Batı cephesinde neden değişen bir şey yok?

YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN

Rejime ilişkin birçoklarının aklına takılan meselelerin en başında kuşkusuz Batı’nın neden bu rejimi yeterince eleştirmediği sorusu geliyor. Öyle ya, “dünyadaki en önemli jeopolitik konumlardan birine sahip olan” Türkiye gözle görülür biçimde ciddi bir eksen kaymasına uğradı. Batı dünyası nasıl oldu da buna “müsaade etti”? 

Önemli sorudur ve analiz edilmesi gerekir. 

Konuya çok farklı açılardan yaklaşmak olanaklı! 

Öncelikle 101 Uluslararası İlişkilere Giriş temel bilgisiyle başlayalım: Devletler kendi çıkarlarına (menfaatlerine) göre hareket eder. Devletlerarası ilişkilerde insani duygular temel alınarak siyasi kararlar verilmiyor. Batı dünyasını oluşturan devletler, uluslararası sistemin gerçeklerine tekabül eden biçimde olay ve olgulara kendi perspektiflerinden yaklaşıyor ve öncelikli olarak kendi çıkarlarını dikkate alarak politikalar oluşturuyor. Bu sistemde başka bir devletin çıkarları dikkate alınarak, sırf iyilik olsun diye ya da etik kaygılarla hareket edilmiyor. 

Çıkarlar bağlamında diğer önemli bir nokra da, hiçbir çıkarın sabit olmayışı durumu. 1980’lerdeki ya da 1990’lardaki Batı çıkarlarıyla 2023 yılının getirdiği gerekliliklerin belirlediği çıkarlar aynı değil. Diğer bir ifadeyle, çıkarlar değişken, dolayısıyla belli bir dönem geçerli ve dış politika davranışlarının belirleyicisi konumunda olan çıkarlar, zamanla, küresel ve bölgesel değişimlere uygun olarak değişebiliyor. 

Yukarıdaki analiz, Batı’nın Türkiye politikalarındaki değişimleri dar bir çerçevede izah edebilir. Ancak küresel ve bölgesel gelişmelerin tetiklediği yeni çıkar formülasyonları dışında, Türkiye özelinde, Türkiye siyasal karar alıcılarının tercihleri de Batılı ülkelerin Türkiye’ye yönelik politikalarını ister istemez etkiliyor. 1923-2016 yılları arasındaki Türk dış politikasına baktığımızda ilk göze çarpan özelliklerden biri, Batı yönelimli reformların yapılması ve Batılı ülkelerle işbirliğinin kurumsallaştırılması çabalarıdır. Tanzimat’tan itibaren Osmanlı İmparatorluğu kurumsal düzeyde Batılılaşmaya başladı. Batı kurumlarını kendisine örnek alarak yoğun bir reform sürecinden geçti. Bu miras Cumhuriyet’in ilanından sonra da devam etti, hatta daha da yoğunlaşarak modern Türkiye devletinin ana omurgasına temel oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye yeni inşa edilen küresel sistemle bütünleşti. Bu çerçevede çok partili demokrasiye geçiş yapıldı, Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi olundu ve ardından NATO’ya katılma kararı alındı. Türkiye bu rolü kendi kendine biçti. Hiçbir dış güç (başta Batı olmak üzere) Türkiye’yi bu dış politika tercihine zorlamadı. Güvenlik politikaları bağlamında Batı’yla askeri, stratejik, ekonomik ve politik işbirliği Türkiye’yi olası bir Sovyet işgalinden korudu, onu istikrarlılaştırdı, geliştirdi, rekabet gücünü arttırdı. 

