Ana Sayfa HABER Batılılaşma sürecinde bir ilim mistiği: Beşir Fuad 

Batılılaşma sürecinde bir ilim mistiği: Beşir Fuad 

DR. YÜKSEL NİZAMOĞLU | YORUM

Osmanlı Devleti XVIII. Yüzyıldan itibaren Avrupa’yı örnek alan yenilik hareketlerine başlamış ve batılılaşma hareketleri Tanzimat Devri’nde büyük bir hız kazanmıştı. Artık Avrupa sadece askerî alanda değil hemen her alanda örnek alınmaktaydı.

Batılılaşmanın odağında ise Avrupa örnek alınarak açılan okullar yer alıyordu. Başta Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye olmak üzere bu okullarda Avrupa dillerinden çevrilen kitapları okuyan bir nesil yetişiyordu. Bu gençler Avrupa’da yayılan düşüncelerle tanışıyor ve böylece bir zamanların en etkili gücü ulemanın yerini “Osmanlı aydını” olarak tanımlanan yeni bir zümre alıyordu.

ÖLÜMÜNÜ KALEME ALAN YAZAR

Bu zümre Osmanlı geleneklerini ve toplumunu eleştiriyor, Batı’nın bir bütün olarak kavranması gerektiğini düşünüyordu. Bu yaklaşımlar, farklı görüş ve düşüncelere zemin hazırlıyor ve o zamana kadar Osmanlı toplumunun görmediği tipte yazar ve düşünce adamları ortaya çıkıyordu.

Bunlardan birisi de ilginç bir kişilik olan ve kısa ömrüne on altı kitap ve iki yüzden fazla makale sığdıran Beşir Fuad’dı. Onun asıl şöhretini, “ölüm anını kaydetmesiyle” elde ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Beşir Fuad, Adana ve Maraş mutasarrıflıklarında bulunmuş Hurşid Paşa ile Giresunlu Memiş Paşa’nın kızı Habibe Hanım’ın oğlu olarak dünyaya gelmişti. Doktora tezini 1962 yılında Beşir Fuad üzerine yapan ve bu çalışmayı daha sonra kitap olarak yayınlayan Orhan Okay, her iki ailenin de aslen Gürcü olduğunu belirtmektedir.

Beşir Fuad devrinin iyi okullarından birisi olan Fatih Rüşdiyesi’nde beş yıl okuduktan sonra babasının memuriyetinden dolayı gittiği Halep’te Cizvit Mektebi’nde eğitim gördü. Askerî İdadi’den sonra devam ettiği Harbiye Mektebi’ni 1873’te bitirdikten sonra devrin padişahı Abdülaziz’in yaverliğine getirildi. Üç yıl devam eden bu görevi esnasında gönüllü olarak 1875-1876 Sırp Savaşı’na, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’ne ve Girit isyanlarının bastırılmasına yönelik yapılan harekâta katıldı.

Beşir Fuad kolağası rütbesindeyken askerlik mesleğinden istifa ederek bütün mesaisini yazı ve yayın hayatına verdi. Bu sırada annesinin yakalandığı psikolojik hastalık nedeniyle bunalıma girerek tamamen sefahate daldı. Bir süre sonra da ailesinden gelen önemli bir servete sahip olmasına rağmen daha fazla maddi problem yaşamamak için intihar ettiğini belirten bir mektupla 5 Şubat 1887’de hayatına son verdi. Mektubunda cesedini “teşrih malzemesi” olarak kullanılmak üzere Tıbbiye’ye bıraktığını yazsa da Eyüp Sultan Mezarlığı’na defnedildi. Ancak bugün mezarının yeri bilinmemektedir.

Beşir Fuad’ın intiharı o dönem Osmanlı kamuoyunda büyük tartışmalara neden olmuş ve sonunda Hükümet, tartışmalara müdahale etmişti. Onun intihar esnasında hissettiklerini kaleme alması büyük ses getirmiş ve bir anda dikkatlerin bu olayda toplanmasına neden olmuştu.

Beşir Fuad üzerine ilk ve en kapsamlı eser, Ahmet Midhat Efendi’nin önce Tercüman-ı Hakikat’te neşredilen sonra da basılan kitabıdır. Okay, bu eserde A. Midhat’ın fikirlerini ve intiharıyla ilgili tespitlerini “indi ve sathi” bulur. Ona göre eser, “pragmatik” bir anlayışla “topluma dersler verecek şekilde” yazılmıştır. Nitekim eserin başlıklarından birisi “bu faciadan alınacak ibret” şeklindedir.

