Avrupa’da sivil toplum ve entegrasyon 

NİYAZİ SANLI | YORUM*

Bir toplumu tanımak ve ona entegre olmak, onu bütün değerleriyle içselleştirmek ve kabul etmek anlamına gelmez; o toplumun değerlerine saygı göstermek ve uyum sağlamak anlamına gelir. 7 yıllık Avusturya hayatımdaki tecrübelere dayanarak bu konudaki düşüncelerimi ve pratikte yaşadıklarımı belki size de faydası olur niyetiyle paylaşmaya çalışacağım. Entegresyon tek taraflı, yani göç edenlerin yeni toplumu tanıması ve uyum sağlaması değildir, aksine çift taraflıdır. Mukimlerin de göçmenleri tanıması ve onları kendi değerleriyle birlikte kabullenmesi ve o değerlere saygı göstermesini de içerir.

Entegrasyon temel olarak kültürü içerir. Kültür ise bir milletin yaşam tarzıdır, buna her şey dahildir: Yeme, içme, sanat ürünleri, edebiyat, düğün ve ölüm törenleri vesaire. Oysa ki genel olarak Avrupa’da yaşayan Türkler ve Müslümanların Avrupa kültüründen anladıkları içki içme, domuz eti yemek ve nikahsız ilişkilerdir. Benim aklıma bunların hiçbiri gelmez çünkü bunlar insanların özel hayatı ve kendi tercihleridir. Ben 7 yıldır bulunduğum Viyana’da yaşarken en çok hissettiğim duygu insan olarak değerli olduğumdur. Ben adalet ve hukukun nasıl işlediğine, insanların bana nasıl davrandığına ve toplumun bilim, sanat, felsefe ve edebiyat ürünlerine bakıyorum ve bunlar dikkatimi çekiyor. 

Türk ve Müslüman göçmenler, benim gördüğüm kadarıyla, önyargıları ve az önce yukarıda bahsettiğim kültürden anladıkları şeyin içki, kadın-erkek ilişkileri ve domuz eti olduğundan entegrasyona direniyorlar ve kendi kurdukları paralel toplumda yaşıyorlar. Bu da karşılıklı önyargıları güçlendiriyor ve kutuplaşmayı artırıyor. Elbette çok az da olsa böyle düşünmeyen göçmenler de var. Bunu inkar edemeyiz.

Avrupa, ‘entegrasyon’ konusunda kolaylık sağlıyor

Oysa aynı kategorideki göçmenlerin, özellikle Türklerin göz ardı ettikleri bir şey var. Domuz eti, içki Türkiye’de de mebzul miktarda tüketiliyor. Üstelik Avrupa’da bir ürünün içinde domuz eti varsa uyarı yapılıyor ve tüketici bilgilendiriliyor. Türkiye’de domuz etini dana eti olarak yediriyorlar. Hangisini tercih edersiniz? Nikahsız ilişkilerin en marjinalleri göçmenlerin geldiği ülkelerde fazlasıyla yaşanıyor. Çok uzun konu olduğu için kısaca değinmekle yetiniyorum.

Benim görebildiğim kadarıyla göçmenlerin Avrupa’da daha hızlı ve kolay olması için hem devlet hem de sivil toplum, entegre olmak isteyenlere her türlü kolaylığı sağlıyor ve yardım etmeye de hazır. Devlet bütün göçmenleri dil kursuna ve meslek edinme kurslarına ücretsiz gönderiyor ve bu süre içinde bütün temel ihtiyaçlarını karşılıyor. Bunun yanı sıra gönüllü dernekler var. Onlar da dil öğrenme ve entegrasyon konusunda karşılıksız yardım ediyorlar. Bunların dışında benim şahsen tanıştığım pek çok dostlarım da bireysel olarak entegrasyon konusunda yardım ediyorlar.

Göçmenlerin tek sorumluluğu; harekete geçmek!

Göçmenlere düşen tek şey konfor alanından çıkıp azıcık etrafına bakıp harekete geçmek ve entegre olmak için çaba sarf etmek. Benim gördüğüm kadarıyla Avrupa’da hem devletin hem de sivil toplumun göçmenleri asimile etmek gibi bir niyeti yok. Ben okulda çalışıyorum ve yeterli öğrenci sayısına ulaşıldığında hem din dersi hem de anadil dersleri veriliyor. Bunlar anayasal hak olarak görülüyor. Defalarca şahit olduğum şeydir. Öğretmenler velilere, “Evde kesinlikle Almanca konuşmayın! Anadilinizi konuşun!” diyorlar.