Bu rol ve yönelim (oryantasyon veya temayül) 1990’larla beraber erozyona uğramaya başladı. Sovyetler Birliği çöktü, doğu Avrupa’daki komünist rejimler yıkıldı ve yerlerini liberal demokrasiyi ve piyasa ekonomisini benimseyen, AB reformlarına istekli devletler aldı. Avrupa Birliği (AB) bu dönem tarihi bir misyon üstlendi ve doğu Avrupa ülkelerinin AB’yle bütünleşmesinin önünü açtı. Bunu yaparken Türkiye ikinci planda kaldı. Bunun tek nedeni coğrafi olarak periferide kalması değildi. Demokratikleşmesini ve hukuk devletini tamamlayamamış olması, AB’nin gündeminden tümüyle düşmesine neden oldu. 1990-2000 arası on yıl Türkiye bocaladı. Karadeniz işbirliğine, Orta Asya’daki Sovyet ardılı Türkî devletlerle işbirliğine, Orta Doğu’da kendine roller aramaya yöneldi. Fakat uzun erimde şu anlaşıldı ki bu yönelimlerin hiçbiri AB ve Batı ile olan organik işbirliğini telafi edici ya da onun yerini alıcı bir potansiyel taşımamaktadır. 2000’lerin ilerleyen yıllarında AKP’nin demokratikleştirici politikaları sonucunda AB Türkiye’nin üyelik perspektifini somutlaştırıcı kararlar aldı. 2005 yılında tam üyelik müzakerelerini başlatma hakkı kazanıldı ve 1990’larda başlayan “aidiyet krizi” bir nevi sonuçlanmış oldu. Ben de dahil birçok Türkiye uzmanı artık Türkiye’nin AB ile bütünleşerek Cumhuriyetin temel hedefi olan “muasır medeniyet” seviyesine ulaşacağına inandı. Bu doğrultuda yapılan reformlar ve beraberinde gelen ekonomik ve siyasal istikrar, 2013 Gezi Olaylarına ve 17 Aralık yolsuzluk dosyalarının kapatılmasına kadar devam edecekti.  

Batı’nın Türkiye’ye biçtiği rol değişmedi. Türkiye’nin kendine biçtiği rol değişti. Batı oyunun kurallarını en baştan koydu: reformları yap, gereğini hayata geçir, demokratikleş, insan hakları karneni düzelt ve ekonomik rekabet gücünle beraber kişi başı yaşam standartlarını geliştir, bütünleşme seviyeni arttır. Türkiye bir süre bunun gereğini yaptı. Fakat sonra içerideki çürüme nedeniyle bu politikayı önce ihmal, ardından da iptal etti. 

Mülteciler konusu ortaya çıktığında artık Türkiye’nin gündeminde büyük ölçüde AB üyeliği yoktu. Arap Baharı denen süreçte Türkiye oldukça maceracı ve riskli bir dış politika izledi. Sünnici-İslamcı bir hayal dünyasına bodoslama daldı. Güvenlik sigortalarını tümüyle attırdı ve kumar masasına oturan bir kumarbaz gibi hareket etti. Dimyat’a giderken eldeki bulgurdan oldu. İstikrarsızlaşan Ortadoğu diktatörlükleri yerine demokratik rejimler kurulmadı, bilakis İslamcı-Cihatçı terör örgütlerinin istikrarsızlaştırdığı Suriye örneğinde olduğu gibi, Türkiye için ciddi güvenlik zafiyetleri ortaya çıktı. Bunların başında mülteci meselesi geliyordu. Türkiye’yi yöneten İslamcı ekip, durumun içerdiği dehşet tehlikeyi görmedi, neo-Osmanlıcı, İslamcı, hatta neo-halifelik gibi son derece naif, bir o kadar da tehlikeli politikalara yöneldi. Bu yelken açılan tehlikeli sularda geminin kayalara bodoslama bindirilmesi kaçınılmazdı.

Mülteci sorunu patlamıştı. AB’nin Türkiye öncelikleri zaten değişmişti. Ancak mültecilerin AB sınırlarına yığılmasıyla beraber AB’nin Türkiye algısı daha da değişti. Bu yeni algıya göre AB Türkiye’ye bir tampon bölge rolü yükledi. Bunun ücreti olan Avrolar Tayyip Erdoğan yönetimine yağdırılırken Türkiye Avrupa liginden Orta Doğu ligine küme düşmüş oldu. Elbette bu Erdoğan ve avanesinin umurlarında değildi. Dahası AB, Türkiye’nin yeni konumu nedeniyle Ankara üzerindeki insan hakları ve demokrasi baskısını da tümüyle kaldırdı. Kendi çıkarlarına göre bir yeni Türkiye politikası oluşturdu. 

