Avrupa tarihi yeniden yazılırken, Türkiye açlığın pençesinde

M. AHMET KARABAY | HABER İNCELEME

Tarihsel istatistiklere bakıldığında, lokal çatışmalara rağmen dünya en savaşsız 3 çeyrek asrını yaşıyor. Bu kadar uzun barış dönemi insanlığa çok yaramamış ya da yeni nesiller savaşı pek bilmediği için olsa gerek, yerkürenin her tarafı kaynıyor. Bu yükselen gerilimler dünyayı nereye sürükleyecek bu ayrı bir konu. Türkiye ise dünya gündeminden habersiz kendi sığ sularında boğuşuyor.

Uzak Doğu dediğimiz coğrafyada gerilim düşmüyor, aksine yükseliyor. Çin ile Tayvan arasındaki tırmanan gerilime şimdi de Kuzey-Güney Kore arasındaki balon krizi eklendi. Gerginlik Kuzey Kore’nin içi pislik ve çöp dolu yüzlerce balonu göndermesiyle tırmanışa geçti. Güney Kore’nin hoparlörlü propagandayla karşılık vermesi neyin kapısını açacak göreceğiz.

Dünyanın en kalabalık iki ülkesi olan Hindistan ile Çin arasında son yıllarda başlayan harita krizinde sınıra asker yığmaya varan sorunda çözümün kapısı aralanmış değil. Hindistan ile Pakistan arasında Keşmir sorunu, Pakistan’ın Hindistan’dan bağımsızlığını ilan ettiği 1947’den bu yana sürüyor.

Orta Doğu coğrafyası ise bilinen tarih içerisinde insan öğütme merkezi olmayı sürdürüyor. Ülkelerin tepesinde yönetimleri elinde tutan muktedirler kimi zaman din, kimi zaman milliyetçilik kozunu kullanarak kendi konumlarını pekiştirmek için toplumlarını yok ediyor.

Tıpkı yazar Zülfü Livaneli’nin Huzursuzluk romanında bilgenin anlattığı hikâyedeki gibi.

Malum, deveye “çöl gemisi” derler. Bu hayvan günlerce bir şey yiyip içmeden çölde yol alabiliyor. Develerin çok sevdiği bir diken ver. Çölde giderken bu dikene rastladığında koparıp yemeye başlıyor.

Ne var ki diken hayvanın ağzında yara açıyor ve yaralardan akan kan ağzındaki tatla karışıyor. Bu tuzlu kan ve diken karışımından oluşan tat devenin çok hoşuna gidiyor. Böylece yedikçe ağzı daha çok kanıyor ve daha çok diken yemek istiyor.

Eğer engel olunmazsa deve kan kaybından ölüp gidebiliyor. Buna bedeviler “harese” diyormuş. Hırs, haris, muhteris, ihtiras kelimeleri aynı kökten geliyor.

Orta Doğu coğrafyası, binlerce yıldır çölde diken görmüş deve psikolojisine sahip. Kendi insanının kanını içmekten zevk alan yöneticilerin elinde savrulup gidiyor.

KENDİNE YÖN ARAYAN AVRUPA’NIN GİDİŞİ

Hafta sonu Avrupa Parlamentosu (AP) için yapılan seçimlerde Avrupa Birliği’nin (AB) 27 ülkesinde sağ partilerin belirgin bir yükselişi görüldü. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni oyların yüzde 28’ini alarak Brüksel’deki kilit rolünü pekiştirdi. Fransa’da hayal kırıklığı yaşayan Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron erken seçime gitmek zorunda kaldı. 28 yaşındaki Le Pen’in halefi Fransız Jordan Bardella, Avrupa sağının yeni siyasetçi yüzü olma yolunda.

Almanya’da, Avusturya’da, Belçika’da, Hollanda’da benzeri sonuçlar var. Belçika Kralı, Başbakan De Croo‘nun istifası kabul etti.

Seçim sonuçları açıklandığı saatlerde Avrupa Parlamentosu seçimlerine ilginin azlığından dolayı böyle bir sonuç çıktığı değerlendirmesini yapan pek çok yorumcu, yanıldığını kısa sürede istifa ve erken seçim kararlarıyla görmüş oldu.

Bu sonuçları “Avrupa Birliği’nin bittiği” yorumlarına dönüştürmek çok iddialı olur. Avrupa İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana bütün birikimini AB’nin oluşturulmasına harcadı. Bu biraz da ABD’nin şemsiyesi altında ama ABD’ye karşı bir tür kendini koruma mekanizması gibiydi.

Ancak Avrupa ülkeleri, Amerikan sermayesinin ortaya çıkardığı canavar global şirketlerin dünyaya egemen kıldığı anlayıştan kendilerini uzak tutamadılar. Amerikan finans sistemi ve Amerikan kültürü Avrupa’yı ablukaya aldı.

Toplumun menfaatleri geri plana atıldı, şirketlerin kazancı her şeyin önünde tutuldu. Çünkü ABD’nin dünyaya hediye ettiği ekonomik sistem, sadece en güçlülere hayat hakkı tanımaktaydı.

Bunun sonucu olarak, farklı toplumlar, farklı milletler AB üst kültürünü kabullenmekte zorlandı. Dayatmalar oldukça toplumların milli egoları daha çok rencide edilmiş oldu. Buna entegre olmayan sığınmacılar sorunu da eklenince tersine süreç daha da hızlandı.

Avrupa Birliğini oluşturan ülkelerdeki toplumlar, tamamen Brüksel’in her dediğine boyun eğen bir yapıya evrilmekle kimliklerini kaybettiklerini, kendi kültürlerinin yok olduğunu ve millet olarak tarih sahnesinden silinip gideceğini var saydılar.

Önümüzdeki yıllarda bu sürecin durdurulması ihtimali kolay görünmüyor. Avrupa Birliği tek devlet olma iddiasından biraz geri adım atıp yeniden Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Avrupa Birliği arasında bir noktada konumlanmak zorunda.

G7 ZİRVESİ BİR BAŞKA DÖNÜM NOKTASI OLACAK

Bu arada 13-15 Haziran tarihleri arasında G7 ülkelerinin liderleri İtalya’da toplanıyor. Batı’da dondurulmuş Rus varlıklarından elde edilen kârların Ukrayna’nın askeri ihtiyaçları için kullanılmasının karara bağlanacağı konuşuluyor.

Rusya ise buna nasıl tepki vereceğini kendinde saklı tutuyor ama ilk akla gelen, Putin yönetiminin misilleme amaçlı Batılı şirketlerin varlıklarına el koyması yolunda olacak. Bunun gerginliği tırmandıracağı muhakkak.

Daha G7 zirvesi beklenmeden Atlantik ötesindeİkinci Küba Krizi yaşanıyor. Rus donanmasına ait nükleer denizaltısı Kazan Küba açıklarında seyrediyor. Malum Küba, Florida sahillerine sadece 125 kilometre mesafede. Kazan’ın, 4,500 km’lik Kalibr-M füzeleriyle donandığı biliniyor. Karşılıklı gözdağları veriliyor. Aba altından değil sopalar artık aba üstünden gösteriliyor.

TÜRKİYE KENDİ SORUNLARIYLA BOĞUŞUYOR

Yakın çevremizde de dünyada bunlar yaşanırken, Türkiye Tek Adam rejiminin sürüklediği çukurda debelenip duruyor. Tayyip Erdoğan, “hırsız” diye gönderdiği eski bakan Mehmet Şimşek’i, geçen sene “uzman doktor” diye hasta ekonomiyi tedavi etmesi için getirtti.

Göreve geldiğinde, “Türkiye’nin rasyonel zemine dönmekten başka çaresi kalmadı.” diyen ve yapısal reformların şart olduğunu söyleyen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, kendince çabalayıp duruyor. “Rasyonel zemin” ve “yapısal reform” bağlamında hiçbir adım atılmayan ülkede Şimşek’in eline sadece para politikaları silahı verilmiş durumda.