Bir eserinin girişinde Girit’te bulunduğu sırada altı ayda Almancayı, dört ayda da İngilizceyi öğrendiğini belirten Beşir Fuad, yoğun yazı hayatında Ceride-i Havadis’in başyazarlığını da üstlenmiştir. Osmanlı aydınlarının çoğu; Zola, Daudet, Dickens, Flaubert, Comte, Büchner, Spencer, D’Alembert, De la Mettrie, Chambers, Diderot, Claude Bernard, Ribaut, Tarde gibi Batılı düşünce adamları ve yazarlarını onun eserlerinden tanımışlardır.

Beşir Fuad üç çocuğu olmasına karşılık eşinin yanında bir de metresiyle yaşamaya başlamış ve kendi ifadesiyle “iki cami arasında binamaz kalmıştır”. Bu arada “Namık Kemal” adını verdiği oğlunu iki buçuk yaşında iken kızıl hastalığından kaybetmesi de kendisini çok etkilemiştir. Vefat ettiği sırada da eşinden iki oğlu ve metresinden bir kızı hayattaydı.

Verimli bir yazı hayatı olan Beşir Fuad, dergicilik yanında kitaplar da yayınlanmıştır. Üç batı dilini tercüme yapacak kadar bilen Beşir Fuad, Fransızca ve Almanca öğretimi için yazdığı kitaplar dışında Viktor Hugo ve Voltaire üzerine tenkitli biyografiler yazmış; edebiyata, şiire ve şiirde hayalperestliğe karşı eleştiriler yöneltmişti. Bu durum edebiyatçıların tepkilerine yol açmışsa da pozitif bilimler ve felsefe alanındaki birikimiyle devrinin farklı bir şahsiyeti olmuştur.

Onun yazılarında dikkat çeken husus, romantizm yerine akılcı, materyalist ve pozitivist bir dünya görüşünü ortaya koymasıdır. Bunda da Suriye’de eğitim aldığı Cizvit Mektebi’nin büyük bir payı olduğu anlaşılmaktadır. Burada Fransızcasını ilerleten Beşir Fuad hem de bu okulların ilim zihniyetinden etkilenmiş olmalıdır. Bu durum dini hislerinin zayıflamasına yol açacaktır. Buna karşılık vatan sevgisi ve Osmanlı milliyetçiliği ise muhtemelen aldığı askerî eğitim sayesinde devam etmiş ve gönüllü olarak savaşlara iştirak etmiştir.

Harbiye Mektebi’nin müfredatında da fen derslerinin ağırlıklı olması nedeniyle Cizvit Mektebi’ndeki bilim yaklaşımı devam etmiştir. Sonuçta hem Cizvit Mektebi hem de Harbiye’deki eğitimi, düşünce dünyasının şekillenmesinde etkili bir rol oynamıştır. Ayrıca gerek okul hayatında gerekse sonraki dönemlerde okuduğu kitaplarla da Batı kültürüne iyice aşina olacaktır. O, Batı’nın önde gelen yazarları tarafından kaleme alınan matematik, tıp, fizyoloji, edebiyat, felsefe ve tabii bilimler alanında pek çok kitabı okumuş ve bu eserlerden hükümlere varmıştır.

Batı kültürüne bu derece vâkıf olan Beşir Fuad’ın Arapça ve Farsçası, okulda öğrendiklerinden ibaret kalmış; hadis, tefsir, kelam ve tasavvuf gibi dini ilimler alanında bir birikime sahip olmamıştır. Ahmet Midhat Efendi, onun Kur’an-ı Kerim’i bile Fransızcasından okuduğunu belirtmektedir. Bu gerçek gerek yazdıklarının gerekse intihara sürüklenmesinin nedenleri ortaya konulurken dikkate alınmalıdır.

Düşünce dünyası dışında Beşir Fuad’ın bedeniyle ilgili bir analiz yapan Okay, onun “manie depressive’e müsait” olduğu sonucuna varmaktadır. Annesinde “delire de persécution (bir tür paranoya)” olarak teşhis edilen bir akıl hastalığı olması da bir taraftan genetik olarak yatkınlığı diğer taraftan bu hastalığa yakalanma endişesi, psikolojisinin iyice bozulmasında etkili olmuştur.

NEDEN İNTİHAR ETTİ?