Türkiye’deki genel algıyla örtüşmeyen bir gerçek, Batı’nın gücünün sınırsız olmadığıdır. Dahası Batı kaynaklarını çarçur etmez, dikkatli kullanır. Türkiye, yörüngeden çıktıktan sonra onu yeniden yörüngeye sokmak çok pahalı ve irrasyonel bir tutum olurdu. Dahası Batı’da zaten Türkiye’nin AB’ye katılımı konusunda çok ciddi şüpheler ve endişeler vardı. İnsan haklarında düzelme, demokratikleşme ve istikrarlılaşma gibi Türkiye bağlamında pahalı ve riskli projeler bilyece rafa kalktı.

Türkiye’de fetişleştirilen şeylerden biri Türkiye’nin jeopolitiğine yapılan şişirmedir. Dünyanın merkezi Türkiye, dünyanın en hayati önemde coğrafyası Anadolu coğrafyası gibi abartılı değerlendirmeler, Türkiye’deki karar alıcıları riskli kararlar almaya itti. Sonunda olmaz denilen oldu, Türkiye Batı’dan koptu. Çin’le beraber en fazla gazeteci hapseden ülke konumunda olmak, 2 milyon insanın terörizm soruşturmasına alınması, 160 bin kamu çalışanının bir gecede hain ilan edilerek resmi gazetede gece yarıları yayınlanan çarşaf listelerle ihraç edilmesi gibi korkunç politikalar izlenirken, Batı’yla işbirliğine devam edilebileceği inancı herhalde bu kararları alan siyasetçilerde yoktu. Ama işin enteresanı Erdoğan ve AKP’si dışındaki partiler de AB’ye ve NATO’ya sahip çıkmadılar. Anti Batı retoriği güçlendikçe güçlendi. 15 Temmuz çakma darbe girişiminin planlayıcısının ABD olduğu gibi süzme yalanlara bile cılız da olsa itiraz edilmedi. 

Zorla güzellik olmaz – talep yok! Türkiye ne Batı değerlerine bağlı, ne de rasyonel aklın gereği olarak dış ticari ilişkilerinin yüzde seksenine yakın bölümünün yapıldığı Batı’yla ilişkileri sürdürme yönünde bir motivasyona sahip. Batı neden Türkiye’nin demokratikleştirilmesine, insan haklarında iyileşmeye ve ekonomik istikrara önem versin? Türkiye ne ektiyse onu biçiyor. Batı kimseyi zorla demokratikleştiremez. Kimsenin insan hakları karnesini zorla düzeltemez. Hiçbir narko-kleptokratik nepotik otokrasiyi zorla işleyen istikrarlı bir piyasa ekonomisine dönüştüremez. Bunların halkta bir karşılığının olması gerekir. Türkiye haklı demokrasi, insan hakları ve ekonomik istikrar gibi taleplerde bulunuyor mu? Elin yabancı memleketleri kendi finansal kaynaklarını ve politik enerjilerini neden Türkiye gibi bir ülkeye harcasın? 

Kendi iç dinamikleri iyileşme talep etmeyen bir ülkeyi dış dinamikler kurtar(a)maz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

10 YORUMLAR

  1. Her cikisin inisi vardir. Bati nin da gelecegi yok, Zalim Erdogan inda, Cin inde, Rusunda. Su istikbali inkilabat icinde en gür seda islamin sedasi olacak. Biraz Risale-i Nur okumani tavsiye ederim. Hakiki Islama dönen Bilim, Teknoloji, Adalet … konusunda bütün digerlerini cok geride birakacaktir!

    Batinin Avukat ligini da birakmani tavisye ederim. Dosdogru ol!

      • Hakiki Isevilerle ittifak kismini mi diyorsan yegenim. Zaten sapikliklardan dolayi önceliklede iskandinav ve ingiltere islamla sereflenecek. Bu bizim onlara tabii olacagimiz manasina gelmez onlar Islama tabii olacaklar..Bu Efe Caman Dine inanmiyorki bildigim kadariyla.

      • Evet ayrica Üstad da diyorki Osmanli-Rus harbinde gürcü bir komutana Sizin. Gibi Osmanli bitmis diyenlere. Suanda Avrupa merkteplerinde ilim tahsil ediyorlar gelip Islami engür seda olacagini söylüyor.

  2. Abd; Türkiye dahil bazı Orta Doğu ülkelerinin sınırlarını değiştirmeyi planlıyor. Irak ve Suriye’de Pkk’yı maşa müttefik olarak kullanıyor.
    Almanya gibi ülkeler ise asla bir Türk’ün yükselmesine fırsat vermiyor. Cem Özdemir, Sevim Dağdelen gibi Pkk yandaşlarına vekillik, bakanlık veriyor.
    Pkk’nın her türlü faaliyetlerini rahatça yapabildiği ülkeler, bu sözde demokratik batılı ülkeler. Almanya, Fransa gibi ülkeler Pkk’lılara bu imtiyazları tanıyor. Türkiye’de buna karşılık olarak Işid, El Kaide gibi örgütlere imtiyazlar verirse sonuçları nereye varır.
    Almanya gibi ülkelerde çok sayıda medya organı devletin, dolayısı ile Alman istihbaratının güdümünde. Alman medyasında sürekli Türkiye aleyhinde yayınlar yapılmasının sebebi bu.
    Amaç; Türkiye gelişmesin, teknolojik hamle yapmasın, sonsuza kadar batılılara muhtaç olsun ve sömürelim.
    Türkiye birazcık başını kaldırıp, gelişmeye çalışırsa derhal askeri darbe yaptırırlar. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Sağcı-Solcu hizipleşmelerini en çok kaşıyan ülke Almanya.
    Çaman’ın öve öve bitiremediği, sözde demokrasi kahramanı batılı ülkeler bunlar. Hepsi de sömürgeci, kandan beslenen, ikiyüzlü ülkeler.
    Bu sebeplerle; Türkiye asla Nato’dan çıkmamalı, düşmanlarının kendisine yaptığı gibi dost görünerek gerekeni yapmalıdır.

  3. Bizim tek sansimiz yeni bir Dogu ittifaki. Bu Batinin positif degerlerini, teknolojisini…. kisacasi iyi olan degerlerini almayalim manasinda degil. AB olunca adi Neo-Haclilik olmuyor da, Arap-TürK-Kürt olunca niye Neo-Osmanli oluyor. Hükümetler disinda son 10 yillarda insanlar evlenirken bile Kürt-Türk-Arap ayrimi yapmiyor. Buna sonra Balkanla, Pakistan, Endonezya … katilabilir.
    Bunun kurulmasi sart. Bu hükümetlerden kurtulmamiz lazim. Salakca Kürtler kendi kaderini tayin edebilmeli … gibi saf düsünceler baskalarinin Isine geliyor. Türkler kendi kaderini kendi mi tayin ediyor sanki. Kürtlerin her hakki olmasi ayri konu, kürtce nin heryerde kullanilmasi …
    Batiylada kavga ederek degil rekabet ederek olacak bu isler.
    Batinin kuyrugu degil, belki onun alternatifi ve Adalet, Bilim, Teknoloji ve Ahlak a önem veren, her görüsede saygili, daha medeni olan yeni bir Medeniyet sart!

  4. Mehmet Efe hocam yine harika bir analiz! Teşekkürler.

    Kafamda deli sorular: Türkiye son 10 yılda uyguladığı politikalarla NATO’nun en güvenilmez üyesi haline evrildi. Belki de bu nedenle, NATO, Rusya tehlikesine karşı savunma hattını (hava savunma sistemleri vb) Türkiye sınırlarının dışında mı kurdu acaba? Eğer NATO’nun fiilen içine gireceği bir savaş çıkarsa (bu ihtimal nedir? Savaş kapıda mı?), bu durum Türkiye’nin savunmasını nasıl etkiler? Türkiye’nin güvenliği tehlike altında mıdır? Müttefikleri ve kendi öz savunma kapasitesi ile birlikte bir analiz yapmak ister misiniz?

  5. Bati o dekilerini yapmaz Evet elin oglu icin Efe Caman. Türlü oyunlarla Olmamasi icin zaten elli oyun oynar. Neden senin onu gecmesine müsaade etsin. Kimin masasi bu Erdogan, Batinin olmasin!

  6. Mert olan Insan cikar derki: Ben islama inanmiyorum, konulari Islam perspektifinden degerlendirmiyorum. Biz öyle degiliz, biz Islama göre degerlendiriyoruz. Siyasal Islami kastetmiyorum, onun islamla alakasi yok zaten, anca Islami kullanmayla.
    Siyasal islama bakip Islam kötü demek, Atom gücünü bulan ve bu gücü bomba olarak kullanan birinden dolayi Fizik bilimine kötü demek gibi birsey..Fizik kötü degil, Atom bombasini kullanan kötü.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin