YORUM | RAMAZAN F. GÜZEL , @rfguzel
Yıl 2018! 2019’a 1,5 ay kalmış ve Uzay Çağı’na girdiğimiz şu demlerde dünya, Uzay Hukukuna ve mülkiyetine dair detayları konuşuyor. Genetik mühendisliğinin zirveye çıktığı günümüzde, bilimde etik ve hukuki sınırlar tartışılıyor. Her geçen gün yeni ve daha bilinçli robotlar üretildiği için bilinçlenmiş makinelerin bir hakkının, hukukunun, bireyselliğinin olup olamayacağı üzerinde kafa yoruluyor…
Türkiye’ye geldiğimizde ise, Avrupa’nın bundan 1000 yıl önce kafa yorduğu, Magna Carta ile bunun mücadelesini verdiği en temel hakların (mal ve can emniyeti) varlığı tartışılıyor. Ülkenin sayılı zenginlerindenken bir sabah sulh ceza hakimliğinden yollanmış bir kağıt parçası ile herşeyini kaybetmiş olabiliyorsunuz.. ya da akademik kariyeri, bir mesleki makamı- mevkisi olan, bir anda sıfırlanmış olabiliyor. Bunun için de fiiliyatta itiraz edebilecek hiçbir yer yok..
“Adalet ve Kalkınma” iddiasıyla yola çıkan, kurucu liderinin “şiir okudu” diye bir kaç ay hapis yatmış olmasından mütevellit bir rüzgarla başa gelen parti; başlangıçta geniş özgürlükler, haklar, AB’ye üyelik süreci vaatleri içerisinde idi.. kamuoyu desteği için de her kitleden, kesimden insanlara mavi boncuklar dağıtıyordu: inançları hür ve özgür olarak yaşama, her fikri serbestçe ifade edebilme, ana dilde eğitim, bütün kimliklere hayat hakkı vs, vs…
ŞİMDİ BİR KUŞA BENZETTİ..
AKP’nin kurucusu, şimdilerde ülkedeki her varlığın ve yetkinin fiilen (de facto) sahibi R.T.Erdoğan, başlangıçta yargının yetkilerinden, yer yer faaliyetlerini kısıtlamasından şikayet ediyordu. Bu konuda da askeriyenin etkisi olduğunu düşünüyordu. Oportinist yaklaşımlarla değişik kesimlerle işbirliklerine girdi, kullan-at taktikleriyle kendisine alan açtı, güç devşirdi.. Her seferinde “mağduriyetler edebiyatı” geliştirerek yol aldı ve sonunda yasama- yürütme- yargı erklerinin hepsini elinde toplamış oldu. “Ülkeyi bir A.Ş. gibi yönetmek istiyorum” derken, bitli bir mahalle bakkalından daha salaş bir hale getirdi devlet idaresini..
Hani Nasrettin Hoca leyleği görünce, “Bu nasıl kuş böyle?!” deyip, gagasından, ayaklarından kırpmaya başlayıp, sonra leyleği bir güvercin boyuna getirince, “Hah, şimdi bir kuşa benzedin!” demesi gibi ülke yargısını da, devlet idaresini tam da istediği bir kuşa benzetti: istediği ebatta ama uç desen uçamayacak, yürü desen yürüyemeyecek bir hale..
ERDOĞAN’IN ARKA BAHÇESİNDE…
Dikenleri ayıklanmış Erdoğan’ın gül bahçesinde son gündem:
-Polis, hakkında arama kararı bulunan KHK mağduru öğretmeni bulamayınca eşini gözaltına aldı.
-Erdoğan yargısına son yıllarda dahil edilmiş neferlerinden 170 bin sicilli savcılarından Erzurum Savcısı Zülfükar Unal’ın, 4 yaşındaki bir kız çocuğu ile ilgili Cemaat üyelikten bir soruşturma için Mersin Başsavcılığı’ndan “ifadesini alınıp delilleri toplayarak Erzurum Başsavcılığı’na –ivedilikle- gönderilmesini istediği” ortaya çıktı!
-Sefer Selvi, “Paradise Papers karikatürü” nedeniyle tazminata mahkûm edildi.
– Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı dönemde TRT Haber’i zirveye taşıyan, Kanalı 2012 yılında Avrupa’da ‘yılın en iyi televizyonu’ seçilmesine vesile olan, 2 yıldır tutuklu olan Ali Ahmet Böken hakkında 9 yıl 9 ay hapis cezasına karar verildi.
-Cenk Yiğiter tutuklandı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi akademisyenlerinden Cenk Yiğiter, 2 Kasım 2018 tarihinde aynen şöyle bir tweet atmıştı: “KHK’li bir hukuk doktoruyum. Bazı dergilerde yazımın yayınlanması, bazı bilimsel toplantılara katılmam yasak. Kamuda çalışmam yasak. Vakıf üniversitesinde çalışmam yasak. Avukat olmam yasak. Ankara Üniversitesi’nde öğrenci olmam yasak. Pasaport almam ve yurtdışına çıkmam yasak.” Ve bu tweet’ten bir hafta sonra da evine baskın yapılıp tutuklandı.. Başına bunca şeyin gelmesi “kan dursun, ateş dursun” diyen “barış akademisyenlerinden” olması… baskın yemesi de bunu dile getirmiş olması.
-İstinaf mahkemesince cezası onanan sanatçı ve yazar Atilla Taş tekrar cezaevine gönderildi. Atilla Taş’ın dosyası AİHM’de sözde öncelik verilmiş ve yaklaşık bir yıl önce yazışmaları tamamlanmıştı, ve o dosyasında halen bir ölüm sessizliği var. Akademisyen Kerem Altıparmak’ın da dediği gibi, “AİHM, 90’lardaki gibi olsaydı, bugünleri böyle yaşamazdık.”
AYM VE AİHM’DEN GELEN “TATSIZ KOKULAR”!
2017 yılı içinde Türkiye’de 478 bin kişi terör örgütü üyeliğinden soruşturuldu. Bu rakam, tüm Avrupa’da 20 yılda olanlardan fazla… En ufak bir itiraz bile “Cumhurbaşkanına, Erdoğan’a hakaret” olarak algılanıyor ve insanlar yaka paça hapse atılıyor.
Dediğimiz gibi, ülke ve yargısı tam da Erdoğan’ın dikensiz gül bahçesi şimdi, bu bahçede bülbüller ötmese de Erdoğan’ın borusu ötüyor, en tiz perdeden! Bu noktaya gelmesinde de AYM ve AİHM’ye çok önemli roller düşmüştü.
AYM verilerine göre, başlangıçtan 30 Eylül’e kadar toplam 161.084 başvuru karara bağlanmış, bunların sadece 2801’inde ihlal bulunmuş ve bu ihlallerin de 1819’u da “makul sürede yargılanma hakkı”na dair imiş zaten! Bu rakamı da çıkardığınızda ise – K. Altıparmak’ın ifadesi ile- ‘AYM başvurunuzda başarı şansınız yaklaşık %1 veya altı.’
İç hukuk yollarınının tüketilmesi (idare mahkemesi + bölge idare + Danıştay + AYM) derken 10-15 yıl! AİHM’i beklersen ortalama 10-15 yıl… Nihai karar 20 ile 30 yıl arası yani. Türkiye’ye OHAL Komisyonu kurma aymazlığı fikrini veren de AİHM zaten; buradan da niyetini anlamak mümkün.
AYM ile AİHM arasında da tuhaf, gizli bir ilişki var. Buna dair de ilginç bir örnek var. Baskın Oran, Artı Gerçek’teki köşesinde “AYM-AİHM ilişkisinden tatsız kokular geliyor” başlığı ile bunu dile getirdi.
AİHM, AYM’nin Oran kararının yayımından sadece 4 gün sonra “Kaboğlu ve Oran kararı” için 2 Ekim’de toplanmış. Başka zaman olsa ele alası aylar, yıllar sonra ele alacak olan mahkeme, 4 gün içinde kararı fark etmiş ve hemen heyete yetiştirmiş!
Daha ilginci: AİHM 30.10.2018 tarihinde yayımlanan “Kaboğlu ve Oran/TR kararında AİHM, bir ay önce, (yani 28.9.2018 tarihinde Resmi Gazete’de) yayımlanan AYM kararına atıfta bulunmuş.