Entegrasyon temel olarak dil öğrenmekle başlıyor. En büyük bariyer bu. Dili öğrenmenin en kolay yolu anadili konuşanlarla bir şekilde irtibatta kalmak ve onlarla konuşmak. Teorik olarak kursta ne kadar öğrenirseniz öğrenin konuşmuyorsanız öğrenemezsiniz, öğrenseniz de unutursunuz.

Kimse sizi göçmen olduğunuz için dili yanlış veya kötü konuştuğunuz için kınamaz, tam tersine yardımcı olmaya çalışır. Ben mülteci kampında tüm zamanımı dil öğrenmeye ayırdım, kampın olduğu köydeki yerel halkla arkadaşlık kurmaya çalıştım. Bilmediğim, anlamadığım sözcükleri onlara sordum. Onlarla Almanca konuşmaya çalıştım. Gördüm ki benim sorularımdan ve Almanca konuşmaya çalışmamdan mutlu oluyorlar. Hepsi de yardım etmek için ellerinden geleni yaptılar.

Siz bir adım atarsanız, onlar 3 adım atıyor

Oturum alıp Viyana’da yaşamaya başladıktan sonra beni Viyana’da ziyaret ettiler. Biz de onları ailece ziyaret ettik ve bizi evlerinde gece bile misafir ettiler. Buradaki tüm mesele iyi niyetli olmak ve karşımızdaki insanlara güven verebilmek. Siz onlara bir adım giderseniz, onlar size üç adım geliyorlar.

Entegresyonun birinci şartı –bana göre- mülteci olduğunu kabul edip ona göre davranmaktır. En önemli ayağı ise sivil topluma karışmak ve üye olmaktır. Dili bir şekilde öğrendiniz diyelim, eğer sivil topluma karışmadıysanız, yerel insanlarla kamusal alanlarda bir araya gelmiyorsanız ve o ülkenin sivil toplumuna katkıda bulunmuyorsanız entegresyon yarım kalmış demektir.

İnsanlar arası ilişkilerde en önemli şey karşılıklı güvendir. Bu güvenin sağlanabileceği ortamlarda sivil toplum örgütleridir. Bu konudaki yaşadıklarımı belki işinize yarar niyetiyle yazmak isterim.

Şahsi olarak yaşadığım hukuksuzluklardan sonra Viyana’ya göç edip oturum alır almaz Amnesty İnternatinol’e (Uluslararsı Af Örgütü) üye oldum. 5yıldır düzenli olarak toplantılarına, sokak festivallerine ve aktivitelerine katılıyorum. Tüm dünyadaki insan hakları ihlallerine karşı dayanışma içinde, renk, dil, din ve millet ayrımı yapmadan mağdur olan herkese ses olmaya çalışıyoruz.

Bunlar dışında bana şahsi olarak da çok faydasını gördüm, çok iyi arkadaşlıklar edindim. Bunu olaylar üzerinden anlatabilirim. İlk gittiğim günden beri oradaki herkes bana hep güler yüzlü davrandı ve dostça yaklaştı. Bir problemim olduğunda da yardımcı olmaya çalıştılar.

“Senden para alamam!”

Orada tanıştığım Florence, iki yıl boyunca evimize her hafta gelip Almanca öğrenmemize yardım etti. Anadili İngilizce olduğundan ve dil üzerine eğitim aldığından ona kitaplarımın İngilizce versiyonlarını edit etme konusunda teklifte bulundum. İlk kitabımın (Zamanın Mahkumu) düzeltmelerini yapıp bana gönderdiğinde ona, “Ben bu kitap için zaten başkasına ödeme yapacaktım. Sana da ödeme yapmak istiyorum.” dediğimde bana aynen şu cevabı yazdı: “Sevgili Niyazi, ben zor zamanlardan geçmenin ne demek olduğunu biliyorum. Senden para alamam.”

Aynı ortamda tanıştığım Almanca öğretmeni İlse’den de Almanca kitaplarım için destek istedim. “Ben de yapabilirim ama profesyonel editörlük yapan bir arkadaşım var. Ona gitsen daha iyi olur.” dedi. Onunla tanıştım. Başka bir editöre ihtiyacım olduğunda Florence beni Christina ile tanıştırdı ve onunla ailece görüşüyoruz. O bize geliyor, biz ona gidiyoruz her fırsatta. B2 Almanca sınavına çalışırken “konuşma” bölümünde zorlanacağımı bildiğim için Florence vasıtası ile tanıştığım Robert’ten yardım istedim. Bir ay içinde en az on kere evimize gelip sınavı geçmeme büyük ölçüde yardımcı oldu.

Bir kişi ile güvenli ortamda tanışmak, karşıya güven vermek zincirleme bir etki yaptı ve Avusturyalı arkadaş çevremin büyümesine katkı sağladı. Onlarla değişik zaman ve ortamlarda görüşmek, konuşmak hem Almanca’mın ilerlemesine vesile oldu hem toplumun siyasi, kültürel ve ekonomik yapısının yanı sıra hassasiyetlerini tanıma fırsatı buldum.

Sabırla devam etmek gerekiyor

Her şey için olduğu gibi bu konuda da ilk adımı atmak ve sabırla devam etmek gerekiyor. Sonuçları zaman içinde hiç beklemediğiniz yerlerde geliyor. Dostluk konusunda samimi olduğumuzu ve güvenilir bir insan olduğumuzu zaman içinde onlar da anlıyorlar. Karşılıklı önyargılar yıkılıyor ve bir arada yaşama kültürü doğal olarak sağlanıyor. Bizim daha çok irtibata ve daha çok insanla tanışmaya ve dostluk yapmaya ihtiyacımız var.

Bu toplantılarda kendi hikayemi ve Türkiye’de yaşanan mağduriyetleri anlatma imkanı da buldum. Bunu herkes yapabilir.

Avrupa’da sivil toplum örgütleri çok yaygın ve her türlü dernek ve vakıf bulmak mümkün. Sadece Avusturya’da 8 binden fazla dernek var. Gönüllülük esasına göre topluma katkı sağlamak hem insanlar hem de devlet nezdinde çok değerli ve entegresyonun en önemli basamaklarından biri kabul ediliyor. Hem iltica başvurularında hem de vatandaşlık başvurularında sivil topluma ne kadar angaje olduğunuz soruluyor.

Bize düşen tek şey konfor alanımızdan çıkıp sivil topluma karışmak ve istikrarlı bir şekilde yola devam etmek. Gerisi çorap söküğü gibi gelecek. Aksi takdirde kendi fanusumuzda, konfor alanımızın içinde kendi kurduğumuz toplumda ömür tüketeceğiz.


*KONUK YAZAR; Aktivist-Amnesty üyesi

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Tipik yeni gelmis, Dil konusuna hakim olmayan, Türkiye karsilastirmali bir yorum. Adamlar zaten entegrasyon üzerinden asimilasyona gidiyor. Türkiye ye gelmis yasayan almanlarin Türkiyenin icinden disindan haberi olmadam yorumlari gibi. Medyasindan, siyasetine, Anaokulundan, Okuluna kadar. Mülayim olup her dediklerini yaparsan ve kölelige raziysan zaten sorun yok. Hayatin her dalinda dislanma ve diskriminasyon da isin ayri yönü.
    Almanyada iki üniversite mezunu Almancaya tam hakim biri olarak söylüyorum. Tabiki bizden hergün gerekli cevaplarini aliyorlar.

    Kendinizi Akilli degerlerini aptal sanmayin. Benim tecrübem deyip gecsen ayri. Ha iyi Alman yok diyen yok, benimde Alman ve her Milletten tanidigim var.

    Hatta Sizin gibi saflarin yüzünden Müslümanlarin hak ve Hukuk, kendi olabilme mücadeleside sekteye ugruyor.
    Biz HH mensubu seviyeli ve egitimli, digerleri asosyal mantigini ve enaniytiniden kurtul derim.

    • Yazdıklarınızda haklılık payı olsa dahi malesef uslûba kurban gitmiş bir eleştiri olmuş fikrimce .Bu da bu zamanın sorunu sanırım.Kullanılan ifade tarzı anlatılanların üstünü örtüyor.

  2. Bütün bunlar Allah rızası içinse ne âlâ! Değilse, unutmayalım o zaman:
    Zor zamanda Allah’tan başka yardım çağırdıklarımız, yüz çevirip gerisin geri gidebilirler. Hatta bir tekme de onlar atabilirler..

  3. Entegrasyon meselesi önemli fakat çetrefilli bir mesele. Göçmenlerle yerlilerin bu kavramdan anladıkları farklı..
    Avrupa siyaseti kutuplaştırmaya doğru ilerliyor, kanunlar değişiyor. Avrupalıların cahilleri bizim Tayyipçiler gibi..
    Tabii ki iyi Avrupalılar da var, neticede insan bunlar da. Allah sayılarını artırsın.
    Benim düşüncem şöyle: Sen sana yakıştığı gibi davran, kurallara uygun ama kendin gibi yaşa, göçmen olsun yerli olsun cahillere aldırış etme, paranın değil ilmin peşinden git.

  4. Halden anlamayana dert anlatmak, öneri de bulunmak… çok zor. Sen ne alatırsan anlat, o hep kendini dinler. Şuradan bakınca böyle görünüyor, şöyle yaptım böyle oldu dersin; o yine kendini dinler ve durduğu yerde durup, “ben bunu görüyorum!” der. Çok zor halden anlamayana anlatmak. Onca rengin içinde sadece siyah beyaz görmek ne büyük bahtsızlık.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin