YORUM | M.NEDİM HAZAR
Dün Babalar Günü’ydü… Birçok baba gibi, benim de –zerre kadar önem vermediğim halde- başta evlatlarım olmak üzere, bu günümü kutlayanlar oldu. Ben de babamı bir kez daha hatırladım. Ki her hatırlayışımda yetimliğim aklıma gelir, üzülürüm. Öyle yazmıştım vaktiyle; ‘Baba ölünce yetim kalır çocuk, yaşı kaç olursa olsun!’
Sonra beni şaşırtan bir şey oldu ve annem aradı. Yüzünü görmüyordum ama eminim yine mütebessimdi. ‘Hep sen mi arayacaksın, bu kez de ben arayıp babalar gününü kutlayayım’ dedi. Hastaydı ve bir gün önce arayıp Miraç’ını tebrik etmiştim.
Anamla yaptığım telefon konuşmaları enteresandır. Başlarken hoştur, arada yaklaşık yüz elli kere, ‘kapat sana çok yazmasın’ der ve ben kapatamam. Hele hele veda faslı… O kadar yoğun ve seri dua yağmuruna tutar ki, kapatabilene aşk olsun. Neredeyse toplam konuşma süresi kadar sürdüğü olur bu faslın.
Şüphesiz herkesin anası özeldir, benzersizdir, kıyas kabul etmeyecek kadar değerlidir. Benim için de annem öyledir. Öyle bir kadındır ki, kendi kocasına önce hanımlık, sonra annelik yapmıştır. 10 yıldan fazla bir süre, felçli kocasına adeta çocuk gibi bakmış. Yemeğini eliyle yedirmiş, altını temizlemiş, yıkamış, bakımını yapmıştır. Ve ardından babalık vazifesine geçmiştir. Hasta olan babamın yerine baba olmuştur. Bir kadın düşünün ki, kocasına annelik, çocuklarına babalığı da yapabiliyor, analık vazifesine ek olarak.
Her ona gittiğimde önce saçlarını göstermesini isterim. Tuhaftır ama utanır, sıkılır. Uyurken bile gizler saçlarını. Ve şaka yollu zorlamayla açtırdığımda başını, saçları dökülür yüreğime. Bembeyaz, pamuk şekeri gibi gelir bana. Her telinde ızdırap, sıkıntı ve hüzün vardır sanki.
Telefonda babalar günümü kutlarken, gözlerim doldu ve ‘ben de senin babalar gününü kutlarım’ dedim insiyaki olarak. Klasik cevabını yapıştırdı, ‘her sene bu zamanı gör!’ Öyle derler bizim oralarda. El öpene, bayram, kandil kutlayana; ‘El öpenlerin çok olsun, her sene bu zamanları gör..’
Babalara sevgi konusunda hep haksızlık yapıldığına inananlardanım.
Annemize sevgimizi ifade etmekte asla cimri davranmayız. Ama sıra babaya gelince, pintiliğimizi önleyemeyiz nedense. İş bu nedenle, babaların özellikle kaybedilmesinden sonra, bıraktığı boşluk gelip oturur hep içime. Babasızlık inanılmaz zordur. Bilirim…
Analık zaten zor, bir de babasız kalan çocuklara babalık yapan analığın baba rolünü de üstlenmesinin zorluğunu anlatmak hem zor hem epey uzunu sürer galiba. Elbette babalarımızın kıymetini bilmek lazım ve gidişiyle hayatımızdan çok önemli şeyleri alıp götüren babaları, hep rahmetle yâd etmek gerek. Ama baba gibi olan anaları daha fazla öpmek, sarmak, takdir ve teşekkürlerle koklamak lazım.
Bayramlarda, seyranlarda, anneler gününde ya da fırsatı bulunan her anda tebrik edip, avuçlarını yanaklarımıza değdirmek, parmaklarını gözkapaklarımızda gezdirmek lazım. Ve babalar gününde, baba gibi olan anaları bir daha hatırlamak, bir daha şükran ile ellerine sarılmak lazım.
****
Sütünden tatlı mıdır anne bu hayat?
Bir kadını al onu yont yont anne olsun
Her kadın acıma anıtı bir anne olsun
Çocuklara açılan mavi kırmızı pencere anne
Sen bu şehrin sokaklarından geç sonsuz pencerelerle
Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun
Sezai Karakoç
Albümlere sığınıyor insan bazı zamanlarda… Ve albümlerde çocuklar annelerine, anneler kocalarına sığınmış, soğuktan sobaya sığınan titrek kediler gibi…
Yıllar önce… TRT’nin tek kanal olduğu dönemde… Askerler isimli bir belgesel dizi izlerken konuşuyordu bir ecnebi gazi. Söylediği şu cümleleri hiç unutmuyorum: ‘Bilmiyorum kaç kişi ellerimde can verdi? Kaç silah arkadaşımın künyesini elimle çıkardığımı unuttum. Ama şunu söyleyebilirim; can veren arkadaşlarımın hemen hepsi son nefeslerinde, ahh anneciğim ölüyorum nerdesin, dediler!’ Şairin; ‘Aşk, o bir masalmış, yalanmış meğer/ Seven bir kalp için sığınacak yer/ Yalnız o kucakmış, yalnız o dizmiş/ İnsanlar ne kadar merhametsizmiş!’
İskoçya’nın Dundee kentinde bulunan Ninewells Hastanesi’nde görevli bilim adamları, emzirmenin olumlu ve olumsuz yanlarını araştırmışlar… Araştırma kapsamında 11 ila 14 yaşlarında 159 çocuğu inceleyen bilim adamları, ilk haftalarda katı besinlerle beslenme ile ergenlik çağındaki kalp rahatsızlıklarının birbiriyle bağlantılı olduğunu ortaya çıkarmış. Bilim adamları, çocukların yüzde 20’sinin kan şekeri ve kolesterol değerlerinin normalden yüksek olduğunu hayretle görmüş. Kalp krizinin temel nedenlerinden biri olarak bilinen kan damarlarındaki belirgin değişikliklerin de çocukların yine yüzde 20’sinde tespit edildiğini belirten bilim adamları, damarlardaki değişikliğin emzirme süresiyle bağlantılı olduğunu söylüyor. Sadece katı besinlerin kalp krizi riskini artırmadığını belirten bilim adamları, ilk haftalarında süpermarketten alınan sütle beslenen kişilerde de yüksek kolesterol riskinin arttığını da raporlarına eklemiş.
Oksitosin isimli bir hormondan bahsediyor bilim. Diğer ismine ‘Sevgi Hormonu’ da deniyor ve bu hormon sadece annelerde bulunuyormuş. Hatta ünlü Stern Dergisi bu konuyu kapak yaparken, farelerle ilgili bir deneyi yayınlamıştı. Beynine oksitosin aşılanan dişi fareler, kısır oldukları halde, bu işlemden iki saat sonra annelik içgüdüsü gösteriyorlar. Dişi fareler hemen birer yuva yapıp başka farelerin yavrularını yalayarak sevmeye ve onları kollamaya başlıyor. İşin asıl ilginç yanı oksitosin aşılanan erkek farelerde bile annelik dürtüsünün ortaya çıkması. Doğum gibi fiziksel acısı son derece yüksek olan bir olayın bile oksitoksin sayesinde anlaşılmaz bir haz seansına dönüştüğünü gösteriyor araştırmalar. Ve hemen sonra anne sütü vasıtasıyla bebeğine geçiyor.
‘Önce anne doğurdu çocuğu acıya/ Sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı’ diyor şair.. ‘Her çocuk annesinin hayal gücüdür’ biraz… Nazım, Abidin’e sorduğunda mutluluğun resmine dair, ‘gül yanaklı bebesini emziren anneciğin melek yüzlü resmini’ parantezin dışına atmış. Görüldüğü gibi, şair gibi naif ruhlu olması gereken yapılar bile ıskalıyor anne ile sevgi arasındaki ilişkiyi.
Gazetelerde beyazlaşmış saçlarını okşadığı yavrusu için ağlayan pamuk saçlı annelerin resmi yok! Kaşığa sinen anne kokusunu anlamıyor herkes. Gece kolları gibi sararken annenin bedenimizi, uykunun bilmem kaçıncı bodrumunda çıkıveriyor anneler karşımıza. Ben gidiyorum oğul diyor tiz, ancak güçlü sesiyle. ‘Üstünü son defa örtmeye geldim.’
Anadolu annesi geliyor bugün hep aklıma. Batılı kadının düştüğü, ‘mükemmel annelik’ tuzağına düşmeden, bilinmez bir sevk–i ilahi ile saran bebeğini. Ve bugün Batı toplumunun her ne kadar tüketim köleliği için ürettiğine inandığımız günlerden bir gün olsa da, belki farkında olmasa bile annelerimiz günün kendilerine adanmış bir gün olduğunu, çocuk kokan ellerine koklayarak sarılmak gerek mutlaka. Çocuklarına babalık, çocuklarının babasına analık yapan bir ananın çocuğu olarak ben öyle yapmak istiyorum çünkü.