Beşir Fuad’ın intihar öncesindeki günlerde yoğun bir yazı meşguliyeti içinde bulunduğu görülmektedir. Yazıları Saadet ve Tercüman-ı Hakikat’te de yayınlanmaktaydı. Dolayısıyla intiharı ciddi bir şok etkisi yapmış ve bu hissiyat gazete haberlerine de yansımıştı. Gazetelerde,  Babıali’de Nallı Mescid Mahallesi’ndeki evine geldikten sonra önceden kararlaştırdığı şekilde intihara giriştiği ve “artère carotide” damarını kestikten sonra yaşadıklarını kaydettiği belirtiliyordu.

Ahmet Midhat Efendi, Beşir Fuad’ın yazdığı nüshaları “suret-i varaka” olarak yayınlamıştır. Buna göre; şüphelenerek kapıya kadar gelen baldızını göndermiş ancak bir süre sonra feryadını duyan ailesi doktor çağırmıştı. Gelen doktora da “beş dakikalık ömrüm kaldı” dedikten sonra kurtulamayarak vefat etmişti. Beşir Fuad intiharı nedeniyle ailesinin sorgulanmaması için “size anlatmaya mecbur olmadığım esbaptan dolayı…” intihara karar verdiğini belirtmiş ve “vücudumu teşrih olunmak üzere Mekteb-i Tıbbiye’ye teberruan bahşettim. Cenaze oraya nakl olunmalıdır” diye yazmıştı.

Beşir Fuad, A. Midhat’a yazdığı mektupta ise intihar nedeni olarak ailevi problemlerini ve elinde bir miktar para olmasına rağmen ekonomik durumunun bozulmasını belirtmişti. Ancak A. Midhat Efendi, onun yazıları sayesinde bile rahat geçinebileceği kanaatini taşımaktadır. Bundan da hareketle ona göre intiharının nedeni, kendisinin de annesinin hastalığına yakalanacağı endişesi yani “cinnet fobisiydi”.

Dolayıyla pozitif bilimlere “determinizm” derecesinde inanan Beşir Fuat da intiharı seçmişti. Okay, “manie depressive” olabileceğinden hareketle böyle bir nöbet anında zaten iki yıl önce ortaya çıkan düşüncesini uygulamaya koyduğunu ve bu esnadaki soğukkanlılığının bununla ilgili olabileceğini belirtir.

Onun intiharında etkili nedenlerden birisi de yazdıklarından dolayı uğradığı tenkitler ve giriştiği tartışmalardır. Ayrıca önce oğlu Namık Kemal’in sonra da akıl hastanesine yatırdığı annesinin ölümüyle iyice sarsılmıştır. Materyalist düşünceyi benimsemesine rağmen ailesine çok düşkün olan Beşir Fuat,  oğlunun vefatıyla çok yıpranmış ve eğlence hayatına dalmıştır.  Özellikle dinin toplum hayatında çok önemli olduğu bir dönemde dini inancının olmaması da psikolojik rahatsızlığını iyice artırmış olmalıdır.

Beşir Fuad’ın pozitif bilimlere inancı “intiharımı da fenne tatbik edeceğim” diyecek kadar yüksektir. Bu inançla hem intiharını kaleme almış hem de cesedini Tıbbiye’ye bağışlamıştır. Tanpınar onu “hayatını ilim için feda edecek kadar ilim mistiği” olarak değerlendirir ve intiharını da “Tanzimat Fermanı kadar önemli bir hadise” olarak görür.

Ölümü sonrasında gazetelerde inançsızlığın bu tür eğilimlere neden olduğu ve intiharın İslam’a göre doğru olmadığı vurgulanmışsa da İstanbul’da “bir intihar salgını” başlamış hatta Tıbbiye hocalarından birisi de intihara teşebbüs etmiştir. Abdülhamit idaresinin klasik yöntemi olarak da Matbuat İdaresi bu tür haberlere 11 Mart 1887 tarihinde yasak getirecektir.

BÜCHNER VE MATERYALİZM ETKİSİ 

Beşir Fuad’ın dinsizliğinde bir süre eğitim aldığı Cizvit Mektebi’nde karşılaştığı taassubun da etkili olduğu söylenebilir. O, eserlerinde ilmi realitelere karşı olduğunu düşündüğü Hristiyanlığa eleştiriler getirmiş ve Hristiyanlıktan üstün tuttuğu İslamiyet’i tenkit etmemişse de İslam’a saygısını sadece ilmi teşvik eden yönleriyle ifade etmiştir.

