Batı’nın İsrail politikası rasyonel değil!

MAHMUT AKPINAR | YORUM 

Tarih lineer (doğrusal) ilerlemiyor. Büyük güçler çökerken konjonktöre göre yeni güçler yükseliyor, siyasi, askeri, ekonomik dengeler değişiyor.  Global fay hatlarındaki hareketlilik 21. yüzyılda iyice belirginleşti.

Batı, Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle mutlak zaferini ilan etmişti. Fukuyama’nın, “Tarihin Sonu ve Son insan” makalesi köpürtülüyor ve Batı blogunun gücünün, etkinliğinin ilelebet süreceği iddia ediliyordu. Batı medyası 1996’da Samuel Huntington tarafından yayımlanan, “Medeniyetler çatışması” tezini kullanarak, SSCB’den boşalan düşman ihtiyacını İslamı ve Müslümanları hedef yaparak doldurmaya çalışıyordu.

“Müslümanların medeniyetlerine tehdit oluşturduğuna” dair kamuoyunu ikna çabaları sürerken 11 Eylül vakası meydana geldi. Bu olay aynen Hamas saldırısının İsrail’e katliam fırsatı sunması, 15 Temmuz’un Erdoğan’a otoriter ‘Tek Adam’ rejimi inşası için “Allahın lütfu” olması gibi ABD liderliğindeki batıya naylon deliller üzerinden Afganistan, Irak, Suriye, Libya gibi ülkeleri işgal imkanı sundu.

Adına Büyük Ortadoğu Planı denilen bu sosyal, siyasi mühendislik çalışması, İsrail projesini ayakta tutmaya yönelikti. Müslüman coğrafyalar üzerine tasarımlar içeriyordu. Nitekim Irak’ta, Suriye’de, bunu yaptılar. Ama aradan 30 sene geçmeden Batı’nın global liderliği sallanıyor. Son 10 yıldır ABD dünyayı domine etmekte zorlanıyor.

Batı’ya tehdit yıllarca ötekileştirip etiketledikleri Müslümanlardan değil, kendi büyüttükleri Çin’den geliyor. Dünya yeni değişimlerin arifesinde. Güç dengelerindeki değişim yeni koalisyonlar, işbirlikleri, paktlar doğuruyor. Avrupa, artık 1900’lerdeki gibi eline cetvel alıp haritalar oluşturacak, devletleri kafasına göre bölecek güçte değil. Suni gerekçelerle ülkeler işgal edecek durumda da değil. Son işgallerin Batı’ya siyasi, askeri ve ahlaki faturası büyük oldu.

Afganistan’ın, Irak’ın, Suriye’nin, Libya’nın işgalinin doğurduğu insani felakatler, açlık, sefalet, güvensizlik, göç; bütün bunlar Batı’nın sorgulanmasını hızlandırdı. Kullandıkları subjektif güvenlik gerekçelerini artık Rusya, Çin gibi rakipleri de kullanıyor. Rusya, İŞİD’le mücadele kartını kullanıp Suriye’ye yerleşti, Akdeniz’de askeri üs kurdu.

Global güç dengelerinde faylar hareketli. Gücün Atlantik’ten Pasifiğe doğru kaydığı herkesin malumu. Otoriter Çin’in sadece ekonomik değil, askeri ve siyasi yükselişi, yayılmacı politikaları, global aktör gibi davranması, Batıya rağmen paktlar kurması ABD’yi ürkütüyor. Bu nedenle ABD ve müttefikleri bütün enerjisini, stratejik aklını, gücünü Çin’i durdurma ve kuşatma üzerine kullanıyor.

Batı, yükselen Çin’le etkili mücadele edebilmek için Müslümanları yanına çekmek zorunda. Bu ittifakı üstenci yaklaşımla, emrivakilerle yapamaz. Eğer otoriter, hukuktan uzak, temel hak ve özgürlükleri kolayca çiğneyen ama muazzam güce erişen Çin’in durdurulması isteniyorsa Batı, dünyanın dörtte biri olan Müslüman halkları kazanmak zorunda.

Çin’i kuşatma stratejisi güden ABD ve müttefikleri Endenozya, Pakistan, Bangladeş, Malezya gibi ülkelerle ve jeopolitik konumları nedeniyle Orta Asya devletleriyle birlikte hareket etmeye mecbur. Batı, Müslümanları aşağılayarak, İslamafobiyi büyüterek ve İsrail’e kayıtsız şartsız destek vererek bunu yapamaz. Ülkelerin yönetimlerine farklı araçlarla diz çöktürse dahi halklar Batı’nın ikiyüzlü, ilkesiz politikalarına tepki verir. Nitekim Gazze katliamlarındaki tutumu nedeniyle Müslümanların Batı’ya güveni iyice eridi. 

Çin’i çevreleme stratejisinde Müslümanlar yeraltı zenginlikleri, jeopolitik önem ve nüfus açısından hayati öneme  sahip. Ayrıca batı dünyasında göz ardı edilemeyecek oranda Müslüman yaşıyor. Emperyal ve kirli geçmişine rağmen Müslümanlar için, ehli kitap, bazı değerlere, insan haklarına, hukuka, özgürlüklere sahip demokratik Batı, Çin’e karşı tercih sebebi. Müslüman ülkelerin otoriter yönetimleri Çin ve Rusya’ya yakın dursalar da Müslümanlar otoriter, baskıcı ve yayılmacı Çin’e sıcak bakmaz. Çin’in Doğu Türkistan Müslümanlarına neler yaptığını yönetimler yok saysa da halklar görüyor.

Global rolü sorgulanırken, yükselen Çin ve yayılmacı Rusya karşısında Müslümanların desteğine muhtaç iken, Batılı ülkelerin siyonist politikalar uygulayan, halkı tarafından bile sorgulanan Netanyahu yönetimini kayıtsız şartsız desteklemesi irrasyoneldir, reel politiğe aykırıdır. Batı metropollerinde milyonlar Gazze’deki insanlık dramına ses verirken, sivillerin bombalanmasını protesto ederken hükümetlerin ateşkes çağrısı bile yapamaması ahlaki çöküştür, çifte standarttır.

Batılı devletler asırlardır savundukları değerleri, ilkeleri bizzat kendileri yok ediyor. Batının son olaylarda usulen de olsa ortada durması, hakem rolü oynaması beklenirdi. Ama katliamı yok sayıp insanlığın vicdanını yaraladılar. Müslümanlar, Çin-Batı rekabetinde demokratik, Hristiyan Batı’nın yanında yer almayı tercih eder. Ancak son yaşananlarda sergilenen ilkesizlik, çifte standart nedeniyle, ortalama Müslümanlar Çin’in global liderliğinin daha ehven olabileceğini düşünmektedir.

İnsaf sahibi Yahudilerin bile vicdanını kanatacak şekilde Batı’nın İsrail politikalarını savunması sorgulamaları artırmıştır. Batılı başkentlerin İsrail politikaları siyasi akılla, diplomasiyle, mantıkla bağdaşmıyor. Global krediye, güvene muhtaç olduğu dönemde Batı, İsrail için harakiri yapıyor.

Öte yandan mutlak İsrail destekçiliği Avrupa’nın kendi içinde de problemlere gebedir. Batı kamuoyu İsrail için bu kadar risk almayı, ilkeleri çiğnemeyi doğru ve mantıklı bulmuyor. Ayrıca bu çifte standart Avrupa’da yaşayan Müslümanların entegrasyonunu zorlaştırma, radikal eğilimleri besleme ihtimalini yükseltecektir.

Aklı başında Yahudiler dahi İsrail’in yayılmacı, kirli, kanlı politikalarının uzun erimde Yahudilere zarar verdiğini, nefret biriktirdiğini görüyor. Akla vicdana ve dünya kamuoyuna rağmen Netanyahu’nun öldürmeye devam etmesi, Batılı devletlerin katliama arka çıkması siyonist odakların Avrupa’da ne kadar etkili olduğunu akla getiriyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Tayyip nasıl münafıkça toplumda taban buluyorsa Hamas da Gazzede kendine taban buluyor. Münafıklık damarlara kadar yayılmış. Söküp atmak için çok acı çekmek gerekiyor. Münafıklık damarı müslümanlar içinde bu kadar yaygınken Gazze bu damarın aynasıdır. Müslümanlara atılmış bir tokattır. Gazzeye bakan müslüman aşağılandığını artık fark etsin, görsün. Nereye kadar öfke patlamalarıyla aşağılanmasını maskeleyecek. Gazze müslümanlar için dünyada söz sahibi olamamanın aşağılanmasıdır. Küçücük İsrail ruhu müslümanlar arasında rahatlıkla dolaşmaktadır. Fitneler salmaktadır. Kendini kavgaya kaptırmış müslümanlar Gazzeden rahatsız olmaktadır. Çünkü gerçekler yüzlerine çarpılmaktadır. Ne kadar aciz ve zavallı oldukları hatta bebek kadar güçsüz oldukları ortaya çıkmaktadır. Gazzeye yardım için İsrailden izin istiyorlar ama verilmemektedir. Dün İsrailden izin mi alacağız diye böbürleniyorlardı. İşte şu anda tokat gibi gerçeklerle yüzleşme vakti. Bu aşağılık durumu Batının insanlığını sorgulayarak örtmek boşunadır. Gerçekler ortadadır. Müslümanlar bebek kadar acizdir. Bununla yüzleşmek onları rahatsız etmektedir. Gerçeği kabul edip kavgayı bitirmek yerine “ben Filistini senden daha çok düşünüyorum, İsraile daha çok sövüyorum” diyerek aralarında yeni bir oyun geliştirdiler. Bu oyun dayanılmaz aşağılanmayı bir nebze örtmektedir.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin