayazında bahara dair şiirler yazan
Karanlığın kalbine aydınlığı fısıldayan
Umudun kefensiz gömüldüğü dünyaya
Meydan okuyan, umut olan
Ver her sabah yeniden yeniden doğan.”
Rukiye Hanım’a ve bu şiirin yazılmasına vesile olan nurlar misali kızı başta olmak üzere herkesin bayramını tebrik ediyorum.