YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Türk Lirası ile halkımız kazanıyor, ülkemiz büyüyor!” başlıklı reklam çekmiş Halkbank.
Para müzesinde gezinen android kılıklı bir genç ile Kerem Alışık oynuyorlar.
“Paramızın gücüne güveniyor, Türk lirasında değerlendirdiğiniz birikimlerinizi ek avantajlarla destekliyoruz!” diyor reklam finalinde.
Reklamın çekim süreci hariç, yayına verildiği tarih 20 Aralık.
Yani Erdoğan’ın şapkadan tavşan çıkardığı tarihle aynı.
Bu, şu anlama geliyor:
Birileri bu süreci çok önceden kurgulamış. Ortamın istedikleri kıvama gelmesini beklemişler.
Ekonomistinden akademisyenine, siyasetçisinden gazetecisine kadar yüzlerce insan Erdoğan’ın bile bile faiz oyunu kurmasının sırrını anlamaya çalışırken arka planda döviz aşını pişiriyormuş Erdoğan.
Enteresandır, Tayyip Erdoğan’ın hamleyi erkene almasından tam bir hafta önce, vaktiyle yol arkadaşı olan Ali Babacan yapılacak hamleden haberdar olmuş, bunu basın toplantısıyla açıklamış ancak, kimse ciddiye almamıştı.
Bakınız 15 Aralık’ta, yani Erdoğan’ın son hamlesinden 5 gün önce neler demiş Babacan:
“Kendi vatandaşımız kendi paramıza haklı olarak güvenmiyor. Hükümet de çözüm bulmuş; dövize endeksli tahvil. Merkez Bankası’nı döviz borcuna batırdıkları yetmiyormuş gibi, bir de ülkenin hazinesini, kendi vatandaşına, dövize endeksli bir şekilde borçlandırmaya başlıyorlar. Ülkeyi o eski döneme yeniden sürüklüyorlar. Bir ülkenin hazinesi, kendi vatandaşından borçlanırken, başka bir ülkenin para birimiyle borçlanır mı? Hani millilik? Hani yerlilik?”
Kadayıf metaforu mu?
Rahmetli Necmettin Erbakan, vaktiyle Demirel iktidarına verdiği desteği çekmek için şartların olgunlaşmasını beklediğini “Kadayıfın altı henüz kızarmadı” açıklamasıyla yapmıştı.
Gerçekten de bir süre sonra, yani şartlar olgunlaşınca Meclis’e getirdiği odunlar ile esprili bir dille Demirel iktidarına doğrudan yüklenmeye başlamıştı.
Siyasette anlaşılır bir şey bu ama şartların olgunlaşması meselesi daima böyle naif olmuyor.
Hatırlayalım:
12 Eylül 1980, Cuma… Sabaha karşı saat 03.59. Türkiye Radyoları yayını İstiklal Marşı’yla başladı. TRT’nin bu yayını bekleniyordu aslında. Ama günü ve saati tespit edilmemişti. Zira zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, yıllar sonra bir itirafta bulunacak, “Müdahaleye karar vermeden bir yıl boyunca düşündük,” diyecekti. Evren’i teyit eden açıklama, sınıf arkadaşı, dönemin II. Ordu Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel’den daha önce gelmişti aslında: “Bir yıl önce planlamıştık. Ama şartların olgunlaşmasını bekledik.”
Darbeyi meşru gösterebilmek adına binlerce vatan evladının katledilmesine seyirci kalmak açıkçası çok zalimce bir davranıştı ama cuntacılara göre bu normaldi.
Peki, dövizi indirmek için şartların olgunlaşmasını beklemek ne anlama geliyor?
Dış mihraklar masalına kimse inanmıyor, zira ülkedeki yabancı sermaye neredeyse bitme noktasında. Yüzde 3 bile değil.
Devede kulak miktarı anlayacağınız.