Enflasyonu düşürme ve ekonomiyi rayına koymada para politikaları araçlardan sadece birisi. Faizleri yükseltilip öteki adımlar atılmıyorsa, faize ödenen para bir süre sonra boşa aktarılan kaynak olarak karşımıza çıkacak. Yapılması gerekenlerin hepsi birden koordineli bir şekilde yapılmadan yükseltilen vergilerin de açılan deliği kapatmadığı görülecek.

Siyasette ise Tek Adam, kendini en tepede tutmak için devletin bütün imkanlarını, siyasetin bütün kirli silahlarını kullanmaktan çekinmiyor.

Dünya başka gündemlerle uğraşırken Türkiye fukaralığın pençesinde debelenmeye devam ediyor ve edecek. Makro göstergeleri sürekli topluma sunarak inandırıcı olmaya çalışan Mehmet Şimşek, kısa süre sonra “Ameliyat çok başarılı geçti ama hastayı kaybettik.” noktasına gelecek.

Kim bilir belki de birileri, bir dönem “hırsız” diye kovaladığı Şimşek’i, “Ben sadece hırsız biliyordum. Meğer beceriksizmiş de!” deyip ondan önce davranacak.

 

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Ahmet bey,

    Enflasyonın çıkması yahut inmesi teknik bir konu.

    Yani, enflasyon bilerek çıkartılır, bilerek indirilir.

    Faiz için NAS orta da duruyor diyerek aslında, bu iktidar, şunu denemeye başladı 3 yıl önce, kayınbaba-damat işbirliği ile.

    Faizleri düşük tutalım, işçilik maliyetlerini çok düşük tutalım, maliyetler her yönüyle düşsün, rekabet edilebilir ülkenin malları satılsın, ihracat artsın, bu da istihdamın yönünü ihraç malları yönüne çevirsin, istihdam zamanla artar, işsizlik de zamanla düşer, kasalarımız da dövizle dolar.

    Özal döneminde yapılanı bir defa da bunlar denediler.

    “Ben hep son dakika aklıma gelen fikirden korkarım” diyenler olur, çok doğru.

    Son dakika gelen bu fikir o dönemlerde, birden satın alındı. Bunu yedirenler, ikna edenleri de Saray dışında aramamak gerek.

    Etrafında aklı başında insanları gönderip, dalkavuk modundaki iktisatçıları bırakırsa, olacağı da bu.

    Erdoğan benim Atamdır diyen saray dövizcisinin döviz tahmini ne kadar tuttu ise, işte o ekonomistim diyenlerin tahminleri de o kadar tuttu.

    Şakkadan rezervleri de bozdurdular 10 ar 10 ar, 5 er 5 er.

    İşte onların fikirlerininardındaki sebep, J Curve, J eğrisi idi.

    Devalüasyon yapılıp, işçilik maliyetlerini de düşürürsen, ihracatın artar, bu genellikle 9 ile 18 ay arasında ortaya çıkar denir.

    Kısa vadede hatta ihracatın düşer, ithalatın artır.

    Bir gözümü yumsam 6 ay sonra açsam, diyen pırıltılı Maliye Bakanı , o sözleri de o nedenle inanarak söyledi.

    Yani ona inandırıldı.

    Üstüne bir de faizi de indirdiler, yatırımın maliyeti iyice düşsün diye.

    Ve sonuç..

    Şu an.. geri vites..

    İhracatın artış hızından daha fazla ithalatın artış hızı gerçekleşti, yırtık büyüdü büyüdü.

    İç piyasayı desteklemek için para arzı da yaptılar.

    Derken karman çorman bişi oldu.

    Doktorların, aynı anda farklı ilaçları vererken, farmakologların tavsiyelerine uymaması ne kadar tehlikeli ise, işte etkileşimleri oldu bir ordan bir burdan farklı ekonomik görüşleri aynı anda uygulama ile.

    TEORİ ile konuşan, Türkiye ekonomisi ile ilgili araştırmaları, korelasyon araştırmalarını, faizin, dövizin, ihracatın, enflasyonun karşılıklı ilişkilerini ölçen araştırmaları görmeyenler, üniversite öğrencisinin teori düzeyinde öğrendiği bağlalmda olayı ele aldılar.

    Herşeyi, CETERİS PARİBUS yaptılar. Tüm değişkenleri sabit görüp, işçiliği düşürdüler, devalüasyon yaptılar.

    Kasaya baktılar, döviz yok, daha da fazla.

    “Pis bir gerçek, güzelim teoriyi mahvetti”

    Neydi o gerçek derseniz, o konu zaten asıl konuşulması gereken, derin konu.

    Bugün yapısal reform olarak lafı edilen, daha 20 yıl önce yine aynı kişilerin, Babacan da eklersek, yapısal reform dediği noktaya geri geldiler.

    20 yıldır değişen birşey yok.

    Yapısal reform dedikleri de, süslü olsa da, basitçe, kemeri sıkmak.

    Kemeri sık, sabit ücretlinin ücretini az artır, vergiyi çok al, reel bütçe geliri artışı sağla, onunnla da ne yapacaksan yap.

    Buna ekonomi yönetimi denmez aslında.

    MALİ ANESTEZİ denir.

    Ama dediğiniz gibi, mecali kaldı mı vatandaşın bilmiyorum.

    Şimdi olan mali anestezinin adı, ENFLASYON

    Bu enflasyon, talep cephesinden gelmiyor, arz cephesinden geliyor.

    Herşeyin fiyatı artınca al sana enflasyon.

    Ama ŞUNU UNUTMAMAK GEREK.

    Enflasyon teknik bir konu idi, ama ESKİDEN.

    SHOCK TURKEY POLİCY mesela literatüre de geçmiş. Aniden bile indirebilirsiniz. 200 km hızla giden arabanın frenine basmak gibi olur bu. Kim öle kim kala. Ama indirilir.

    Ya da bant sistemini belirlersiniz, ki şu an ki MerkezBankasnın yaptığı o, tedrici olur.

    Ama işte, para politikası ile bu iş olmuyor.

    Metastaz yapmış pek çok değişken aynı anda.

    Çıpa olarak kullanacak birşey de yok.

    O nedenle, enflasyonu indirseler de, yanında bunun bedeli çok şey olacak.

    70 CENTE muhtaç hale getirirsen ülkeyi mesela, o an enflasyon tabiki düşer.

    Evinden çıkamaz hale getirirsin, dolmuşlar, otobüsler, bomboş yaparsan, insanlar nefes alma dışında harcama yapamaz hale gelirse,

    elekriğinden, suyuna herşeye vergi koyarsan bolca, artık biolojik hayatı yaşar duruma getirirsen

    arz-talep dengesi nedeniyle, enflasyon düşer.

    Düşer de, o an bulduğun ülke, eski ülke olmaz.

    dövizin, faizin, gini katsayısının… alt üst olmuş halini buluruz.

    Bunun tek istisnası, taşıma suyu.

    Dışardan borç almak.

    Geleceği per perişan etmek kaydıyla, borç alırsan tüm bu işleri yaparken, evet görece enflasyon inerken, halka da çok yansıma olmaz.

    Transfer harcamaları ile dar gelirli bir şekilde yine hayatta kalır.

    Transferden nasibini almayan, orta direk, ortanın altı üstü ise yok olur.

    Ama söylediğiniz gibi, geriye kalan eski Türkiye olmaz.

    Vahşi Kapitalizm mi, Vahşi sosyalizm mi ne derseniz, her ikisinin de iç içe yaşandığı bir durumda buluruz kendimizi.

    Herkesin, okuyanın okumayanın, aynı ücreti aldığı, karın tokluğuna yaşadığı,

    21. yüzyılda artık uçan arabaların çıkacağı bir zamanda, kara da giden araçları alma hayalinin bile olmadığı,

    ev almanın tarih olduğu bir dönemle buluşucaz.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin