YORUM | Dr. REŞİT HAYLAMAZ
Bir önceki yazıda, gücü elinde bulundurdukları fetih günlerinde Sahâbe’nin ortaya koyduğu hâl dilinin, Hind gibi bir kadının kin ve nefretini eriten en önemli iksir olduğunu yazmaya çalışmıştım. Merak edenler için o gün, daha başka neler olduğunu da anlatmaya çalışayım:
Kocası Ebû Süfyân’ın çekinmesiyle Hazreti Osmân (veya üvey oğlu Ebû Huzeyfe’yi) devreye koyan Hind, yanına Ebû Cehil’in kızı Cemîle, İkrime’nin hanımı Ümmü Hakîm ve Safvân İbn-i Ümeyye ile Süheyl İbn-i Amr’ın hanımlarını da alarak Mekke aristokrasisinden dokuz kadınla birlikte Safâ tepesine geldi.
İsminin infaz edilecek 14 kişi arasında oluşundan mıdır yoksa yolda gelirken birisinin sataşmasına takılıp yoldan dönmemek için midir bilinmez, tanınmamak için yüzünü kapatmıştı.
Normaldi; zira, mücessem Şefkat’i, henüz kendi şefkat enginliğiyle tanımıyordu!
Önemli olan, “gelmez” denilenlerin de gelmesiydi!
O günün güneşi, Sefâ tepesi’ni daha farklı ısıtıyordu!
21 yıllık nefretin durulaştığı demlerde sıra onlara da gelmişti.
Herkes gibi Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) onlardan da talebi oldu.
Henüz yol/yöntem bilmiyordu ya, önce, “Vallahi de sen, erkeklerden istemediğin şeyleri biz kadınlardan talep ediyorsun!” diye bir tepki verdi, Hind.
Hiç olmayacak bir çıkıştı bu! Ama olsun, emekler semereye durmuştu!
Fahr-i Âlem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Zina etmeyeceksiniz!” buyurunca, baskın ve belirleyici fıtrat yine tepki verdi:
“Hür bir kadın hiç zina eder mi yâ Resûlallah!”
Devam etti Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz!”
“Bize öldürecek çocuk mu kaldı; onları biz büyütüp terbiye ettik, büyüdüklerinde Bedir’de siz öldürdünüz!” cevabını veren de yine Hind idi. Zira Hind’in iki kardeşi ile üvey oğlu Hanzala Bedir’de ölenler arasındaydı.
Sanıldığının aksine onun bu sözü, Hazreti Ömer (radıyallahu anh) ile göz göze gelen Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) tebessümüne sebebiyet vermişti.
“Hırsızlık yapmayacaksınız!”
“Allah’a yemin olsun ki ben, zaman zaman Ebû Süfyân’ın malından habersizce alıyorum; bunlar bana helâl midir, yoksa haram mı, bilmiyorum!”
Yine tebessüme sebebiyet veren cümlelerdi bunlar. Uçurumun kenarından keskin bir dönüş yaparken üç kuruşun lafı mı olurdu ve bu sırada gelişmeleri yakından takip eden üç günlük Müslüman Ebû Süfyân da bunları duymuş ve herkesin duyacağı şekilde, “Bugüne kadar aldıklarının hepsi helâl olsun!” diye bağırmıştı.
“İffetinize halel getirmeyecek, iftira çirkinliğinden de uzak duracaksınız!”
Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) bu talebi Hind’in, bir türlü kabuk tutmayan yarasını deşmişti; yıllar önce yaşadığı bir aile travmasını hatırladı ve o gün maruz kaldığı iftiradan dolayı yıkılan yuvasına iç geçirerek, “Vallahi, gerçekten de iftira, çok çirkin bir iştir; ne var ki bağışlamak, daha güzel bir davranıştır!” diye karşılık verdi.
Bir talebi daha vardı Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem):
“İsyan da etmeyeceksiniz!”
Buna da bir şerhi vardı Hind’in; “Sadece emr-i maruf konusunda!” diye yükseltti sesini.
Bu sırada Hazreti Ömer’e (radıyallahu anh) dönen Habîb-i Kibriyâ Hazretleri, “Bunların bey’atını da alıp kabul et ve onlar için de Allah’tan istiğfar dile; çünkü Allah (celle celâlühû), bağışlaması bol, affı da engin olandır!” buyurdu.
Arkadaşlarıyla birlikte Hind de Müslüman olmuştu. Beklentisinin aksine ne Uhud’un hesabı sorulmuştu ne de Hazreti Hamza’ya (radıyallahu anh) yaptıklarının!
Zira, yenilir yutulur bir cürüm değildi Uhud ve bir “hesap” bekliyordu Hind!
Acaba, yüzü kapalı Hind’i tanımamış mıydı?
Tanımadığı için ona, sıradan bir kadın muamelesi mi yapmıştı?
“Dün..” diye başlayan cümlelerle “eski defter”ler ortalığa dökülmemiş, kimseyi mahcup edecek bir muhakeme de söz konusu olmamıştı.
Emin olmak için bir adım daha yaklaştı. Bu sırada, yüzündeki peçeyi de sıyırmış, gözlerini de Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek gözlerine dikmişti:
“Ben Hind’im, yâ Resûlallah!” dedi. “Utbe’nin kızı, Hind!”
Bunun anlamı açıktı; ‘Uhud’un eli kanlı faili, amcan Hamza dahil 69 şehîdin cansız bedenini bıçaklarla doğrayan, hızını alamayıp uzuvlarını ipe dizen ve gerdanlık diye boynunda taşıyan kadın benim, beni de mi affettin?’ demekti bu.
İnsan sarrafı Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) tanımaması imkansızdı; hatta kaç gündür kocası Ebû Süfyân üzerinden gönderdiği mesajlarla gelişini gözlediği bir insandı, Hind. Ancak O (sallallahu aleyhi ve sellem), içinde kopan fırtınaları dışa vurmuyor, mağmalar gibi yanıp duran sinesine, her defasında ayrı bir taş daha basıyordu.
Zira gerçek mü’min, akıl ve muhakemesiyle hislerine hakim olabilen, duygularının kabardığı demlerde bile dengesinden hiçbir şey kaybetmeyen insan demekti.
Diken üstünde ve tedirginlikle bekleyen Hind için kaç gündür yaşadığı şokların en şaşırtıcısı, işin finalinde saklıydı; olanca sıcaklığıyla ve bütün bunları bilerek yaptığını ifade sadedinde ona, “Sen de hoş geldin!” buyurdu.
Bu nasıl bir şefkat, bu nasıl bir insanlıktı! Bırakın “hesap” sormayı, kapağını bile kaldırmıyordu!
Bu enginlik karşısında taşan Hind, “Yâ Resûlallah!” dedi. “Allah’a yemin olsun ki şu âna kadar yeryüzünde en sevdiğim ev ve çadır, senin yuvanı yıkmaya kendini adamış insanların ev ve çadırlarıydı! Ne var ki şu andan itibaren benim için en sevimli olan, senin bulunduğun yerin izzet ve cemâle dûçâr olmasını isteyenlerden başkası değildir!”
İşte, kömürü elmasa dönüştürebilmektir bayram! Kendi hislerine mağlup olup “kan davası” gütmek değil, koşar adım Cehennem’e giden birisinin yolunu daha Cennet’e çıkarabilmektir!
Ve o fetih günlerinde, Hind benzeri binlerce kişi aynı duyguları yaşamış, taşan heyecanlarını benzeri cümlelerle ifade etmişlerdi.
Eski günlerine inat o gün Mekke, baştan aşağıya kabuk değiştirmiş, yepyeni bir dünyaya uyanmıştı!
Bu açıdan denilebilir ki Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) en coşkun bayramı, “fetih” sonrasında yaşadığı bu Ramazan Bayramı’ydı!
Çünkü o bayram, her yönüyle bayram gibi bir bayramdı!
Merhaba, Hazreti Meryem Magdelena gibi ün yapmamış Hind esSelam aleyha müslüman coğrafyada. Oysa İsa’nın kurtardığı Meryem Magdelena çok daha masum Hind’in yanında. Muhammed’in kurtardığı Hind, İsa’nın kurtardığı Meryem Magdelana’dan çok daha derinde cehennem katları ölçüsünde. Yani Muhammed’in kurtarıcılığı daha yüksek bir kabiliyet, İsa’nın habiliyeti yanında. Kurtulduktan sonra da cennet makamları açısından Hind esSelamu aleyha Hazreti Meryem Magdelena’ya göre. Mîrac’a baktığımızda sıra Adem, İsa…diye gidiyor Musa’dan İbrahim’e.. İbrâhim’den sonrası yok aslında, o yüzden “hiç” olmaktan bahsediyor. Hangi kafir bugün Muhammedim bizimle olduğunu inkar ediyor!
Hangimiz bir genelev, punk kulübü, anarşist kamplarını vesaire ziyaret edip orada kurtarılacak birini arıyor gözlerinin içine bakarak gülümseyerek selam verip!
Genelev neden ziyaret edilir? Bir defasında İran’a otostop yaparak gidiyordum, sınırdan çıkmadan otelde kalmam gerekti, ucuz otel sordum yoldan geçen birine, tarif ettiği otel genelev çıktı. İçeri girmiş oldum oda sormak için, nereye geldiğimi anladığımda artık çok geçti. Ortam şöyleydi; masasında satıcı, koltuğunun etrafında koltuk takımları, kadınlar oturuyor onbeş yirmi kişi. Hep birlikte Samanyolu tv seyrediyorlar. Bir kadın “kalsana ya entel! Biz severiz senin gibileri” dedi, çıkıp gitmeden.
Maneviyatı ordan karşılıyorlardı o maddesel karanlık çukurunda.
Berlin’de ise bir anarşist kampı yanındaki punk kulübe düştü yolum…bir çocuk vardı gözlerinin içine baktığımda Hızırı andım kendiliğinden, doğal bir refleks olarak. Avlıyor muyum avlanıyor muyum? Diye orada sordum ilk defa kendime. O çocuk, çocuk dediğim genç biri çocuksu, gözleri sorunluydu. Görüyordu, sorun estetikti. Biri kayıp, var fakat bakmıyor. Biri ise açık ve bakıyor. İlk gözgöze geldiğimiz anda görebilmek için odaklandığımızda tek bir gözüne bakmak gerektiği için hangi gözüne odaklanacağımı seçerken, gözünün birinin sorunlu olduğunu görüyorum ve diğerine bakıp onu gördüğüm zaman gözlerinde bu hataya düştüğümü anladığını idrak edince üzüldüğümü hatırlıyorum. Gülümsedi… Bir de Yam var istasyonun yakınında.İsevi Musevi Müslüman üçünü birden benimseyen Rastafari Jah, bir yanda da Müslüman bir kafe lokanta. Karşıda bar, onun yanında da diskotek. Barda biraz şarap içtim fakat diskoteğe bakmadım. Daha çok kafe lokantalarda vakit geçirdim , güzel insanlar. Duydum ki bahçe işleriyle uğraşıyormuşsun. Gördüm de, seyrederken yutübde. Çok sevindim. Medine’de Resulullahın arkadaşlarını şehrin birçok farklı yerlerine yayılıp yerleşmelerini söylediğini anlatırken çok komikti, ellerini uzatıp kafanı oynatarak mimiklerinle de olayı sanki yaşıyormuş, hatta gerçekten yaşamış gibi anlatman. Merhaba, selamdan yüksek derecede bir selamlamadır acaba? Düşmanınızda olsa selam verin der Kûr’An, oysa merhaba cennete girenlere denir.
Sufilik’te al cenneti çal başına, bana seni gerek seni denir. Cenneti görmemiş belli hem bu apaçık cahilliktir çünkü, Allah bizzat Cennettir. Kişi ahiretinde ibadetini, ettiği amelin karşılığını Rab olarak bulur. Orada sadece var olan O’dur ki burada da zaten var olan mutlak O. Allahım kalbimize bakıyor ve bize ne gördüklerini gösteriyor. Bugün ülkedeki durum, Anadolu topraklarında yaşanan karanlık kuyu Yusuf’un kuyusu mu Muhammedin Mekkesi mi göreceğiz yakında. Peace be upon you and the forgiveness of Allah and Her abundance. Amena
Arif olduğunu bilmeyen bir Arif’mi yoksa, Arif görünen bir mecnun mu?
Tahta oturduğunda kuyusunu özleyen Yusuf gibi Medine’de velayetini kuran Muhammed de özlüyordu Mekke’yi. C şıkkı yani; karanlık bir kuyuydu cahiliye dönemi Mekkesi. Allahım Yüzüne bakmaktan korkutan utançlar yaşandı Anayurdunda, hatırlamak istemedeğimiz kötülüklere rağmen Sana şirk koşmaktan korkutacak kadar sevdiğim vatanımızı bırakmak istemiyoruz. Lütfen Hicret’i Anadolu’ya döndür ve insanların ziyaret akınına muhatap kılarak Muhammedin Celil İsmini bu şekilde Güneş’in doğup battığı her yere yay. Amin
Aliya kurulduğu gün, Hazreti Hatice’yi görüyorum Muhammed’in kollarında uzanmış şeker dağıtıyor çocuklara. Hem kırmızı hem beyaz. Cebrail sorarsa; benim de bir baş parmağı daha yaklaşsam da yanmayıp Cennet’e girebilmemi dileyen biri var mı Dünya’da gönlü güzel…
Cebrail ve Mikail’le muhabbet çok güzel olacak ya! Azrail ve İsrafil’le de tabii ki. Rafael ve Azakiel’i de daima hatırda tutarak elbette ki. Allahım bizi affetmiş ve Resulullahlarla aynı sofrada… İyi Bayramlar~