YORUM | M. NEDİM HAZAR
Kimi zaman bazı değerlerin yaşadığımız son yılları görmeden bu dünyadan göçüp gittiği için çok şanslı olduğunu düşünürüm. Misal Ahmet Kaya. Çok genç yaşta kaybettiğimiz duruşuyla dik, müziğiyle güçlü sanatçı bugün yaşasa muhakkak ki muktedir tarafından ne hainliği ne teröristliği kalırdı.
Aslında faşizan yönetimler için tarihin çok önemi yok. Kendi sahip çıktıkları değerlerin bile günümüzde yaşıyor olması bu iktidar için büyük risk olabilirdi. Örneğin Hz. Mevlana. Bugün yaşasa Allah bilir kaç kere evine sabahın erken saatinde baskınlar yapılır, hakkında “Ne olursan ol gel, diyerek ne demek istiyorsun” şeklinde iddianameler hazırlanırdı.
Şüphesiz ünlü mizahçımız Kemal Sunal da erken kaybettiğimiz değerlerden. Sanatçı yaşıyor olsaydı bugün 76 yaşında olacaktı.
Olacaktı olmasına ama ihtimal ki film çekemediği gibi, eski çektiği filmlerden dolayı başı hayli belaya girecekti.
Çünkü Kemal Sunal mahcup ve ezik bir toplumun sivri diliydi. Kemal Sunal, halka rağmen halkı savunan muazzam bir anti-kahramandı. Şimdi gelin bu müthiş sanatçının hayat hikayesine bir göz atalım.
1970’li yıllar… Türkiye adına zor zamanlar… Yaşanan büyük iç göç ile yeni oluşan kentli insan profili, televizyon karşısında her gün bir salon daha geriye düşen sinemayı, eğlence olmaktan çıkarmaya başlamıştı. Hele hele erotizmin bir zehir gibi Yeşilçam’ın damarlarına zerk edilip, giderek esir alması tabloyu daha da vahimleştiriyordu. Özellikle sosyal açıdan sıkıntı yaşayan, ekonomik bunalımlar ile nefesi daralan bir toplum için komedi filmleri çok tercih edilen türlerin başında gelmekteydi. Halk gerçek yaşamda karşılaştığı sıkıntıları bu tür filmler ile bir nebze olsun unutuyor ve sinemanın büyülü dünyasıyla bir çeşit moral aşılıyordu.
Sinemaya mizah dergiciliğinden gelen Ertem Eğilmez, 1964 yılında kurduğu Arzu Film ile dönemin tarzına uygun aşk filmleri çekti. 1970 yılı Türk sinemasında yeni yönelişlerle beraber Arzu Film’i sevgi, dostluk ve komedi filmlerine yönlendirmişti. Eğilmez’in 1972 yılında çektiği Tatlı Dillim isimli film bu açıdan bir milat sayılıyordu. Başlıca rolleri Tarık Akan ve Filiz Akın’ın paylaştığı film bambaşka bir fenomeni de oyuncu kadrosunda barındıracaktı: Kemal Sunal.
Karakter olarak içine kapanık ve sessiz bir kişilik olan Kemal Sunal, lise yıllarında tiyatroya olan ilgisini pratiğe yansıtmıştı. Okulda müsamereler düzenleyen Sunal’ın yeteneğini ilk olarak lise öğretmeni Belkıs Balkır fark etti. Olağanüstü bir rol yeteneğine sahip olan bu gencin profesyonel olarak tiyatro yapması için aracı olan Belkıs öğretmen, başlarda genç Kemal’in babası Mustafa Bey’i ikna edemedi.
Hocasının ısrarlı isteğini bir süre sonra kıramayan baba Sunal, oğlunun tiyatro yapmasına razı olunca, Belkıs Balkır onu Kenter Tiyatrosu’na götürdü ve Müşfik Kenter ile tanıştırdı. Sunal’ın yer aldığı ilk tiyatro oyunu Deli İbrahim’di. Bu oyunda celladın yardımcısını oynayan Sunal’ın hiçbir diyaloğu olmamasına rağmen seyircinin ona gülmesi, başta kendisi ve Müşfik Kenter olmak üzere, herkesi şaşırtmıştı.
Kenter Tiyatrosu’nda fazla kalmayan bu genç oyuncu, Pendik Tiyatrosu’nun kurulacağını haber alınca oraya gitti. Uzun yıllar arkadaşlık yapacağı Bülent Kayabaş ile burada tanıştı. Bu iki kafadar arkadaşın birçok ortak noktası vardı ama en önemlisi ikisinin de oldukça fakir ailelerden gelmesiydi.
Pendik Tiyatrosu ilgisizlik nedeniyle perdelerini kapatınca Sunal, Ayfer Feray ve Ulvi Uraz, Devekuşu Kabare Tiyatroları’nda yer almaya başladı. Devekuşu Kabare tarafından sahnelenen Dün Bugün adlı oyunu izleyen Münir Özkul, Kemal Sunal’ın oyunundan etkilenip yanında duran Ertem Eğilmez’e “Bak Ertem bu çocuğa dikkat et, bunda iş var,” diyecekti.
Sanatsal içgüdülerine güvendiği Özkul’un bu ikazını dikkate alan Ertem Eğilmez o yıl çekeceği Tatlı Dillim isimli filmde bu genç oyuncuya bir şans verdi. Filmin vizyona girmesiyle gelen olumlu tepkiler Eğilmez’in bir sonraki projesinde Sunal’ın rolünü de büyüttü. Tarık Akan ve Emel Sayın’ın oynadığı romantik komedi filmi olan Yalancı Yarim, Sunal’daki cevherin parıltılarını göstermesi açısından önemliydi.
Yine Eğilmez’in Oh Olsun filminde rol aldıktan sonra bir Atıf Yılmaz klasiği Güllü Geliyor Güllü’de de oynayan Sunal, esas çıkışını 1974 yapımı Salako’da yaptı. Kusursuz bir anti-kahraman tiplemesi olan Salako’daki rolüyle Sunal, Türk halkının gönlünde yer edinmeye başladı.
Zeki Ökten’in Şaşkın Damat filmindeki oyunuyla belleklere kazıdığı grotesk saflık ile dokunaklı hüzün, Hanzo ile devam etti. Hababam Sınıfı ile perçinlediği oyun gücü, artık Kemal Sunal fenomenini doğurmuştu.
Tosun Paşa, Süt Kardeşler, Kanlı Nigar ve Şabanoğlu Şaban, sadece katıksız bir Kemal Sunal güldürüsü değillerdi, aynı zamanda Yeşilçam’ın tarihî komedi alanındaki en önemli örnekleri olmuştu.
Hüzünlü bir meltemden kahkaha tufanına dönüşmüştü Kemal Sunal. Filmlerinde sadece güldürmüyor, yaptığı sosyal göndermeler ile aynı zamanda sisteme dair ciddi eleştiriler de getiriyordu. Ve birbiri peşi sıra gelen Kemal Sunal komedileri: Çöpçüler Kralı, Yüz Numaralı Adam, Köşeyi Dönen Adam, İyi Aile Çocuğu, Avanak Apti, Umudumuz Şaban, Şark Bülbülü…
Senaryosunu İhsan Yüce’nin yazdığı bir Atıf Yılmaz filmi olan Kibar Feyzo, Yeşilçam’ın feodaliteye karşı verdiği en sert mesajları kadife bir mizah ile sarmalamıştı. Yine bir anti-kahraman olan Kibar Feyzo, feodaliteyi, başlık parasını, berdeli, anti-sendikal hareketi en ciddi filmlerde bile kolay rastlanmayacak sertlikte eleştiriyor ve bu eleştiriyi yaparken seyirciyi gülmekten yerlere yatırıyordu…
Her ne kadar filmlerinde değişik isimli karakterleri canlandırsa da, onun, tıpkı Cilalı İbo, Turist Ömer gibi, sembolleştirip dillere sakız ettiği bir lakabı vardır artık: Şaban…
Hababam Sınıfı’nın İnek Şaban’ı toplumun herhangi katmanında bir kimliğe bürünüp Şaban ismi ile çıkıyordu izleyicinin karşısına. Gün geldi Şabaniye olup arabesk furyaya göndermelerde bulunan kadın kılığına girdi, gün geldi Orta Direk Şaban ile ezilen sınıfın temsilcisi oldu. Atla Gel Şaban’da talih oyunlarının etkilediği yaşamlara götürdü izleyiciyi. Gün geldi sosyeteye girdi, gün oldu gurbete çıktı. Katma değer olup vergileri eleştirdi, dul olup sosyal yaralara parmak bastı.
Hikâye ne olursa olsun Türk insanının perdedeki yansıması, ezilen sınıfın, her türlü horlamaya rağmen, sonunda galip gelen temsilcisi oldu Şaban karakteri.
Öğretmen oldu, polis oldu, davacı oldu, hafiye oldu, gazeteci oldu, futbolcu oldu. Değişmeyen tek şeyi vardı Kemal Sunal filmlerinin; halktan yana olması, halkı temsil etmesi ve katıksız bir anti-kahramanı oynaması.
Ne eğitimini yarıda bıraktıran askerî müdahale, ne de video piyasasının kırıp geçirdiği dönem, seyirci ile arasına giremedi usta oyuncunun. O filmlerini hep yaptı ve onun filmleri halktan gerekli ilgiyi hep gördü. Özel televizyonların devreye girmesiyle dizi sektöründe de önemli işlere imza atan sanatçı, 1999’da Propaganda ile sanat yaşamına güçlü bir veda selamı verdi.
Bir yıl sonra, beklenmedik bir anda, Balalayka filmi çekimi için yapılacak yolculuk öncesinde, bir uçak koltuğunda hayata veda ederken Türk halkı 30 yıldan beri çektiği 82 filmin hemen hepsiyle kendilerini güldüren kahramanına gözyaşı döküyordu…
Kemal Sunal, hem yüzünün fiziki yapısı hem de mimik ve jestleriyle Fransız komedyen ve şarkıcı Fernandel’e benzetilirdi. Fernandel, 1930’lu yıllardan 1960’lı yıllara kadar tıpkı onun gibi sayısız komedi filmi çevirmişti. Kendisiyle yapılan bir röportajda Sunal, kendisi için ‘at suratlı’ gibi benzetmeler bile yapıldığını ama en çok Zeki Müren’in kendisini “Fernandel’le Jean-Paul Belmondo karışımı” diye tanımlamasının hoşuna gittiğini belirtmişti.
“Evet” deyişi, meseleyi geç algılayışı, en anlayışsızımızın bile “Bu kadar da olmaz artık!” diyecek derecede uçlarda olan katıksız saflığı, yürekleri ısıtan tebessümü ve masal tadındaki maceraları ile Türk sinemasının unutulmazları listesinde hep en üstlerde oldu Şaban. Sadece yaşadığı kuşağın değil, gelecek nesillerin de bir kahramanı olarak kalacak sahici bir fenomendi Kemal Sunal.