Karanlık geçmişlerden, uzaylı güçlere…
YORUM | M. NEDİM HAZAR
Sinemanın keşfi ile halka açık gösterimler arasında geçen sürede çekilen filmlerin neredeyse tamamı belgesel niteliğindeki amatör çekimlerdi.
1895 yılında Paris Grand Cafe’de yapılan ilk profesyonel gösterim sonrasında, sinema kendine mekân aramaya başladı. Zira (Osmanlı döneminde de bir birahanede gösterim yapılmıştı) ya özel mekanlarda ya da bar, pub, cafe türü yerlerde yapılan gösterimlere seyirciden ziyada müşteriler geliyordu. İlk biletli seyirciyi Lumiere Kardeşler yaptı.
İlk sinema gösterim salonları bu sebepten dolayı tiyatro salonları olmuştu.
1896 yılında aslında tiyatro için inşa edilen (New Orleans) salon Vitascope Hall ismiyle gösterimlere açıldı. Salonda hem tiyatro hem de film gösteriliyordu. Bu dönemde Manhattan 27. Caddenin köşesinde 25 Cent karşılığı film gösterimleri yapan Holland Bross sinema salonundan ziyade sinema evi olarak kabul ediliyordu. Ancak ilk ticari film gösterim merkezi denebilirdi.
Film gösterim makinasının onlarca versiyonu, birbiri peşi sıra özellikle basına gösteriliyordu. Bunlardan biri de dönemin en zengin ailelerinden olan Latham’lar için Eugene Augustin Lauste geliştirilen Eidoloskop’tu. Latham ailesinin özel mülkünde kurulan mekanizma yakın tanıdıklar için gösterim yapıyordu. Aslında bu mekana bir salondan ziyade film gösterim düzeneği demek daha doğruydu.
Ancak sinema öyle bir baş döndürücü hızla gelişiyordu ki, dur durak bilmiyordu. Aradan bir yıl bile geçmeden Edison’un Vitascope’u sahne aldı ve basına tanıtıldı. Edison, topladığı gazetecilere, elle renklendirilmiş bir filmi, önde orkestra müzik çalar vaziyette izletti.
Yazmadan edemeyeceğim, bu Thomas Edison denilen zat, kanaatimce dünya tarihinin en üçkağıtçı kişilerinden biriydi. Kendisinin bir şey bulduğu filan yoktu. Tam bir yetenek avcısıydı. Kaşiflerin ellerindeki icatlarını büyük kurnazlıkla yapılan pazarlık neticesi alıyor ve kendi adına tescil ediyordu. Misal Vitascope dediği alet aslında DC’den Thomas Armat isimli bir mucidin Phantoscope adını verdiği aletin, tornistan edilmiş haliydi. Edison bu cihaza Berlin’den Max ve Emil Skladanowsky’nin icadı olan Bioscop isimli gösterim cihazının bazı özelliklerini eklemişti. Berlin’deki bu cihaz (Bioscop) 1918’den sonra tam zamanlı sinema salonuna dönüşecekti.
Sadece film gösterimi için tasarlanan ilk sinema salonu için 1920 beklenecekti. Bu zamana kadar her ne kadar ekseriyetle film gösterimi bile yapılsa, sinema, tiyatro ile ortak olarak kullanıyordu salonları.
Sinema, sanat dalları arasında en fazla tüketen dal olsa gerek. Film çekimi teknolojisi geliştikçe, sinemaya konu olacak malzeme bulmak zorlaşıyordu. Sinema doğası gereği, ilk olarak tiyatro eserlerine saldırdı. İnanılmaz bir hızla çekilmedik tiyatro eseri neredeyse bırakmadı.
Ardından edebi eserlere, romanlara, hikayelere döndü yüzünü. Pek çok uyarlama, hatta en çok da şartları itibarıyla oyuna dönüştürülemeyen edebi metinler senaristler tarafından filme dönüştürülmek için adapte ediliyordu.
Özel olarak sinema filmi için senaryo yazan bir mesleğin oluşması ise bu salonların artmasıyla başladı. Artık film senaristliği diye bir meslek de vardı.
Eline aldığı her metni, hikâyeyi, fikri bir şekilde filme dönüştüren sinemanın bu iştahından elbette çizgi roman sektörü de kaçamayacaktı.
Batman , ilki 1943 yılı olmak üzere bugüne kadar toplam 13 kere sinemaya uyarlandı. (2’si animasyon)
Aradan 6 yıl geçtikten sonra ikinci Batman, bu kez yanına Robin’i alarak geçti sinema izleyicisinin karşısına. Muhteva ve kalite açısından ilkinden çok farkı olmadığı için, Batman filmlerinde ısrar etmenin, çizgi seriyi etkilemesinden ürkülmüştü.
Çünkü aradan geçen 6-7 yıllık süre zarfında gerek Süpermen, gerekse Batman artık oturaklı bir kahramana dönüştürülmüş. Geçmişi yazılmış, bir dolu yan karakter ile zenginleştirilmiş ve genel hikâye, klasik anlatının tüm evrelerine uygun hale getirilmişti.
Enteresandır, yaş olarak Batman’dan daha deneyimli olan Süpermen beyazperdeye geçmek için hiç acele etmiyordu ve bunun anlaşılabilir bir sebebi vardı: teknoloji. Sinema teknolojisi henüz gelişmediği için, uçan bir süper kahramanı inandırıcı olarak perdeye yansıtmak hiç de kolay değildi!
Ancak Batman’ın birkaç yıl arayla iki filmde birden ele alınması, Süpermen yayıncılarını bir nebze panikletmiş ve onlar da nihayet 1949’da bu alana girer gibi olmuşlardı.
Süpermen, animasyon konusunda Batman’dan öndeydi. Çünkü çizgi kahramanları animasyonla uçurmak için teknoloji müsaitti.
Süpermenseverler ve yayıncı şirket belki de bu sebeple, Süpermen’in sinema serencamını çok önemli bir eşik sayılan ve (evet şaşıracaksınız) senaryosunu ünlü Mario Puzo’nun yazdığı, Christopher Reeve’in başrolde oynadığı 1978 yapımı Süpermenile başlatırlar. Bu aşı iyi tuttu ve arka arkaya üçlemeye dönüştü.
Bizim ana konumuz Batman olduğu için Süpermen’i burada bırakırken, Warner Bross’un 2025 yılında yeni bir Süpermen için kolları sıvadığını ve Superman: Legacy isimli bir filmin çekimlerine başladığını söyleyelim. Yönetmen doğal olarak bu işlerin gediklisi ve DC Studios’un eş CEO’su James Gunn. Superman’ı ise David Corenswet canlandıracak.
Görüldüğü üzere her ne kadar fantastik olsalar bile, süper kahramanlar da günün modasına uymaktan vazgeçemiyor. Batman’ın kostüm, karakter ve gişe gelişimi ise şöyle:
Şimdi hızlıca Batman’ın sinematik evrimine bir göz atıp, bugünlük bitirelim.
Yıl 1943… Gotham Şehrinin Pelerinli kahramanı ilk kez beyazperdede seyircisinin karşısına çıkıyor. Bu ilk filmde Batman savaş zamanı casusluk-sabotaj grubunun Japon beyni Dr. Daka ile savaşır. Daka’nın, duvarları paramparça eden radyumla çalışan bir ölüm ışını, düşmanları yok etmek için klasik bir timsah çukuru var ve insanları, emirlerini yerine getiren ve video sinyallerini Daka’nın laboratuvarına ileten elektronik zombilere dönüştürebiliyor! Batman’in Batmobil’i yok ama Yarasa Mağarasında düzinelerce yarasası var. Yarasa teknolojiyi fena halde dövüyor. Savaşın “Kötü” çocukları Japonlara sembolik de olsa büyük bir ders veriyor Batman.
15 bölümlük bu seri filmler, izleyicide çok büyük bir heyecan dalgası oluşturmasa da devamı çekilebilecek kadar bir başarı söz konusuydu.
Batman bu seride üstüne bir beden bol gelen bir spandeks takım elbise ile yüksek pantolon ve sarkık kulaklı maske takıyor ve neredeyse tüm zamanını yanlışlıkla bir timsah çukuruna düşen Japon makyajlı beyaz bir adamla dövüşerek geçiriyordu.
1949… Süper Kahramanların yancıları olur, belki Süpermen bundan istisnadır. Batman’in devam filmi Batman ve Robin’de, kahramanımızın boyu biraz uzamış, göğsündeki yarasa amblemi daha büyük ve belirginleşmiş, ancak maskenin bu kez burnu da vardı. Kulakları ise boynuza benziyor gibiydi. Finalde vale şoförü olduğu ortaya çıkan bir büyücüyle kapışıyordu.
1966 yılında çekilen Batman filminde ise görsel birtakım değişiklikler göze çarpıyor. Bir kere Batman bildiğimiz salon tipi bir kahramana dönüşmüş durumda. Zeki Müren kostümlerine benzer bir şey giyiyor. Enteresan sarı bir kemer, mor bir kostüm ve saten/likra eldivenler! Patlayan bir köpek balığıyla mücadele ediyor!
Süpermen’in 1978 yılında beyazperdede görkemli çıkışının üzerinden epey geçmişti. Warner Bross hamle yapma sırasının Batman’de olduğuna karar vermişti. 1981, 83 ve 85 yıllarında üç başarısız film çekme girişiminden sonra yıl 1989’du ve Christopher Nolan henüz 19 yaşındaydı. Batman, o güne kadar dokuz ayrı yazar tarafından dokuz kez tekrar yazdırılmıştı. Lukas ve Scott filmlerine hastaydı. Özellikle Star Wars ve Blade Runner’a bayılıyordu.
Süperman’in oyuncu kadrosuna nazire olarak Batman rolü için Mel Gibson, Kevin Costner , Charlie Sheen , Tom Selleck , Bill Murray , Harrison Ford ve Dennis Quaid gibi çeşitli Hollywood yıldızları düşünüldü.
Şirket yönetmen koltuğuna bir dâhiyi oturttu: Tim Burton. Ve öyle bir kadro kurdu ki, efsaneydi: Jack Nicholson , Michael Keaton, Kim Basinger, Robert Wuhl, Pat Hingle, Billy Dee Williams ve Michael Gough…
Şahane bilim kurgu filmi Beterböcek’in (1988) başarısının hayli popülerleştirdiği Burton, ilk iş olarak oturup bir “treatment” yazdı. Sonradan bu 30 sayfalık tredmanı Burton’un değil o dönemki nişanlısı Julie Hickson’a yazdırdığı ortaya çıkacaktı.
Bütçe düşünülenin (30 milyon USD) epey üzerine çıkmıştı: 48 milyon dolar. Warner Bross işi şansa bırakmak istemiyordu ve bir hikâye cambazı olan Sam Hamm’e senaryoyu düzeltme görevi verdi. Film bittiğinde eleştirmenler Burton’un yönetmenliğini, filmin müziklerini, atmosferini epeyce övdüler. Özellikle Jack Nicholson oyunculuğuyla göz doldurmuştu. Oscar dahil pek çok adaylığı oldu, sanat yönetimi dalında Oscar aldı. Warner Bross için en önemli ölçü şüphesiz gişesiydi. 411 milyon Dolar gibi beklentileri çok aşan bir gişe başarısı elde ederek devam filmlerinin kapısını açtı açmasına da esas bambaşka bir şeye daha vesile oldu Burton’un Batman’ı: DC Animasyon Evreni diye bir uzay oluşumunun ilk adımına vesile oldu.
Batman’in kaderini etkileyen sahne
Filmin senaristi ve yönetmeni bir sahne konusunda ısrarcıydı. Bu sahne bütün gizemi çözen bir prequell’di. (Bunun ne demek olduğunu ilerde izah edeceğiz) Ancak yapımcılar bu sahneye şiddetle karşı çıktılar. Eğer böyle bir sahne çekilirse (aslında çekildi ama filme konulmadı) Batman’ın tüm esrarının çözüleceğini ve devamını getirmenin kat be kat zor olacağını biliyorlardı. Dolayısıyla, bahsi geçen sahneden bir tek kareyi, filmdeki Gotham Globe gazetesindeki haberde görebilecektik.
Eleştirmenler de genel olarak filmi beğenmişlerdi. Rotten Tomatoes’de film 10 üzerinden 7 almıştı. Çıkan 138 inceleme yazısında %76 oranında başarı söz konusuydu. Daha da önemlisi CinemaScore’un klasik anketinde (A+ ile F arasında derecelendirme yapar bu kuruluş) A puan almıştı izleyicisinden. Mükemmelin bir altı demekti bu!
Filmde Prince’in yazdığı şarkılar zayıf bulunmuştu ama tema müziği övgülere boğulmuştu. Roger Ebert’in Batman alerjisi bu filme kadar uzanır. Şöyle yazmıştı toprağı bol olsun rahmetli: “Tasarımın hikâyeye, stilin öze karşı zaferi, pek de umursamayacağınız bir olay örgüsüne sahip harika görünümlü bir film. Ve ayrıca “iç karartıcı” bir deneyim! “sadece yetişkin” bir yaklaşıma sahip olmakla beraber sizi psikolojik bir dünyaya çekiyor.”
Eleştirmen aleminde bu cümlelerin, “Film iyi atma çamur sıçratmam lazım” anlamına geldiğini bilenler bilir.
Süper Kahraman Batman, Christopher Nolan’ın masasına gelene kadar Batman Return, Batman Forever ve Batman ve Robin olmak üzere üç kez daha filme çekildi.
Film hiç de fena gitmezken ünlü Flatliners-Çizgi Ötesi’nin (Bu filmi mutlaka izleyin) meşhur usta yönetmeni Joel Schumacher büyük bir talihsizlik olarak Batman’i batağa saplayacaktı.
Batman Dönüyor’da Tim Burton bir önceki filmde oturttuğu taşları daha da sağlamlaştırıyor ve Batman evrenini sinema seyircisine kabul ettiriyordu. Bu arada bu kurgusal Batman evreni ile Nolan arasında bir analiz yapacağız, unutmayalım. Çünkü Nolan, gittikçe ampirik bir kente dönüşen Gotham’ı kulağından tutup gerçekliğe yakınlaştıracaktı! Batman Return’de Dany De Vito Penguen rolüyle döktürüyordu.
Warner Bross 1995 yılında Batman’i bir usta yönetmene, Joel Schumacher’e teslim etti ve muazzam bir bütçe verdi: 100 milyon Amerikan Doları. Bir sıkıntı ile başlamıştı proje, zira Batman rolündeki Michael Keaton senaryoyu beğenmediği için filmde oynamayı reddetmişti.
Batman Forever, yaklaşan felaketin ayak seslerini barındırıyordu. Oyuncu kadrosu inanılmazdı, sanki film değil içine ünlüler doldurulmuş bir otobüs gibiydi Batman Forever. Val Kilmer, Tommy Lee Jones, Jim Carrey, Nicole Kidman, Chris O’Donnell, Michael Gough, Pat Menteşe…
Kilmer’in Batman olduğunu duyan yan rol adayları; Sandra Bullock, Robin Wright, Jeanne Tripplehorn ve Linda Hamilton teklifi reddettiler. Nicole Kidman’da karar kılındı. Misal Tommy Lee Jones da başta rolü reddetmişti ama oğlunun ısrarıyla kerhen kadroya girmeyi kabul etmişti. Robin Williams da Bilmececi karakteri için görüşürken Kilmer ile anlaşıldığını öğrenmiş ve rolü reddetmiş, bunun üzerine ekip Jim Carrey ile anlaşmıştı.
Film benzersiz bir pazarlama kampanyasıyla geliyordu. Batmobile diye Batman’in aracının oyuncağı ve diğer oyuncaklar için Kenner ile anlaşılmıştı.
Bu oyuncaklar MCDonalds Batman menüleriyle beraber dağıtılacaktı.
Şehir inşa edildi şehir! New Jersey’deki Six Flag Great Adventure Parkı Gotham şehri gibi dizayn edildi.
Filmin ilk haftasında 3 milyondan fazla VHS kopya satılmıştı.
Ancak gösterimi hayal kırıklığı olmasa da beklentilerin altındaydı. 2900’e yakın salonda vizyona giren Batman Forever, son toplamda 337 milyon Dolar gişe elde etmişti. Bu rakam bir Batman daha çekmek için yapım şirketini ikna etmeye yetecek bir meblağdı.
Film eleştirmenlerce de “eh işte”nin biraz altında derecelendiriliyordu RT, 10 üzerinden 5,1 vermişti, sınıfta kalmamıştı belki ama bu puanla hiçbir üniversiteyi kazanamayan liseli genç gibi kalacağı kesindi!