Elbette onun inançsızlığında temel sebebin zihin dünyasını şekillendiren Avrupa materyalist ve pozitivist düşünce sistemleriyle pozitivizmin edebiyata tatbiki olan natüralizm olduğunu söylemek daha doğru olacaktır. Beşir Fuad’ın bu düşüncelerinin temelinde ise “vülgarize materyalizm” yaklaşımını şekillendiren Ludwig Büchner yer almaktadır.

Ludwig Büchner (1824-1899) “Kraft und Stoff (Frankfurt am Main, 1855)” adlı ve Türkçeye “Madde ve Kuvvet” olarak çevrilen eserinde, hayatın maddeden meydana geldiğini ve ayrıca bir hayat kudretinin olmadığını savunur. Daha sonra kaleme aldığı “Der Gottbegriff und dessen Bedeutung in der Gegenwart (Leipzig 1874, Allah Kavramı ve Günümüzdeki Anlamı)” adlı kitabında da kuvvetin maddeden ayrılamayacağını, dolayısıyla maddi varlıkların üzerinde veya dışında bir Allah kavramının olmayacağını ileri sürer.

Büchner’in diğer kitabının ismi de Die Stellung des Menschen in der Natur in Vergangenheit, Gegenwart und Zukunft oder: Woher kommen wir? Wer sind wir? Wohin gehen wir?… (Leipzig 1869) adını taşımaktadır. Türkçesi “İnsanın geçmişte, günümüzde ve gelecekte doğadaki konumu veya: Nereden geliyoruz? Biz kimiz? Nereye gidiyoruz?” olan bu kitapta da benzer sorgulamalar yapar.

Büchner eserlerinde “her şeye kâdir” olarak gördüğü deneysel bilimin, din ve felsefenin sonunu getireceği kanaatindedir. Özellikle Osmanlı yüksek öğretim öğrencileri arasında yayılan bu fikirler, Osmanlı aydınları tarafından “bilimin din karşısında zaferi” olarak yorumlanmıştı. Büchner, Hristiyanlığı evrensel görmediği gibi İslamiyetin de ancak yarı göçebe ve göçebelere uygun olduğunu savunmaktaydı. Osmanlı kamuoyunda meydana gelen tepkiler sonrasında da Büchner’in bazı kitaplarına sansür uygulanacaktır (Örneğin bkz. Osmanlı Arşivleri, MF. MKT, 244/19, H. 11.7.1312).

Beşir Fuad’ın çeşitli yazılarında Büchner’den ve fikirlerinden bahsettiği hatta Muallim Naci’ye de tavsiye ettiği görülmektedir. Onun takdir ettiği filozoflar da maddeci görüşü temel alan kişilerdir. O diğer taraftan Auguste Comte’u ve takipçilerini okumuş ve görüşlerini kabullenmiştir. İşte takip ettiği materyalist ve pozitivist düşünceler, Beşir Fuat’ın, ruhun bekasına ve beden dışında bir ruhun mevcudiyetine inanmamasının altyapısını hazırlamıştır.

Sonuçta Beşir Fuad’ın kendi kişilik yapısı, ailevi problemleri, aldığı eğitim ve etkilendiği “vülger materyalizm ve pozitivizm” onu intihara götürmüş ve düşünce tarihimize bu yönüyle farklı bir iz bırakmıştır.

Onu intihara kadar sürükleyen fikirlerin, Atatürk’ü ve dolayısıyla devrimlerini de doğrudan etkilemesi, üzerindeki ilginin devamlı olmasının da önemli bir nedenidir.

Kaynaklar: Okay, O. (1968), İlk Türk Pozitivisti ve Natüralisti, İstanbul, Hareket Yayınları; (1992),  “Beşir Fuad”, DİA, C. 6, s. 5-6; Yavuz, H. (2014), “Şehbenderzade ve Materyalizm”, Zaman, 19 Mart 2014; Cihangir, M. (2020), “Ahmet Midhat Efendi ve Orhan Okay’ın Gözünden Beşir Fuad’ın İntiharı”, Hikmet, Orhan Okay Özel Sayısı, s. 310-331; Karaböcek, C. (2012 ), “Türk Düşüncesinde Büchner Etkisi Ya da Felsefenin Sefaleti”, Kutadgubilig, S. 22, s. 159-171, Tanpınar, A. H. (1988), 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, Çağlayan.

HENÜZ YORUM YOK