Tayyip Erdoğan, sert açıklamalarıyla dövizi yukarı yukarı iterken, bir süre sonra piyasaya süreceği en az 20 milyar doları çoktan hazır etmişti. Bunun için Halkbank reklamı bile çekildi.
Sonuç…
Cebindeki 50 lira bile değer kaybetmesin diye 17 liradan dolar alan garibanlar bir gecede yerle bir edildi.
Zerre kadar acımadı Erdoğan ve Saray. Hatta belli bir hınç bile vardı. Ki sonrasında (aradan iki gün bile geçmeden) yaptığı açıklamada “Amacına ulaşmıştır” dedi.
Evet gerçekten de amacına ulaşmıştı. Bunu zorlamayla yaptırdıkları birkaç davullu zurnalı halay görüntüsüne bakarak demiyoruz.
Şuradan anlıyoruz:
Şayet havuzun dediği gibi, son hamle ile Türk lirası gerçekten değer kazanmış olsa, ekonomimiz güven telkin etse yurt dışı piyasaların bunu algılaması gerekirdi. Oysa Türkiye’nin risk primi tarihte görülmemiş bir noktaya zıpladı.
Anadolu insanı bu algı oyununu (geçici de olsa) bir süreliğine yemiş gibi görünüyor ama elin oğlunun bu numaralara karnı tok sanırım.
Dolayısıyla Halkbank reklamını izleyip etkilenecek durumda değil uluslararası piyasalar.
Sefilliği devam ediyor Türk ekonomisinin.
Size başka rakamlarla anlatayım.
Yıl 2011… Bankalarımızın değerleri şöyle…
Garanti Bankası’nın değeri 26 milyar Dolar.
Akbank 24 milyar Dolarda.
Yapı kredi 22 milyar Dolar.
Kısa süre önce (2008) halka arz edilen Halkbank ise 23 milyar Dolar değerinde.
Görüldüğü üzere en ucuz bankamız bile 20 milyar Doların üzerinde.
Peki bugün?
Ona da bakalım:
Garanti Bankası 4 milyar Dolar…
Akbank 3.2 milyar Dolar.
Yapı kredi 2.4 milyar Dolar değerine düştü.
TV reklamına milyonlar harcanan Halkbank ise en trajik düşüşü yaşamış durumda. Halkbank’ın değeri 1 milyarın bile altına düştü, 920 milyon Dolar…
Ülkenin kaynaklarını üç on paraya birilerine peşkeş çekenler ise artık kendi vatandaşlarını silkelemek peşinde.
İşin acısı ise şu, adeta kanı emilerek kurutulan vatandaşın bu durumdan hoşnut olması…
Hikaye gerçekten aksiyon dolu. Önce döviz fırlıyor yani dış güçler saldırıya geçiyor sonra döviz düşüyor. Yani kurtuluş savaşını tayyip kazanıyor. Eğer tayyip doktor olsaydı hikayede durumu kötüleşen bir hastayı biraz düzeltecekti ve bakın eski halinden daha iyi diyecekti. Hastasını iyileştiren kahraman doktor olacaktı. Ben ekonomistim dediğine göre önceden reklamını yapmış bulunuyor. Ekonomistim vurgusunu olaydan hemen önce yapıyor. Demek ki hikaye ekonomi üzerinden yürüyecek ve ekonomist tayyip insanları kurtaracak. Ben ekonomistim derken aslında oyunun nerede oynanacağını itiraf etmiş. Ekonomist olduğunu bu son saldırı ile göstermiş oldu. Reklamını da yapmış oldu. Çünkü diplomasız deniyordu. Dış güçlere karşı koyarak başarılı bir ekonomist olduğunu gösterdi. Kurtuluş savaşı verdi ve tehlikeyi savuşturdu. Tayyipin hikayelerinde insanlar hep kendilerini kurtuluş savaşçısı sanar ama aslında hiç birşey yapmazlar. Yine insanlar hiçbir şey yapmadı. Ama zafer sarhoşluğu yaşıyorlar. Senaryo aslında tek kişilik. Tehdit olduğunu söyleyen, sanki uzaktan tepeden dürbünle bakıp düşmanı anlatan sonra o düşmanı yenen de o. Yani hikaye gibi sanki hep bir kişinin kafasından çıkmaktadır. İnsanlar gerçekten kopuk olarak tayyipin dünyasında yaşadıklarından tayyipin sevincine ortak olmaktadırlar.
Aslında bu hikayede bir dram yatmaktadır. Kimse onları anlamak istemiyor. Onlarda aslında zafer sarhoşu değiller. Aslında ciddi sorunları var. Dertlerine çare olan yok. Çocukları uyuşturucuda, içkide, kumarda. Söz dinlemiyorlar. Şiddet yapıyorlar. Terör estiriyorlar. Tayyip ise çok efendi, yaşlılara hürmetli, saygılı birisi. Tayyip başta olursa bizim çocukları adam eder diye düşünmüşler. Çocuk yaramazlık yaptığında “seni tayyipe şikayet ederim” gibi hep tayyip referans verilmektedir. Sanki tayyip aileden biridir. Yani tayyipe fazla anlam katmışlar. Onun bu çözümsüz sorunları çözeceğini düşünmüşler. Tayyip insanların bu beklentisini anlamamış. İnsanlar hep sabretmişler, şimdi çözer yarın çözer demiş beklemişler. Ama tayyip sürekli bir kurtuluş savaşı veriyormuş. Çok düşmanları varmış ve bütün mesaisini o düşmanlara karşı ayırıyormuş. Tayyipi bu noktada çok rahatsız etmek istemiyorlarmış. Kendileri de ekonomiden şikayetçiler. İşşiz güçsüz çocuklardan şikayetçiler ama konuşamıyorlar. İnsanlar ne derse tayyip onun tersini söylüyormuş hep. İşşizlik var denilince hayır iş var çalışan yok deniyor. Ya kendi fikrinde duracaksın yada tayyipe biat edeceksin. Kötülükleri tayyipin gidereceği düşünülerek kimse tayyipe ses çıkarmamaktadır. Artık bunalmış vaziyetteler ancak eğleniyormuş gibi görünmektedirler. Tayyip “kurtuluş savaşını nasıl kazandım ama” dediğinde ona “aferin, bravo” diyorlarmış ve mutlu gözüküyorlarmış. Ama hayatlarında hiç bir değişiklik yokmuş. Aynı sorunlar devam etmektedir. Yetiştirdikleri çocuklar hiç söz dinlemiyormuş. Artık tayyip ile korkutmaya başlamışlar. Tayyip sizi zindana atar diye gençleri baskılamaya çalışıyorlarmış. Sorunları çözeceğini düşündükleri tayyipi artık sorunlara karşı korku objesi olarak kullanmaya başlamışlar. Bilinç altlarında tayyip artık bir korku objesine dönüşmüştür. Tayyip “dış güçlerle nasıl kapıştım ama” dediğinde artık korkudan onu alkışlamaktalar. Biz bunu neden görmüyoruz? Çünkü korktukları lider onların çok umut bağladığı bir liderdi. İnanılmaz bir hayal kırıklığı yanında inanılmaz bir korku var. Korku kendisini ifade edemiyor çünkü lidere bağımlı ilişki devam etmektedir. Bu ilişkinin çözülmesi insanları belirsizliğe sürükleyecek. Belirsizlik yerine kumar gibi “ya bu sefer tutarsa” diye aynı adama oynuyorlar. Dehşetli bir korku, çaresizlik yanında hala ya bizi kurtarırsa diye bir düşünceye inanıyorlar. Mekanizma bu noktalarda takılı kaldığı için ilişkide çözülme olmuyor. Öyle anlaşılmaktadır ki bu ilişkiyi insanlar değil tayyip bitirecek.