YORUM | UĞUR TEZCAN
Bildiğiniz gibi bundan on gün kadar önce İngiliz bir milletvekilin öncülük ettiği bir rapor Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından kabul edilerek onaylandı. Raporda başlıca Rusya, Çin ve Türkiye gibi insan hakları konusunda karneleri zayıf olan ülkelerce işlenen birtakım insan hakları ihlalleri ve sınır ötesi tehdit oluşturan faaliyetler ele alınıyor.
Raporun, ismi geçen ülkeler açısından resmi ve hukuki bir bağlayıcılığı olmamasına rağmen ilgili ülkelerin kendi sınırları ötesine taşan bazı faaliyetlerinin “Hukukun Üstünlüğü ve İnsan Haklarına Dönük Artan Bir Tehdit’’ başlıklı bir rapor üzerinden eleştirilmiş olmaları önemli bir gelişme. Zalim insanların ve yönetimlerin yaptıklarına ses çıkarılmadıkça iştahları daha çok arttığı gibi arsızlıkları ve küstahlıkları da gittikçe rahatsız edici boyutlara ulaşıyor.
Meselenin bir yönü de otokrat rejimler açısından “nasıl göründüklerinin”, yani “itibarlarının” kendi egoları ve vicdanları açısından son derece önemli olduğu gerçeği. Böyle ülkeler ve yönetimler en ufak eleştirilere dahi katlanamazlar. İtibarları onlar için son derece önemli olduğu için kendilerini savunurken bile gerçeklere değil algılara, lobicilik faaliyetlerine, rüşvetlere ve propagandalara sarılırlar. Zira hakikat karşısında yapabilecekleri tek şey, ellerindeki tek geçer akçe bu tür yöntemlerdir. Baskılayamadıkları, korkutamadıkları, kontrol edemedikleri hiçbir kimseyi ikna edemeyeceklerini bilirler. Kendi toplumlarını yalanlar ve algılar üzerinden yönlendirmeye alışmışlardır. Fikirle, ilimle, adaletle gemi yürütemezler; sürekli olarak yalan rüzgarları ile yelkenlerini şişirmek suretiyle yol almak zorundadırlar.
Mesela gelin bu rapor sonrası Türkiye’deki rejim yanlıları tarafından rapora verilen tepkilerin niteliği üzerinden konuya bakalım. Twitter’da önüme AKP eski Genel Başkan vekili Efkan Ala, AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve AKP yanlısı SETA adlı kurumdan verilen tepkiler düştü. Bir ülkenin içine düştüğü seviyesizliğe acıdım. Verdikleri tepkiler yukarıda resmettiğim gibi sadece; zaten kendilerinin ürettiği söylem, iddia ve PR çalışmalarının özeti niteliğindeydi. Açıklamaların “karşı bir tez” içerdiğini bile söyleyemem çünkü içerilerinde tek bir fikir, adalet önünde ispatlanmış hukuki bir gerekçe içeren savunma yok. Varsa yoksa “FETÖ”, “hain”, “darbeci” gibi sadece cahil Türkiye insanını kandırmada kullandıkları ifadeler tekrarlanıp durulmuş.
Kullandıkları savunma ve kınama ifadelerini biraz daha genişleterek dikkatlerinize arz edeyim:
Ömer Çelik’ten inciler:
“Türkiye’nin darbecilerle meşru mücadelesini hedef gösteren’’
“FETÖ tezlerini sıralayan’’
“Raporda bahsedilen şekilde Gülen hareketi diye sosyal bir yapı yoktur’’
“Eli kanlı yapı… terör örgütüdür’’
Efkan Ala’dan inciler:
“Türkiye’nin darbeci teröristlerle meşru ve haklı mücadelesini hedef alan, siyasi öngörüden yoksun … rapor’’
Yılmaz Tunç’dan inciler:
“Türkiye’nin darbecilerle meşru mücadelesini hedef gösteren bir raporun…’’
“Türkiye’nin FETÖ ile mücadelesini hedef alan…’’
Nihayet SETA tarafından yayınlanan bir makalede de raporun içeriği özetlendikten sonra Türkiye’nin gelişme karşısında verdiği tepki biçimi de ele alınıyor. Kısaca Türkiye’nin “FETÖ’’ gibi terör örgütleri ile mücadelesini her zaman insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri çerçevesinde yürüttüğü; bu örgütlerin faaliyetlerine ilişkin Avrupa’daki muhataplarını bilgilendirdiklerini ve yasal süreçlere başvurduklarını; İsveç’in NATO’ya üye olma talebi ile birlikte bu ülkedeki Türkiye’yi hedef alan terör örgütü faaliyetlerinin durdurulması konusunda iki ülke arasında anlaşma imzalandığı ve İsveç’in bugüne kadar bu anlaşmadaki yükümlülüklerini yerine getirmediği iddia ediliyor ve raporun “FETÖ terör örgütünü’’ meşrulaştırmaya yönelik bir girişim olduğu dile getiriliyor. (setav.org, 27 Haziran, 2023).
En üst düzey diyebileceğiniz bu rejim odakları tarafından verilen tepkilerin özeti işte böyle.
Oysa gerçekler bu şekilde “FETÖ”, “hain’’, “terörist’’, “darbeci’’ gibi ifadelerle örtülebilecek kadar basit mi?
Sen bir devlet isen hukuki deliller ışığında hareket etmek zorundasın. Kaldı ki başta Batılı ülkeler olmak üzere hiçbir devlet Hizmet Hareketi’nin bir terör örgütü olduğuna; hatta bizzat darbe planladığına inanmıyor. Aksine, darbenin bizzat Erdoğan rejimi tarafından tertip edildiğini düşünen birçok istihbarat örgütü bulunuyor. Mevcut Türk dış işleri erkanı ve hükümet çevreleri tıpkı kendilerinden önceki Ergenekon monşeri, dışişleri temsilcilerinin yaptıkları gibi Google’dan, Aydınlık, Cumhuriyet ve Hürriyet gibi mecmualardan derleyip toparladıkları haber küpürleri ile bir araya getirdikleri raporlarla Cemaat aleyhine yurt dışında algı çalışması yapmak dışında bir şey üretemediler hala. Bu, bizzat Amerikalı ve bazı Avrupalı devlet erkanı tarafından da açıkça dile getirildi. Net bir şekilde “bize delil olabilecek hiçbir şey sunulmadı’’ tarzında açıklamalar yaptılar.
Bir devlet düşünün: Terörist olduğunu, darbe yaptığını iddia ettiği bir örgüt aleyhine 11 yıl içinde örgütün bütün kurumlarına, mali ve diğer kayıtlarına ve bilgisayarlarına el konulduğu, on binlerce üyesi hem de hukuk dışı yöntemlere maruz bırakılarak hapislere doldurulduğu ve orada baskılarla, işkencelerle hatta tecavüzlere maruz bırakıldıkları, iftiracı olmaya zorlandıkları halde dünya ülkelerini ikna edebilecek tek bir delil, rapor ortaya koyamasın. Ellerinde hukuksuz süreçlerle ve baskılarla alınmış birkaç ifade, “ben filancayı sohbette gördüm’’, “kermeste çalışıyordu’’, “bölge abisiydi’’, “(Apple mağazasından indirilen) Bylock uygulaması kullanıyordu’’, “Gülen’i ziyaret etmişti’’, “Gülen’in akrabası’’, “Bank Asya’da hesap açmıştı’’ gibi saçma sapan gerekçelerle ortaya konan algı çalışmaları dışında Emniyetçe ve İstihbaratça ele geçirilmiş tek bir hukuki delil yok. Mustafa Akyol’un dediği gibi “elimde delil yok; ama yaptıklarını biliyorum’’ şeklinde özetlenebilecek bir yöntemle uyguladıkları soykırım, dünyanın her başkentince biliniyor ve izleniyor.
Tüm dünya ülkeleri Hizmet Hareketini hala olması gerektiği gibi sosyal bir oluşum olarak görüyor. Batılı ülkeler, aslında Erdoğan rejiminin açık bir soykırım yaptığını da yaşanan sürecin son derece hukuksuz bir süreç olduğunu da çok iyi biliyorlar ancak milli menfaatleri ve Erdoğan’ın özellikle mülteci akınını kontrol etme noktasındaki kullanışlılığından dolayı seslerini çıkarmıyorlar. Rusya dahil her ülke Erdoğan rejimine inanmış gibi yapıyorlar sadece. Arada bir çıkan, bu tarz hukuki bağlayıcılığı olmayan raporlar da zaten uluslararası arenada Erdoğan rejimimin birtakım arsızlıklarını ve at pazarlıklarını kontrol etmek amaçlı yapıldığı izlenimi veriyor. İsveç’in NATO üyeliğini bile bir at pazarlığına çevirmiş, ilkesiz ve devlet itibarından yoksun bir yönetimden bahsediyoruz. Zaten İsveç’in son hamlesi olan Bilal Erdoğan isminin karıştığı bir rüşvet skandalına yapılan işaret AKP’nin at pazarlığına verilen bir gözdağı idi sadece. İstediklerini alınca rüşvet belgelerini yine rafa kaldıracaklar. Yoksa samimi bir şekilde Türkiye’deki insan hakları ve hukuk ihlallerine, mevcut soykırıma ve saydığım diğer mali ve ekonomik suçlara el atmak isteseler uluslararası mahkemelerde soykırım ve benzeri davalar açacak kadar ellerinde yeterli malzeme var aslında. Sadece AKP’li isimlerin uluslararası boyutta bulaştıkları kaçakçılık, terör finansmanı, kokain ticareti, para aklama ve rüşvet gibi suçlara dair ellerindeki delilleri ortaya dökseler AKP rejimi fertlerinin büyük bir çoğunluğu yarın kırmızı bültenle aranmaya başlanırdı.
İşte, bunları çok iyi bilen yolsuz AKP rejimi de bu tür raporlara tepki verirken gerçekte ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Ellerinde o Batılı demokrasileri ikna edebilecek hiçbir delil olmadığını, her şeyi söylemler üzerinden bir algı çalışması kapsamında yürüttüklerini, tepkilerindeki asıl gayenin Batılı muhataplarını ikna etmek değil, sadece iç kamuoyuna dönük bir algı çalışması ve itibar koruma gayreti olduğunu çok iyi biliyorlar. Bunun haricinde MİT’in yurtdışı bazı ülkelerden hiçbir hukuki zemine dayanmadan adam kaçırdığını, sonra da onları hiçbir hukuki sürece dahil etmeden işkence merkezlerinde sakladığını, Batılı muhatapları bildiği kadar bu tarz raporlara karşı çıkıyormuş gibi yapan bu devlet ricali de iyi biliyor. Ama bu soykırım aparatına ruhlarını sattıkları için sanki her şey normalmiş ve o tür hadiseler hiç olmamış gibi tavırlar takınıyorlar.
Bir kalemden çıkmış gibi paylaştıkları ve yukarıda özetlediğim tepki tarzlarına bile baksanız çaresizlikleri zaten anlaşılıyor. Üstelik bunu yaparken bir de Avrupalı muhataplarının sanki kendi siyasi ve istihbari altyapıları, bilgi üretme mekanizmaları ve politika üreten kurumları yokmuş gibi bir üslup kullanarak onları, Hizmet Hareketi’nin ürettiği argümanları kopyalamakla suçlamak Türkiye’yi daha da aciz, devlet temsiliyetinden uzak bir noktada gösteriyor. Ama bu da zaten AKP’li algı operatörlerinin umurunda olan bir husus değil. Onlar için devlet itibarı ve adalet değil; güçlü kalabilmek ve makamlarını korumak önemli.
Tüm bunları geçtim. Meseleye sadece, bir gün devran değiştiğinde, soykırım suçları dahil işledikleri bütün hukuki, mali ve adli suçların ceremesini de tazminatlarını da ödemek zorunda kalacak olan Türkiye insanı açısından bile baksanız ortada içler acısı, acınacak bir toplum göreceksiniz.
Yazık, hem de çok yazık!
Yazıdaki her hususa katılıyorum ama so kısım hariç. Geçen zaman gösterdi ki “kaybolmaz” denen deliller çatır çatır yakıldı, “silinmez” denen dosyalar silindi, “kapanmaz” denen davalar kapandı. Kimse milyarlarca dolara malolacak bir dosyanın kapağını aralamaz. 30 yıldır aydınlatılamayan bir Madımak davası var. 6-7 Eylül olaylarında haramzadelerin el koyduğu dairelerini, meskenlerini geri alamayan insanlar var. Adaletin geleceğine vs gerçekten inanıyor musunuz? Koskoca 80 darbesi bile ömrü bitmek üzere olan iki komutana indirgenip kapatıldı. Dolayısıyla herşeye evet ancak adalet beklentisi ile kitleleri hala bir umut deyip arafta bırakmayın. İpler kopmuştur. Herkes geleceğe bakmak zorundadır. Geçmişin küllerini kurcalayıp durmak sadece acılarımızı tazeleyip, yaralarımızı kanatır