Avukatlar hakkında yalan söyleyenler diğerleri için doğru söyler mi?

YORUM | Av. NURULLAH ALBAYRAK

Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile birlikte 22 avukat hakkında “terör örgütü üyeliği” suçlamasından açılan davada 11 Kasım’da karar çıktı. Yargılanan ÇHD’li avukatlar hakkında 6 yıl 3 aydan 20 yıl 6 aya kadar değişen oranlarda cezalar verildi. Bahse konu cezaların anlamı “dosya içeriği ne olursa olsun mevcut yargı sisteminin hedef kişileri siyasi olarak cezalandırmasıdır”. Kozağaçlı, “kimsenin ses çıkarmadığı bir dönemde işkenceyi yüksek sesle dillendirdiği, savunmanın engellenmesine karşı çıktığı ve özellikle cinayete varan iş kazalarıyla mücadele ettiği” için sesi kısılmak istenen diğer avukatlarla birlikte hapse kondu. Selçuk beyin hukukçuluğunu, gayretini ve cesaretini bilen bir avukat olarak tutuklanmasına, yargılanmasına ve cezalandırılmasına üzüldüm. Umarım en kısa sürede kendisi için adalet tecelli eder ve hem kendisine hem de diğer avukatlara yapılan haksızlıklar son bulur. 

Kozağaçlı’nın yargılanması sürecinde yerli ve yabancı hukukçular duruşmaya katılarak onu ve diğer avukatları desteklediler. Eğer şartlar müsait olsaydı şahsen ben de duruşmaya katılır ve kendisine destek olmak istedim. Ancak, ülkenin mevcut politik ve adli mekanizmasının işleyiş biçimi nedeniyle bunu yapmak elbette mümkün olmadı. Ben böyle düşünürken Kozağaçlı’nın savunmasındaki “700 avukat cemaat üyeliği iddiası ile hapiste. Kimin sesi çıkıyor? Bir de buraya bakın, bu kadar avukat burada.” şeklindeki ifade dikkatimi çekti. Kozağaçlı’nın neden böyle bir açıklama yapma gereği duyduğunu bilmemekle birlikte, hem mağdur hem de o avukatların savunuculuğunu yapan bir avukat olarak “cemaat üyeliği gerekçesiyle tutuklanan 700 avukatın arkasında kimsenin olmaması gibi bir durumun olmadığını, siyasi iktidarın kamuoyunda oluşturduğu korku ortamı nedeniyle oluşan sessizliğin onların suçlu olduğunu ispatlamadığını” söylemem gerektiğini düşündüm. Zira daha iki hafta önce 59 ilde yapılan ve büyük bir şovla duyurulan polis operasyonunda 742 kişinin, cezaevinde olan insanlara ya da eşlerine yardım etmeye çalıştıkları için gözaltına alınması bu korku ortamının ne derece şiddetli olduğunu göstermek açısından yeterli olacaktır sanırım.

Öncelikle tabloyu net bir şekilde ortaya koymak isterim. İtham edilen, cezaevine atılan, sürgün edilen insanların tamamına yakınının bırakın darbe yapmayı ya da örgüt kurmayı, kendilerine yapılan zulme ses çıkartabilme güçleri ve imkanları dahi ellerinden alındı. Bu noktada, iktidarın darbe yapmakla itham edilen askerlerden önce avukatları gözaltına alıp tutuklatması bile tek başına adil bir yargılamadan ya da savunma hakkının varlığından korktuklarını göstermektedir. Bu süreçte siyasi iktidarı askerler değil, suçlamaların haksız ve mesnetsiz olduğunu ortaya çıkartacak avukatlar korkutmuştur. İktidar yaptığı planların ortaya çıkmasından, yalanlarının açığa çıkmasından korkmuştur. Bu nedenle de toplumun vicdanına ulaşacak, yapılanların bir senaryodan ibaret olduğunu anlatabilecek her sesi, ele geçirdikleri yargı aracılığıyla hapsetmiştir. Bunu yaparken de utanmadan aynı iddiaları gerçekmiş gibi sıralamaya devam etmiştir.

700 avukatın tutuklanmasına ve mahkum edilmesine gerekçe gösterilen iddianameler ortada. Buyurun hepsini inceleyin. Darbecilikle, terör örgütü yöneticisi ve üyesi olmakla itham edilen avukatların iddianamelerinde yer alan suçlamaların avukatlık yapmak, yasal bir bankaya para yatırmak, yasal bir derneğe üye olmak, yasal bir okula çocuklarını göndermek gibi tamamen yasal olan faaliyetler olduğunu göreceksiniz. Hukuken olmaması gereken davalarla yargılanıp mahkum edilen avukatlardan bazılarının müebbet hapis cezasıyla yargılanıyor olması bile bağımsız yargının olmadığını göstermiyor mu? Savunmanın içerisinde bulunduğu durum içler acısı. Avukatlar müvekkillerini savunamayacak hale getirildi. Daha da ötesi, avukatların “müvekkillerinin masum olduğunu söylemelerine” bile tahammül edilmiyor, bunu savunan avukatlar gözaltına alınıyor. İktidar mensuplarının ve medyasının yalanlarına değil de soruşturma sürecindeki suçlamalara bakıldığında amacın savunmayı etkisiz bırakma çabası olduğu görülmektedir. 

Öyle bir utanmaz güruh ortaya çıktı ki, yapılan hakaretleri, aşağılamayı bile sineye çekerek kendilerine verilen görevi yapmaya devam ediyorlar. Bu utanmaz güruhun en önemlileri de hiç şüphesiz yargı içerisinde yer alıyor. Utanma duygusunu yitiren bu yargı mensupları saçma, gülünç, absürt, ciddiyetsiz, mantıksız ve yalan olan iddiaları iddianameye ve karara yazmaktan utanmıyorlar. Ne yazık ki avukatlar Anayasayı, yasaları, evrensel hukuk kaidelerini tanımayan, takmayan bu güruhun esiri oldu. Uzaktan bakınca “bu insanlar vahşi ve insafsızlar, bunların merhamet duyguları olmadığı gibi vicdanları da yok” demekten kendini alamıyor insan. Bu gerçek karşısında, suçluların suçsuzları yargıladığı bir ortamda suçluların ithamlarını gerçek kabul etmek ancak suçlulara imkan ve destek sağlamak anlamına gelir.

İktidarın “fetö(!)” torbası içerisine attığı herkes öyle bir durumla karşı karşıyaki, kendini savunması yeterli olmuyor, tanımadığı, bilmediği insanların itham edildiği suçları da savunmak zorunda kalıyorlar. İktidar ve destekçileri ortaya bir yalan atıyor sonra bu yalan üzerinden hedef insanlara suçlama yöneltiliyor, bahse konu suçlamaya dayanarak da maalesef yargı tarafından tutuklama yapılıyor. Halbuki, “fetö(!)”, sosyolojik, kriminolojik, siyasi veya hukuki herhangi bir bilimsel temele oturmayan, iktidar ve muhalefetin farklı çerçevelerde ama müştereken ürettikleri, özellikle tarifini yapmayıp muğlak bıraktıkları, Erdoğan dışında herkesin bu ithamın muhatabı olabileceği bir nefret söylemidir. Erdoğan’a muhalefet ediyorsan ya “Fetö(!)”cü ya da “Fetö(!)” ye yardım eden yaftasının muhatabı olabilirsin. Bu kavram muğlak bırakılarak AKP’nin tüm muhalifleri içine doldurabileceği büyüklükte bir hapishane oluşturuldu. Bunun oluşmasında da iktidar kadar muhalif olduğunu iddia eden kesimin katkısı da büyük oldu.  

“Fetö(!)” nefret söyleminin herkesi yutabilen bu kabiliyetini görmeyenler iktidarın oluşturmak istediği tek adam rejiminin büyümesine katkı sağlamış olacaklar. İktidar, 15 Temmuz kumpasını kullanarak muhalefeti susturmaya, herkesi darbecilikle ve teröristlikle suçlamaya çalışıyor. Darbeciliğin kanıtı olarak avukatlık faaliyetini gösteriyor. Dolayısıyla yargılanan avukatlara darbeci demek, terörist demek açık bir yalandır. Bunun yalan olduğunu bu ithamı yapan kolluk, savcılık ve mahkemeler de biliyor. Bu yüzden de ortaya somut bir delil koyamıyorlar. Dolayısıyla sormak istiyorum: “avukatlar hakkında yalan söyleyenlerin diğer kişiler hakkında yalan söylemediğini mi düşünüyorsunuz”?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin