Başbakan Binali Yıldırım, İstanbul Sanayi Odası (İSO) mensuplarına hitap ediyor. Kürsüde sarf edilen sözler Başbakan’dan ziyade ana muhalefet partisi liderini tedai ettirdi. Zira Yıldırım’ın cümlelerinin her biri, ‘Başkanlık’ muradına erene dek milleti sanal baharla avutmaya çalışan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın muhtarlara, kamyonculara, ceketi ilikli medya patronlarına, ricasını emir telakki edip sakal-bıyık bırakan gazetecilere tekrar edip durduğu muhayyel tabloyu tarumar edebilecek kadar keskindi. Bir o kadar da hakikatin itirafı nevinden cümlelerdi.
Esasında Yıldırım bankacıları hedef tahtasına koyarken bilerek ya da bilmeyerek iş âleminin perişan halini hülasa etti. O konuşmadan bir-iki paragraf iktibas ettim…
Başbakan diyor ki…
“Tren kalkıyor. Hareketten önce son çağrıyı yapıyorum. Ya adam gibi bir faiz oranını benimsersiniz ya da biz bunun da tedbirini alırız. Bunu bankacılarımız tehdit olarak algılamasın. Ellerinden paralarını alacak değiliz. Elimizde araçlarımız var. Nasıl ki tedbirlerimizle sanayicilerimizi rahatlattıysak, bankacılar için de gerekeni yaparız.”
“Bankalara bakıyoruz, faize, enflasyona vesaire, burada işler tersine dönüyor. Bunda bir yanlışlık yok mu? Siz bu işin erbabısınız, burada bir yanlışlık var. Bu doğal bir şey değil, sürdürülebilir de bir şey değil.”
“Bankalara diyoruz ki ‘gelin kardeşim, bak aklınızı başınıza alın, mevduat toplama yarışına girmeyin.’ Birbirleriyle yarışıyorlar. ‘Ne veriyorsun?’, ’13’, ‘Ben 13,2.’ Sanki efendim, balık mezbahasında müzayede yapıyor. Olur mu böyle şey? Parayı toplayacaksınız, sonra o parayı kullandıracak kimse bulamazsan ne yapacaksın? Turşusunu mu kuracaksın paranın.”
“Şimdi bankaların yüz yıkama zamanı. Bankacılarımızdan gerekeni yapmasını bekliyoruz. Ama çok zamanımız da yok. Hepimiz aynı gemideyiz. Her durumda kâr eden bir sektör olur mu kardeşim? Sanayici akıl teri, alın teri döküyor sonunda bakıyor el elde baş başta. Türkiye’nin kalkınamamasının en büyük sebebi faizdir. Türkiye nasıl kalkınacak? Üreterek, istihdam yaparak.”
BAŞBAKAN İFLASI İTİRAF ETTİ
Başbakan Yıldırım sanayicileri karşısında görünce biraz da içini dökmüş. ‘Takke düştü kel göründü’ diyor. Ekonominin TÜİK’in açıkladığı (yüzde 5) kadar büyümediğini, doların ateşi düşmüş gibi görünse de bunun görünmeyen bir başka maliyetinin olduğunu, yüzde 20’lerin fevkinde faizlerin sanayiciyi perişan ettiğini itiraf etmiş.
Millî geliri (GSYH) hakikaten yüzde 5 artmış, işsizliği dünya ortalamasına indirmiş, döviz fazlası veren, ihracat siparişlerini yetiştirmek için fabrikaların üç vardiya mesai yaptığı bir memlekette Başbakan niye böyle konuşsun.
İşler sarpa sarınca ‘faiz lobisi’ diye bağıran AKP’nin devr-i iktidarında 180 milyar dolar faize ödendi. Faizler Avrupa Birliği seviyesine hiç inmedi ki! Yüzde 12-13 senelik maliyet bile ekonomiye can suyu olmuştu. Bir senedir yeniden tırmanışa geçen faizlerin esas maliyeti 2017’nin ikinci yarısında ve 2018’de ortaya çıkacak. Faiz artışı sadece şirket bilançolarında değil merkezi idare bütçesinde de kocaman bir gedik açacak.
Geçen sene dolar ve Euro’daki artış yüzünden zarar eden sanayici 2017 ve 2018’de yüzde 20 bandına çıkan faizlerin altından kalkamayacak. Almanya’da muadilleri senelik yüzde 2-3 maliyetle finansman bulabilirken yüzde 20-25’le borç bulabilen sanayicinin takati kalmadı.
BANKALAR BİLE YURT DIŞINDAN BORÇ BULAMIYOR
Başbakan bu perişan tablonun bütün mesuliyetini bankaların üzerine yıkıp mevzuyu kapatamaz. Bankalar piyasa şartlarına göre çalışıyor. Ne kadar çok kredi satarsa o kadar çok kazanırlar. Enflasyon yükseldiyse, Merkez Bankası bankalara geçen seneye nazaran yüzde 50 daha fazla para isteyerek borç veriyorsa mevcut tabloya niye şaşırıyorsunuz ki!
Vaziyet, Türkiye menşeli bankaların yüksek maliyetleri kabul etmesine rağmen yabancı bankalardan borç alamayacağı kadar vahim. Topladıkları mevduat 100 ise dağıttıkları kredi 147’ye çıkmış. Bu değirmenin suyu kesildi kesilecek. Hükûmet batık kredilerin üzerine gidilmesi yerine aynı firmalara kredi tahsisatı yaptırdı. Gemi altı aydır bu şekilde yüzdürülüyor.
Bu batıkları Hazine’nin sırtına yıkmaktan başka bir netice vermeyecek. Kredi Garanti Fonu’nun (KGF) ismindeki şaşaa vatandaşın cebinde kalan üç kuruşun hükûmete yakın firmaların kasasına konulduğu hakikatini değiştirmiyor.
GAZETECİLER PAZARLAMACIYA DÖNDÜ
Patronları Saray kapısında iki büklüm olan gazetecilerin ‘hakikatin peşine düşmekten vazgeçtiği’ günlerin üzerinden hayli vakit geçti. Gazeteciler, hükûmetin yalanlarını satan pazarlamacılara döndü.
AKP kronikleşen enflasyon ve işsizliğe çare bulamadığı gibi Türkiye’nin yıldızının parladığı senelerde gelen yabancı sermayeyi kalıcı yatırımlara dönüştürmedi, inşaat gibi ranta dayalı sektörlerle istikrarlı kalkınma hedefine ulaşılacağı vehmine kapıldı.
Ucuz ve bol döviz tükendi, Merkez Bankası’nın net rezervi 30 milyar doların altına indi. Dünyanın önde gelen yatırımcılarının hukuk ve demokrasi teminatına itimat edip Türkiye’ye para yatırmaya devam ettiği günler geride kaldı.
Hal-i hazırda Türkiye, sermaye için en riskli limanlardan biri olarak gösteriliyor. Suyun akışı durdu. Havuzun dibi delik. Katar katar gelen paralar da gelmez oldu. Tecrit Katar’a, ihtiyati tedbir Erdoğan’ın kriminal paralarına.
Başbakan da biliyor ki bu devran böyle gitmez. İstatistiklerle oynayarak, bütün iflasın faturasını sadece bankacılara yıkarak bir yere kadar…