İşi çirkinleştirmeye götürenler de vardı. Yönetmen Schumacher’in eşcinsel olmasından ötürü hikayeye homoerotik ima ve unsurlar eklediğini iddia edenler bile çıkacaktı. Bu görüşü haklı gösteren olaylar da vardı. Mesela ilmin kostüm tasarımcısı kendi haberi olmadan Schumacher’in bazı kostümlerde farklılaşmalara gittiğini açıklayacaktı!
Film özellikle sinematografi dalında oldukça iddialıydı ama bir bahtsızlığı vardı ki sormayın! Hangi festivale gitse karşısında Mel Gibson’un meşhur Braveheart çıkıyordu ve başta Oscar olmak üzere her festivalde Batman Forever’i ezip geçti.
Özellikle eleştirmenlere gün doğmuştu, alaycı eleştiriler arasında yönetmenin itibarını zedeleyecek yayınlanıyordu.
Bugün, geriye dönüp baktığımızda Batman Forever’in daha önceki Batman’ların yakaladığı başarının ekmeğini yediğini söylemek mümkün. Bir diğer eleştiri ise Tim Burton’un ulaştığı dijital teknolojiye Schumacher’in yaklaşamamış olmasıydı.
Bütün bunlar olurken Christopher Nolan ilk filmini çekmenin derdindeydi. Kısa filmlerinin ardından ona bir cesaret gelmiş ve Following’in senaryosunu tamamladıktan sonra zaman çizelgesinde oynamalara başlamıştı bile.
Warner Bross Batman Forever’dan kazandığı paranın verdiği özgüven ile araya çok zaman konmadan, daha büyük bir Batman ile hem ufaktan sarsılmaya başlayan Batman’ın itibarını kurtarmayı planlıyor hem de 1987’den beri ara verdiği Süpermen serisinin boşluğunu doldurmak istiyordu.
Batman ve Robin fikri böylece doğmuş oldu. Yıl 1997 idi.
Yönetmen koltuğunda yine Joel Schumacher olacaktı. Yapım şirketi el yükseltmiş portföyünde meşhur kim varsa projeye dahil etmişti. İlk iş Val Kilmer’a yol vermek olmuştu.
Onun yerine dönemin yükselen yıldızı George Clooney tercih edildi.
Aslında Tim Burton belki yönetmen koltuğunda değildi ama 90 sonrası çekilen tüm Batman projelerinde bir şekilde yer almıştı. İş başa düşünce yönetmenlik koltuğuna da oturmuştu. Ancak Batman ve Robin projesinde hiç yer almamayı tercih edecekti. Belki bir felaket önsezisi belki de maddi anlaşmazlık, orası meçhul.
Kadro yine müthişti: Arnold Schwarzenegger, George Clooney, Chris O’Donnell, Uma Thurman, Alicia Silverstone, Michael Gough, Pat Menteşe, Elle Macpherson…
Filmin bütçesi yine artırılmış 160 milyon dolara yaklaşılmıştı. Ancak başta filmin galası olmak üzere (gelmiş geçmiş en görkemli gala sayılıyor) gişe tam bir hayal kırıklığı oldu. Vizyonda iki ay bile kalamamıştı Batman ve Robin. Film kendi parasını zar zor çıkarmış, yapılan tüm yatırımlar çöp olmuş, tüm sponsorluklar felaketle neticelenmişti. Filmin bütçesine bir de 20 milyon dolarlık tanıtım pazarlama bütçesi eklendi. Eğer dünya gösterisindeki 130 milyon dolarlık gelir olmasa, Amerika’da yaptığı 107 milyon dolarlık gişe ile külliyen zarar olacaktı!
Warner Bross yöneticileri o kadar sinirlendi ki, her şeyi hazır olan bir sonraki projeyi (Batman: Unchained) anında iptal ettiler.
Ancak takipçi kitlesinin Batman’i kolay kolay terk etmeyeceğini de en çok onlar biliyordu.
Bu sırada Christopher Nolan ve eşi Emma koltuklarının altında ilk filmleri gösterim için film şirketi arıyorlardı…
Bir sonraki yazıda, Nolan’ın Batman ile buluşmasına bakıp, üç filmlik serisini incelemeye başlayacağız.