Aşırı sağ, Avrupa kıtasının sosyal ve siyasal bir gerçekliği olarak özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze varlığını devam ettiren önemli bir hareket. Bu aşırılar hareketinin yayılma alanını kısmen daraltan ve etkisizleştiren en önemli proje son 50 yılda bugünkü yapısına evrilen Avrupa Birliği oldu. Fakat, Avrupa Birliği projesinin 2004 yılında Sovyet ardılı 10 ülkeyi bünyesine katması ve 2009 yılında Avro bölgesinde başlayan ve etkileri hala devam etmekte olan ekonomik kriz ile Avrupa karşıtı eğilim toplumsal tabanını tekrar genişletmeye başladı.
Özellikle 2011 yılında Yunanistan’da baş gösteren ekonomik kriz, ardından 2015 yılında Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya akın etmesi Avrupa projesinin ilk defa derinden sarsılmasına sebep oldu. Büyük Britanya Brexit referandumu ile Avrupa Birliği üyeliğinden çıkma kararı alırken, 2017 yılında yapılacak muhtemel referandumlarla birlikten ayrılması gündeme gelebilecek diğer iki önemli ülke ise Fransa ve Hollanda. Avrupa aşırı sağının 2017 itibariyle temel söylemlerine baktığımızda, kendi ülkelerinin Brüksel’de görev yapan atanmış bürokratlar tarafından yönetilmelerine karşı, mültecilerin Avrupa’ya gelmelerini kesinlikle kabul etmeyen, İslam karşıtı ve Türkiye’nin Avrupa’lı olmadığını savunan bir söylemler manzumesi ile karşılaşmaktayız.
Aşırı Sağ ve Erdoğan’ın ortak ajandası
2011 yılından bugüne Türkiye’nin içinden geçtiği iç ve dış siyasal gelişmelere baktığımızda, Avrupa aşırı sağının Erdoğan’dan son derece memnun olduğunu söylemek temelsiz bir iddia olmayacaktır.
İlk olarak, 2000’lerin başında Almanya, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday olmasına karşı olan merkez sağ ve aşırı sağ partilerin tam üyelik yerine Türkiye’ye önerdikleri ‘’ayrıcalıklı üyelik’’ modeli resmi olarak AK Parti hükümetleri tarafından reddedilse de, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son bir kaç yıldır AB ile alakalı söylemleri ve hukukun üstünlüğünü hiçe sayan uygulamaları, fiilen Türkiye’nin AB ile üyelik müzakereleri üzerinden değil, farklı bir ortaklık modeli ile hareket etmesine yol açmış bulunuyor. Şüphesiz bu durum, yıllardır Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini destekleyen Avrupa Yeşiller Hareketi ve Avrupa Sosyal Demokratlar grubunu son derece zor duruma sokmakta ve Türkiye’ye dair pozisyon alma noktasında bu siyasal ailelerin aşırı sağa daha yakın söylemler takınmaları sonucunu doğurmakta.
İkincil olarak, Türkiye’nin yalnızca Avrupa Birliği ile olan münasebetlerinin değil, aynı zamanda Batı ittifakının en önemli halkası olan NATO ile de ilişkilerin bozulması ve buna müteakip Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ile son derece yakın ilişkiler kurması, Türkiye’nin Avrupa medeniyet ailesinde yer almadığını belirten aşırı sağı son derece memnun etmişe benziyor. Hatta bazı Avrupa başkentlerinde Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gerektiğine dair paneller ve geniş katılımlı kampanyalar düzenlenmekte ve tartışma alanı canlı tutulmakta.
Suriyeli mülteciler konusunda Erdoğan’a güveniyorlar
Diğer taraftan, Avrupa aşırı sağının inanılmaz ölçülerde hassasiyet gösterdiği Suriyeli mülteciler meselesi, Türkiye’nin 2015 yılında 3 milyar Avro karşılığında Avrupa Birliği ile bir anlaşma yapmasıyla çok farklı bir boyut kazandı. Bu anlaşma ile Türkiye fiilen Avrupa’nın mülteci polisi rolünü üstlenerek, Türkiye üzerinden Avrupa’ya geçen her mülteciyi geri kabul edeceğinin teminatını verdi. Bununla beraber, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’de yaşayan üç milyonunun üzerinde Suriyeli mülteciye yaklaşmakta olan başkanlık referandumunu da göze alarak vatandaşlık vermeyi planladığını duyurması, Avrupa aşırı sağının şüphesiz derin bir nefes almasına sebep oldu.
Son olarak, gerek Avrupa aşırı sağı gerekse Erdoğan’ın karşılıklı etkileşimlerinden ötürü etki alanlarını da genişletmeye muvaffak oldukları belirtilmesi gereken diğer bir husus. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Avrupa aşırı sağınının ötekileştirici ve yer yer ırkçı söylemlerini kendi kitlesi ile paylaşması, kendisini destekleyen siyasal İslamcı zümrenin Avrupa karşıtlığı noktasında daha da kenetlenmelerine yol açmakta. Diğer taraftan, Erdoğan gibi siyasal İslamcı liderlerin Avrupa’da ki müslüman diasporaya bir takım dini tandanslı çağrılarda bulunması Avrupa aşırı sağının yabancı ve İslam karşıtı söylemlerini daha da keskinleştirmesine sebep olmakta ve bu durum etki alanlarının genişlemesi neticesini de doğurmakta.