YÜKSEL ÇAYIROĞLU | YORUM
Modern dönemde şu veya bu gerekçeyle başörtüsünün dinî bir zorunluluk olmadığını ileri süren araştırmacıların da onların sözüne kulak veren, inanan ve bununla amel eden kimselerin de sayısı azımsanamayacak kadar çoktur. Nitekim zaman zaman bize de bu tür sorular soruluyor. Bu yüzden ehlince malum olan bir konuyu bir kere daha ele alma, bazı Kur’ânî prensipleri bir kere daha hatırlatma gereği duyduk.
Bu cümleden olarak ilk yazıda başörtüsü ve tesettürün son asırda niçin tartışma konusu hâline geldiğinin sebeplerini izah edecek, ikinci yazıda başörtüsünü emreden âyetleri değerlendirecek, üçüncü yazıda genel anlamda İslâm’ın tesettür emri üzerinde duracak, son yazıda da başörtüsü ve tesettür emrinin hikmetlerini ele alacağız.
En başta şunu ifade etmeliyiz ki modern döneme gelinceye kadar Müslümanların on dört asırlık tarihinde başörtüsünün hükmü belki de hiç tartışma konusu yapılmamıştır. Başörtüsünün farz olmadığı hükmü, hiçbir âlimin, müçtehidin, mezhep imamının muhtemelen aklına bile gelmemiştir. Çünkü Kur’ân ve Sünnet’in konuyla ilgili emirleri şüpheye mahal bırakmayacak ölçüde açık ve nettir. Bu yüzden fakihler başörtüsü farz mıdır, değil midir tartışmasından ziyade tesettürün niteliği, şekli ve sınırları üzerinde durmuşlardır.
Modern dönemde dinin en muhkem meseleleri bile tartışmaya açıldı. Modern tabulara uymadığı gerekçesiyle sübut ve delaleti kat’i naslar zorlama tevillere tâbi tutuldu. Mevcut düşünce ve uygulamalarla telif edilmesi güç olan Kur’ân ve Sünnet hükümleri tarihsel denilerek reddedildi. Dinî hükümlere duyulan güven ve teslimiyet zedelendi. Dolayısıyla başörtüsü de bu değişimden nasibini aldı ve onun hakkında da yeni sorgulamalar başladı, marjinal görüşler ortaya atıldı. Görünen o ki bu tartışmalar ileriki yıllarda daha da şiddetlenerek devam edecektir.
Gerek Batı’da gerek Türkiye’de gerekse diğer İslâm ülkelerinde başörtüsünün bir problem olarak ortaya çıkmasının ve etrafında bunca kızıl kıyametin kopmasının sebebi sadece dinî gerekçelere dayanmaz. Konunun psikolojik, sosyolojik, siyasi, tarihî, kültürel ve ekonomik bir çok yönü vardır. Özellikle modernitenin kendini kadın üzerinden tanımlaması, modayla, defilelerle, kadın dergileriyle, film ve reklâmlarla yeni bir kadın imajı oluşturması, başörtüsü tartışmalarını tetikleyen kök sebeplerden biri olmuştur. Modernite kadının özgür ve uygar bir birey olmasının önünde tesettürü bir engel olarak gördü. Modern zamanlarda, tesettürün kadını eve hapsettiği, onu esaret altına aldığı ve onun sosyal hayata katılımını engellediği gibi iddialar sıklıkla dile getirildi. Dinin ağırlığının sosyal ve gündelik hayattan çekilmesi de modernleşme yanlılarının işini kolaylaştırdı.
Kadının sosyal rolünün ve giyim kuşamının kapitalist dünya düzeniyle ve tüketim toplumuyla da yakından alakası vardır. Zira sermaye sahiplerinin, üreticilerin, reklamcıların birinci hedefi hep kadın olmuştur. Kadınların, İslâm’ın öngördüğü şekilde giyinmeleri ve buna göre iffetli bir hayat yaşamaları küresel kapitalist sistem açısından oldukça büyük bir tehdit olarak görülmüştür.
Örtünen, makyaj yapmayan, güzellik takıntısı olmayan, teşhircilikten kaçınan, gayrimeşru ilişkilerden uzak duran, gece kulüplerine ve eğlence mekanlarına gitmeyen, moda ve defilelere önem vermeyen, şunun bunun elinde kendini istismar ettirmeyen bir kadın, modern dünyada elbette “istenmeyen kadın” olacaktır. Zira böyle bir anlayışın yayılması, devasa boyutlara ulaşan kozmetik, giyim, moda, eğlence ve fuhuş gibi sektörlerin sonunu getirebilir.
Başörtüsü ve tesettür hakkında sonu gelmez tartışmaların ortaya çıkmasının ve büyük mağduriyetler yaşanmasının diğer önemli bir sebebi de laiklik adı altında gizli veya açık bir şekilde yürütülen din düşmanlığıdır. Laik ve seküler kesimler çıkardıkları kanunlarla ve medya baskısıyla kamusal alanı her türlü dinsel görünürlükten temizlemeye çalışmış, kendilerine göre başörtüsüne olmadık anlamlar yüklemişlerdir. Örtülü kadınları “irticacı” olarak nitelemiş, onların Cumhuriyet ilkelerini tehdit ettiğini ileri sürmüşlerdir. Şayet baş örtmenin dinle ve inançla hiçbir ilgisi olmasaydı, muhtemelen mevcut tartışmaların yüzde biri bile yaşanmazdı. Çünkü karşı çıkılan şey örtünmek değil, ona yansıyan inançlar ve yaşam biçimidir.
Aynı şekilde başörtüsünü siyasi bir simge olarak nitelediği, çağdaşlığa ters bulduğu, kadının özgürlüğünü kısıtladığını düşündüğü, erkek zorbalığıyla ilişkilendirdiği, kadın-erkek eşitliğine aykırı gördüğü veya mahalle baskısına yol açacağını zannettiği için onu eleştirenlerin sayısı da az değildir. Özellikle liberal ve feminist gruplar başörtüsünü Ortaçağ’dan kalma bir âdet ve gerici olmanın bir sembolü olarak görmüş, kadını kısıtladığını ve baskı altına aldığını söylemiş, kadının sosyalleşmesini ve değişik meslekleri icra etmesini engellediğini ileri sürmüş ve başörtülü kadınları acımasızca eleştirmişlerdir.
Bazıları da var ki başörtüsü ve tesettürün dinî hükmü hakkında konuşan kimseleri kadınların özgürlüklerine müdahale etmekle, onlar üzerinde baskı kurmakla suçluyor ve “rahat bırakın şu kadınları” türünden laflar ediyorlar. Özellikle de bu konuda konuşanlar, yazıp çizenler erkekler ise onları bu eleştirilerinde haklı görmek de mümkün değildir.
Çünkü âyetin net ifadesiyle dinde zorlama yoktur. (el-Bakara, 2/256) Herkes istediğini yapmakta serbesttir. Dileyen başını açar, dileyen kapatır. Başörtüsünün dinin kesin bir emri olduğu görüşünün dile getirilmesi, açık Müslüman kadınların vicdanlarını rahatsız edebilir. Fakat bunu gerekçe göstererek tesettürün dinî hükmü hakkında konuşmaya karşı çıkılacak olursa, aynı gerekçeyle karşı çıkılamayacak dinî hüküm kalmaz.
Namaz kılmayanlar namazın farziyeti hakkında, içki içenler veya kumar oynayanlar bunların haramlığı hakkında konuşulmasına karşı çıkarlar. Dolayısıyla din bilginlerine düşen vazife bir meselenin dinî hükmünü ortaya koymaktır, onu uygulayıp uygulamama ise mükelleflerin hür iradelerine kalır.
Bunların yanında, başörtüsünün dinî bir fariza olduğunu kabul etmekle birlikte, onun, dinin birinci ve en önemli emriymiş gibi sunulmasına karşı çıkan, dinî hükümler arasındaki hiyerarşinin bozulmasından şikâyet eden kimseler de vardır. Onlar, dinin şekilciliğe kurban edildiğini, ahlâk, iffet ve iç temizliği hakkında yeterince titiz davranmayanların konu tesettüre geldiğinde mangalda kül bırakmadığını, başörtüsü ve tesettürün anlam ve amacına uygun kullanılmadığını söylüyorlar ki bu eleştirilerinde bütünüyle haksız sayılmazlar.
Bir de din hakkında araştırma yapan kişilerin dinî bir görüş olarak ortaya attıkları marjinal görüşler söz konusudur. Bizim asıl ele almak istediğimiz konu da tam olarak budur. Evet, kimileri başörtüsünü emreden âyetin (en-Nûr, 24/31) bir emir değil tavsiye niteliğinde olduğunu söylüyor; kimileri âyette zikredilen “humur” lafzının başörtüsü değil; şal, atkı veya herhangi bir örtü anlamına geldiğini ileri sürüyor; kimileri cilbâb âyetindeki ifadelerden hareketle (el-Ahzâb, 33/59) tesettür emrinin hür kadınları cariyelerden ayırmak için geldiğini ve günümüzde bu ayrıma gerek kalmadığını iddia ediyor, kimileri de başörtüsü emrine tarihsel yaklaşarak onu Hz. Peygamber döneminin sosyo-kültürel şartları ile izah ediyor.
Başörtüsü etrafında son yarım asırda ortaya atılan farklı görüşlerin salt ilmî, fikrî ve dinî saiklerle dile getirildiğini söylemek çok zordur. Bunlar daha ziyade sosyal, kültürel ve siyasi şartların etkisi ve baskısıyla ortaya çıkmış görüşlerdir. Farklı bir ifadeyle, geniş halk kesimleri yanında bir çok bilim adamını da başörtüsü ve tesettüre karşı daha toleranslı hâle getiren sebep, toplumsal değişim ve dönüşümlerdir. Maalesef günümüzde belli konular etrafında öyle baskıcı ve dayatmacı bir atmosfer oluşturuldu ki bu konuların objektif bir şekilde konuşulup tartışılabilmesi çok zor hâle geldi. Kadına dair muhtelif konular da başta geliyor.
Kadınla ilgili meselelerde kemikleşmiş önyargılar var. Bir çok hakikat ideolojilere kurban ediliyor. Modern hayatın kabullerine ve maşeri vicdanın beklentilerine aykırı düşmekten korkuluyor. Dolayısıyla da konuyla ilgili âyet ve hadisler gereksiz zorlamalarla ve tevil oyunlarıyla çok rahat çarpıtılabiliyor. İnandığımız gibi yaşayamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya başlıyor, mevcut yaşantımıza naslardan meşruiyet devşirme yoluna gidiyoruz.
Tesettürle ilgili tartışmalar on dokuzuncu asrın ikinci yarısına kadar gider. Fakat bu tartışmalar İkinci Meşrutiyetten sonra hız kazanmış ve günümüze kadar da şiddetlenerek gelmiştir. Osmanlı’nın son döneminde çıkan kadın dergilerinde, kurulan kadın derneklerinde ve daha başka dergi ve gazetelerde konu etrafında hararetli tartışmalar yapılmıştır. O dönemdeki eleştiriler daha çok peçe ve çarşafa yönelse de yavaş yavaş tesettür emri de eleştiri oklarına muhatap olmaya başlamıştır. Cumhuriyet döneminde ise kadınların örtüden kurtulması gerektiği düşüncesi daha yüksek sesle dile getirilmiştir. Türban ve başörtüsü tartışmaları ise 1980’li yıllardan sonra alevlenmiştir.
Başörtüsü ve tesettüre karşı değişen bakış açısının ve uygulamaların sadece Türkiye ve Müslüman ülkelere has olmadığını da hatırlatmak gerekir. Esasında örtünme, insanlık tarihi kadar eskidir. İslâm’a özgü bir hüküm değildir. İslâm zaten var olan bir uygulamaya çekidüzen getirmiştir.
Mesela Hammurabi kanunlarında kadınların başlarını örtmeleri emredildiği gibi, örtünmenin Sasani, Bizans ve Hint medeniyetlerinde de yaygın bir uygulama olduğu dinî ve tarihî metinlerden anlaşılmaktadır.
Aynı şekilde semavi dinlerden olan Yahudilik ve Hristiyanlık da başörtüsünü emretmiş ve modern döneme kadar bu dine mensup olan kadınlar başlarını kapatmışlardır. Fakat modern zamanlarda yaşanan sosyal ve siyasi değişim dalgalarıyla birlikte başörtüsüne yönelik algı ve düşünceler, uygulama ve pratikler de değişmiştir.