Yayımlanmamış bir kararı AİHM biliyor ve bu kararı kararı en az 3 hafta önce (9 Ekim’de) hazır ediyor. AYM kararı ile AİHM kararı arasındaki 10 günlük süre içinde hükümetin fark etmesi, çevirtmesi, gerekçesiyle yollaması ve son günde AİHM’in karara girmesi mümkün mü?!
AYM TAMAM DA AİHM NE İŞTİR?
AYM’nin, Türkiye’deki Erdoğan rejimi muhaliflerine karşı yapılan zulümlere sessiz kalmasını, hatta arka çıkmasını anlayabiliyoruz. Başkanı Zühdü Arslan’ın, bir resepsiyonda Erdoğan karşısındaki duruşu, mahkenin pozisyonunu da çok güzel özetliyordu:
AHİM’e gelince; Evrensel İnsan hakları Bildirgesi’ne sadık kalması gereken mahkeme, mahalle yanarken saçını taradı, Avrupa Birliği’nin politik çıkarları doğrultusunda hareket eden bir araç görüntüsü verdi.
Özellikle bu son dönemdeki tutumuna dair değişik görüşler var.
-İhlal kararları çıktıkça Erdoğan Türkiye’sinin kendisinden uzaklaşıp kontrolünden çıkmasından korktuğu için AİHM’in böyle davrandığı,
AİHM’nin, Türkiye’den gelen ifade özgürlüğü dosyalarının fazlalığını ileri sürerek bunları önlemeye çalıştığı,
Türkiye’de büyük yatırımları olan AB ülkelerinin, varlıklarının heba olması korkusu ve refleksi ile Mahkeme’nin böyle hareket ettiği,
-Türkiye’nin elindeki Suriyeli mülteci kozundan korktukları için,
-Batı’nın, AİHM’nin daha çok seküler kişilere karşı empati duydukları, özellikle dini yapılara karşı mesafeli oldukları,
– (İhsan Yılmaz gibi bazı akademisyenlere göre ise) Özellikle Gülen Cemaati gibi gruplara karşı Batı dünyasının “Güven sorunu”ndan dolayı, bu toplu mağduriyetlere mesafeli yaklaştığı vs..
İktidara gelmesi, gücü tamamen ele geçirmesi ve başta Yahudiler olmak üzere milyonlarca insanı yok etmesi yıllar alan Hitler Rejimine karşı da Batı ve Avrupa “Bekleyelim ve görelim” (Wait and see) taktiği uygulamıştı. Sonrasında Bosna, Afganistan, Irak ve en son Suriye’de de böyle bir “genişlik” gözlenmişti. Bunları açıklamak için komplo teorileri üretmeye gerek yok, ille de bir sebebe dayandırmak da icap etmiyor. Ama olan şu ki, oluşması yıllar alan Evrensel Hukuk değerleri ve ilkeleri aşınıyor, yara alıyor. Basın Oran’ın ifadesi ile AİHM, ‘resmen kendi kuruluş gerekçesini, yani “demokratik Avrupa düzenini korumak”ı inkar ediyor, kendi tarafsızlığına ve dahi varlık nedenine gölge düşürüyor” yani.
‘Adaletin hakim olduğu yerde silahın yeri yoktur’ (AMYOT) ve ‘adaletin olmadığı yerde de ahlaktan bahsedilemez’ (MONTAIGNE). GANDHI’nin ifadesiyle ‘Adaletsiz rejimler, adaletle yıkılır”. Böyle adaletsiz rejimlerin zorbaca uygulamalarına sessiz kalarak, yavaş davranarak ortak olan AİHM gibi uluslararası mahkemeler ve kuruluşlar, dolaylı olarak bu adaletsiz çarkın sürmesine vesile oluyorlar. Mustafa Ünal gibi gazeteciler Türkiye’de “Allah adaleti emreder” dediği için müebbet ile yargılanırken, bu yazımız; AİHM gibi mahkemelere, filozof Merikare’in ‘Bari siz Adil olun’ çağrısının bir hatırlatmasıdır.