Yorum | Bülent Keneş | @bkenes
Victor Hugo’ya atfedilen o sözde olduğu gibi hakikaten de hiçbir ordu zamanı gelmiş bir fikirden daha güçlü değildir. Ancak bu ölçü, sözkonusu fikrin, hayatta yer bulabilecek ve hayatı kökünden etkileyecek şekilde zamanının gelip gelmediğine karar verecek bir iradeden bağımsız olduğu anlamına gelmez. Siyasi tarih ve ideolojiler çöplüğü “zamanı gelmiş iyi bir fikir” diye harekete geçilen pek çok fikrin sahadaki akıbetlerinin hezimetle sonuçlanmakla kalmayıp büyük yıkımlara yol açtığının sayısız örnekleriyle doludur.
Çok eskilere gitmeye gerek yok. Bu konudaki örnekler için sadece Arap İsyanları sonrası bölgede yaşanan trajedilere bakmak bile yeterli. Daha özelde Mısır, Suriye örnekleri yıllardır rüyası görülerek zamanı geldiği düşünülen bir fikrin (liberal demokrasi) nasıl bir kabusa dönüşebileceğinin somut örneklerini oluşturuyor. Biraz daha gerilere gidecek olursak, asimetrik güç dengelerini, dünya realitelerini hiçe saymak pahasına peşine düşülen bağımsızlık fikrinin bir ülkeyi nasıl yerle bir, bir milleti nasıl perişan edebildiğini Çeçenistan örneğinde görebiliriz.
BENZER ZEHABA KAPILMALARININ BEDELİ ÇOK AĞIR OLMUŞTU
Akıldan ziyade duyguların baskın olduğu bu çalkantılı bölgede, taraftarlarına yeniden zamanı gelmiş duygusu yaşatan oldukça eski bir fikrin hayata aktarılma çabasının arifesi içerisinde bulunuyoruz. Kürtler için bağımsız bir Kürt Devleti fikrinin düşünceden kuvveye, hayalden gerçeğe dönüşmesine sadece günler kaldı. Bu ideal yeni değil. Türkiye, Suriye, Irak, İran başta olmak üzere farklı ülkelere ait sınırlar tarafından parçalanmış dünyanın devletsiz en büyük etnik gruplarından biri olan Kürtlerin bağımsız ve egemen bir devlete sahip olma özleminin geçmişi yüzyılı aşıyor. Bu yüzyıl boyunca gerek Irak, gerek Türkiye ve gerekse İran’daki Kürtler zaman zaman bağımsızlık fikrinin zamanının geldiği zehabına kapılmış ve bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödemişlerdi.
Resmi anlatıların ötesinde karanlık yönleri hala oldukça baskın olan Şeyh Sait İsyanı benzeri çalkantıların Kürtlerdeki bağımsızlık fikrinin zamanının geldiği duygusuyla mutlaka yakından ve doğrudan bir alakası vardı. Büyük bir dünya savaşı sonrası her şeyin alt üst olduğu, bölgede henüz sınırların bile tam konsolide olmadığı bir zaman diliminde yeni kurulmuş ve kurucu unsurlarına kuruluş öncesi verdiği sözleri maalesef büyük ölçüde tutmamış olan, kurumları ise henüz yerli yerine oturmamış bir rejime karşı bağımsızlık hareketine girişmek Şeyh Sait ve arkadaşlarına muhtemelen zamanı gelmiş iyi bir fikir şeklinde görünmüştü.
2.Dünya Savaşı sırasında benzer bir hercümerç yaşayarak İngiltere’nin güneyden, Rusya’nın kuzeyden işgaline uğrayan İran’da yaşayan Kürtler de o şartların bağımsız bir Kürt devleti fikrinin hayat bulması için son derece elverişli şartlar oluşturduğuna kanaat getirmişlerdi. Bu kanaatlerinin oluşmasında şüphesiz ki İran merkezi yönetiminin zayıflığı kadar işgalci Sovyetler Birliği’nin İran’ın bölünmüşlüğünü sürdürme ve kendi işgalini dolaylı da olsa sürekli kılma amacıyla İran Kürtleri’ne verdiği siyasi, mali ve askeri desteğin önemli bir rolü vardı.
İran Kürtleri için zamanı gelmiş, şartları fevkalade oluşmuş bağımsız bir Kürt devleti fikrinin nihayet hayat bulmasının önünde hiçbir engel kalmamıştı. Ancak, zamanı gelmiş iyi bir fikir olarak necat bulmuş olan Mahabad Cumhuriyeti’nin ömrü sadece ve sadece 11 ayla sınırlı kalmıştı. Heveslerine ve yanlış varsayımlara kendilerine kaptıran pek çok Kürt önde geleninin akıbeti idam sehpası ya da kurşuna dizilmek olmuştu.
BARZANİ, BABASININ PEŞİNDE ÖMRÜNÜ HARCADIĞI İDEALE YAKLAŞTI
Kendisi Irak Kürdistanı’ndan olmasına rağmen Moskova ile yakın ilişkileri ve elinde bulundurduğu silahlı Peşmerge gücü sayesinde Mahabad Cumhuriyeti’nin Genelkurmay Başkanlığı’nı üstelenen Mustafa Barzani o hengamede hayatını kılpayı kurtarmıştı. Bugün ise oğlu Mesud Barzani (babasının Genelkurmay Başkanlığı sırasında Mahabad’da doğmuştur), babasının tüm ömrünü peşinde harcadığı ve o uğurda pek çok yakınını feda ettiği o ideali, üstelik de nesiller boyu yaşadıkları kendi topraklar üzerinde, gerçekleştirmeye çok yaklaştı.
Bugün Türkiye’nin hala Kuzey Irak diye tanımlamakta ısrar ettiği, Kürtlerin ise daha büyük bir bütünün parçası imasıyla sürekli “Güney Kürdistan” diye andığı, resmi ismi Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) olan özerk yönetimin özerklik sınırlarını fazlasıyla aştığını, maliye, savunma ve dış politikayı da içerecek şekilde neredeyse bağımsız bir devlet haline geldiğini, Barzani’nin dostu da düşmanı da artık kabul ediyor. Geriye ise, ete kemiğe bürünmüş bu fiili durumu resmi bir kalıba sokmak kalıyor.
2010’ların başında farklı tarihlerde yolum Basra, Bağdat ve Erbil’e düştüğünde, şaşırarak fark etmiştim ki, Irak’ta devlet görünümüne en yakın kurumsallaşmayı ve uluslararası protokol kurallarına en fazla yakınlaşmayı IKYB başarmıştı. Kürtlerin yönetimindeki şehirler birer istikrar ve refah bölgesi olarak görülüyordu. O tarihte bile Bağdat’ta, Basra’da soluklama imkânı bulamadığınız kurumsallaşmış bir devletin varlığı hissini Erbil’de fazlasıyla duyabiliyordunuz.
1991’deki Birinci Körfez Savaşı’ndan itibaren fiilen, Irak’ın ABD tarafından işgal edildiği 2003’ten itibaren resmen bir devlet gibi hareket eden, 2005’te ise statüsü anayasal güvence altına alınan Barzani yönetimi, belli ki atalarının özlemiyle hayatlarını geçirdikleri bağımsız ve egemen bir Kürt Devleti kurma idealini, kendi gözlerini dünyaya kapamadan önce gerçekleştirme ve bu devlete adlı adınca vücut verme arzusu taşıyor. Bağımsız bir Kürt Devleti’nin, Barzani ve Kürtler tarafından zamanı fazlasıyla gelmiş, hatta yüzyıllık Wilson İlkeleri’nin en başat maddesi olan self-determinasyon bakımından gerçekleştirilmesinde oldukça geç kalınmış iyi bir fikir olarak görüldüğü kesin.
IKYB’NİN SINIRLARINI AŞAN REFERANDUM, ADI ŞİMDİDEN BELLİ DEVLET
Onun içindir ki, 2014 yılında olduğu gibi son anda bir değişiklik olmazsa bu ayın 25’inde nihayet dananın kuyruğu kopacak. Daha şimdiden kurulacak devletin adı “Federal Kürdistan Cumhuriyeti” olarak çoktan konulmuş durumda. Buna göre, yetkilerin merkezde toplandığı bir ulus-devlet modelinden ziyade her bir federe bölgenin kendi meclisi ve hükümeti aracılığıyla kurulacak devlete dahil olacağı çoğulcu bir teritoryal yapı hedefleniyor. Bu federe bölgelerin bugün Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları dahilinde olan Erbil, Duhok, Süleymaniye, Halepçe vilayetlerinin yanısıra referanduma il meclislerinin tartışmalı kararlarıyla katılacak olan Şengal, Ninova, Mahmur ve Kerkük gibi vilayetlerden oluşması planlanıyor.
Referandumun en can alıcı ve tartışmalı yönünü de zaten başta Irak petrollerinin en az yüzde 10’unu üreten Kerkük olmak üzere IKYB yönetimi dışındaki bu tartışmalı bölgelerin referanduma dahil edilmesi oluşturuyor. IKYB’nin Kürtçe, Türkçe, Arapça ve Süryanice olmak üzere 4 dilde bastırdığı oy pusulasında yer alan “Kürdistan Bölgesi ve bölge idaresinin dışında kalan Kürdistanlı yörelerin bağımsız devlet olmasını istiyor musunuz?” ifadesi referandum sonrası nasıl bir barut fıçısının alev alabileceğinin sinyallerini veriyor.
Mesela, Kerkük İl Meclisi’nin referanduma katılma kararının Türkmen ve Arap meclis üyelerinin boykotuna rağmen alınmış olması, referandum sonrası atılacak yanlış bir adımın büyük bir kaosu ve çatışmayı beraberinde getireceği endişelerine yol açıyor. Öyle ki, IKYB’nin referandum vesilesiyle sergilediği Mezopotamya’ya has bu fırsatçılık, zamanı geldiğini düşündükleri iyi bir fikrin ölü ya da felç doğumuna neden olabilir. Irak ve tüm bölgede Sünnilerle Şiiler arasında yaşanmakta olan gerilim, kaos ve çatışma ortamına karşılık bağımsızlığı en iyi fikir olarak gören Kürtler, atacakları yanlış bir adımla tüm bu kargaşanın hızla bir odağı ve ana malzemesi haline gelebilir.
KERKÜK BÖLGESEL AKTÖRLERİN NAZARINDA KÜÇÜK BİR KUDÜS
Bölgesel aktörlerin pozisyonuna bakıldığında Kerkük’ün de arasında bulunduğu bazı bölgelerin statüsü Erbil ile Bağdat arasında hala tartışılıyorken Kürtlerin referandum sonuçlarına dayanarak girişecekleri bir oldu-bittiye meşruiyet kazandırma çabalarından kalıcı bir sonuç alma ihtimallerinin bulunmadığı söylenebilir.
2014’te Irak ordusunun çekilmesine rağmen IŞİD’in saldırısını püskürterek Kerkük’e hakim olan Peşmergeler sayesinde belli ki IKYB Ortadoğu’da hala geçerliliğini sürdüren kimin elinde silah varsa o haklıdır ilkesine dört elle sarılmış bulunuyor. IKYB, IŞİD saldırganlığı sayesinde silahlı kontrol sağlama imkanı bulduğu Kerkük’ü siyasi ve coğrafik olarak da yönetimine katma arzusunu gizlemiyor. Tarafların yüklediği anlam bakımından küçük bir Kudüs olarak değerlendirilen Kerkük’teki yanlış bir adımın yol açacağı Arap-Kürt çatışmasının varabileceği boyutu ise şimdiden tahmin etmek kolay gözükmüyor.
Öte yandan, IKYB’nin bağımsızlığını ilan etme cesareti gösterecek bir noktaya gelmesinde Erdoğan rejiminin çok büyük bir katkısı bulunuyor. Özellikle Nuri el-Maliki döneminde Bağdat yönetimi ile düşmanca ilişkiler geliştirerek IKYB’yi önceler hale gelmesi ve Esed rejimini yıkmak saplantısıyla bölge dengelerini alt üst etmesinden en fazla yararı sağlayanlar doğal olarak Kürtler oldu. Erdoğan ve yakınlarının bizzat rol alarak Barzani yönetiminin çıkardığı petrolleri, Bağdat’ın iradesi hilafına, İsrail’e satması da IKYB’yi muhtemel bir bağımsızlığın gerektirdiği siyasi ve askeri kurumları oluşturmakta ihtiyaç duyduğu mali imkanlara kavuşturmuş oldu.
BAĞIMSIZ KÜRT DEVLETİ’NE ERDOĞAN REJİMİ EBELİK YAPIYOR
Erdoğan rejiminin IŞİD’e karşı güven vermeyen pozisyonu da geçmişte Türkiye’nin müttefiği olan tüm güçleri Kürtlere mahkûm ederek, Kürtlerin ihtiyaç duyduğu uluslararası destek ve meşruiyet zeminini genişletti. Her ne kadar bugün referanduma, referanduma Kerkük’ün dahil edilmesine ve Irak Kürtlerinin bağımsızlığına karşı olduğuna dair açıklama üzerine açıklama yapsa da Erdoğan rejimi tarihe muhtemel Bağımsız Kürt Devleti’ne ebelik rolüyle çoktan geçmiş bulunuyor.
Erdoğan rejiminin aksine bölgede etkin rol oynayan diğer aktörlerin IKYB’nin referandum ve muhtemel bağımsızlık girişimleri konusundaki söylem ve eylemleri daha bir tutarlı görünüyor. İran mesela baştan beri referanduma açıktan karşı çıkıyor ve tüm eylemleri de bu tavrıyla muvafık. İsrail ise tam tersine bağımsız bir Kürt devletine en fazla destek verecek ülkeler arasında bulunuyor.
Kürtlerle yakın müttefiklik ilişkisi içerisinde olan ABD, referandumun ve takip edecek muhtemel bir bağımsızlık ilanının zamanlamasına dair endişeler taşıyor. ABD, böyle bir durumun bölgede yeni kamplaşmalara yol açacağı için IŞİD’le mücadeleyi zaafa uğratacağından kaygı duyuyor. Bu yüzden de Irak’ın toprak bütünlüğü söylemini tekrarlayıp duruyor. Buna rağmen ABD’nin oluşacak fiili duruma göre hareket edeceğini tahmin etmek zor değil.
Irak Kürtlerinin bağımsız devlet idealine ulaşması halinde hiç şüphesiz ki bu başarı Suriye, Türkiye ve İran’daki siyasal Kürt hareketlerini benzer hedeflere yönelik cesaretlendirecek ve motive edecektir. Türkiye ve İran’ın içinde bulunduğu mevcut şartlarda bu durumun yol açacağı risk ve korkuların Kürtlere yönelik baskı ve hukuksuzlukların tırmanması gibi bir sonuç doğuracağı da şimdiden söylenebilir. Bağımsızlık konusunda Irak Kürtlerini ilk takip edecek olanlar ise, şüphesiz ki Suriye Kürtleri ve PKK’nın orada farklı isimlerde yer alan uzantıları olacaktır.
NE ENGELLEYEBİLİR NE YOKEDEBİLİRSİNİZ, SADECE YÖNETEBİLİRSİNİZ
25 Eylül Pazartesi günü yapılacak referandumun ilk somut sonucu şüphesiz ki Irak’ın bölünmesi olacaktır. Bunu orta ve uzun vadede bölgede başka parçalanmalar ve birleşmelerin izlemesi ise kaçınılmazdır. Bu ihtimalleri düşünmek, yazmak ve konuşmak elbette yapmaktan ve üstesinden gelmekten daha kolay. Tam bir bölgesel hercümerci gerektiren bu türden değişikliklerin ne türden acılara ve trajedilere yol açacağını tahmin etmek ise zor değil. Çünkü, özellikle çatışmacı ya da bir çatışmayı göze alan parçalanmalar ve sınır değişiklikleri tektonik depremler gibidir. Bir kez başladığında nerede duracağını kimse tahmin edemez. Etkileri de sadece içinde bulunduğu bölgeyle sınırlı kalmaz.
Tüm bunlara rağmen, zamanı hakikaten gelmiş bir fikri ne engelleyebilir ne de yok edebilirsiniz. Yeterli kapasiteniz ve becerinizi varsa sadece yönetebilir ve yönlendirebilirsiniz. Maalesef, Türkiye’deki mevcut yönetim dahil bölge ülkeleri ve bölgede etkin olan güçler illa kurulacaksa bağımsız bir Kürt Devleti’nin bir kaosa yol açmadan nasıl kurulacağı, engellenecekse çok daha büyük sorunlar yaratmadan nasıl engelleneceği konusunda gerekli basiret, firaset ve kabiliyetin emaresini göstermiyor. Bölgenin zamanı gelmiş bir fikrin eşiğinde olup olmadığı belki tartışılır ama yepyeni ve çok derin bir krizin eğişinde olduğu su götürmez bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
Merhaba,
Şu soruların cevabını vicdanınızdan sorabilir misiniz?
Kürtler şu yaşadıkları 4 ülkenin hangisinden adalet gördüler,
Daha doğrusu hangisinden zulüm görmediler?
Mustafa Kemal mi onlara zulüm etmedi?
Saddam mı?
Hafiz Esad mı?
Tayyip mi?
Kürtler bu coğrafyanın mühim bir milleti.
Eğer yaşadıkları ülkelerde oldukları gibi kabul edilmeyip, en tabii insan hakları bile gasp ediliyorsa bağımsız olmaları daha iyi… Ağır bedeller ödemeleri daima söz konusu. Ama kürtler için en büyük tehlikeyi içlerinden çıkma ihtimali olan tiranlardan gelir diye düşünüyorum.
İnşaallah adil olurlar…